27 Mayıs 2020 Çarşamba

YAŞAMIN AKIŞINI DENEYİMLEMEYİ SEÇMEK

21. yüzyılın en sık söylenegelen cümlelerinden biri : "akışına bırak".
Bu cümlenin ardındaki manayı hiç merak ettiniz mi? "Akışına bırak" demek; boşvermek, o günün getirisine, kendini akan nehrin akışına, bırakıvermek midir? Tabi ki, hayır.
Akışa bırakmak; o anın realitesi ile birebir temas halinde olmayı seçerek, o anın deneyiminden ortaya çıkan duygulanımlara tanık/şahit olabilmektir. Bir başka deyim ile; mutlak kabulün gücü ile hislerin izinden ilerleme cesaretini gösterebilmektir.
Muazzam güzellikte bir dönüşüm sürecini deneyimlerken şu anda neredeyiz ve nereye doğru ilerliyoruz? Sorusunun yanıtını aşağıda yer alan yazıda özetlemeye çalıştım. Öz olarak şunu söyleyebilirim ki; travmatik bir deneyimden iyileşerek yeniden doğmanın şifresi; "bedensel hisleri" takip etmekten geçiyor. Deneyiminizin bedeninizde (bilinçdışı) ne gibi hissiyatları su yüzeyine davet ettiğini fark etmeye odağınızı yöneltmeniz işlevsel olacaktır. Çünkü asıl hikaye şimdi başlıyor, zamanın birçok boyutunda tamamlanmamış, bitmemiş meseleler uyanıyor ve  gün yüzüne çıkıyor...Bir sonraki adım;  salgının ardındaki gizli salgını şifalandırmak üzerine yeni bir yolculuğa başlamak üzere bir adım atmak olacak,  keyifli yolcuklar...


İYİLEŞİYORUZ…

Küresel boyutta deneyimlediğimiz KOVİD-19 pandemi süreci (travma süreci); insan türünün kendi içselliğine daha derin yönelmesine, varoluşsal varlığını yoğun bir şekilde araştırmasına vesile olurken;  insan bilincinde de yeni bir çağa doğru hızla ilerlerken öz bilgeliğin uyanışına yönelik  bir doğum dalgası olarak nitelendirilebilir.


Travma Nedir? 

Travma; herhangi bir varoluşsal formun, yaşamsal bütünselliğine yönelik tehdit unsuru oluşturan her türlü olgudur. 
Insan varlığının deneyimlediği her travmatik deneyim o güne değin oluşturulmuş ve kalıplaşmış tüm normal baş etme mekanizmalarını alt üst etmektedir ki; insan varlığı özüne, gerçekliğine uyanabilsin. Travmayı tanımlamak pek kolay değildir. Zira herkes aynı tepkileri, aynı sürede, aynı devamlılıkta göstermeyebilir. Örneğin deprem gibi bir doğal afet deneyimi sürecinde; bazı kişiler yoğun kaygı ve korku duygulanımı deneyimleyerek panik halinde var olurken; bazı kişilerin soğukkanlılığını koruyarak hayatı destekleyici eylemler sergiledikleri gözlemlenmektedir.Bir kişinin varoluşsal formunu alt üst eden bir deneyim, bir başka insanı üzerinde hiçbir tesir bırakmayabilir.
Travmatik bir deneyime “tepki” ile yanıt verdiğimiz sürece; olay-durum kendisini farklı formlarda yenileyecektir (ta ki bizler ana mesajı idrak edinceye değin). 
Travmatik bir deneyim insan varlığının “yanıt/cevap” üretmesini ister. Herhangi ani ve varoluşsal yaşam boyutunuzu tehdit unsuru oluşturan bir olay deneyimlediğinizde sergileyeceğiniz ilk eylem büyük bir ihtimal ile “tepki” vermek olacaktır, diğer bir deyim ile zamanın herhangi bir boyutunda öğrenilmiş bir davranış kalıbını yeniden sergilemeyi seçeceksiniz. Çünkü organizma hayatta kalabilmeyi desteklemek amaçlı bir acil durum tepkisi verecektir. Bu süreçte insan varlıklarını tepki vermeye yönlendiren unsur; hayvansal bir içgüdüdür, beynimizin en ilkel bölümü olan sürüngen beyin ve limbik sistem aktif hale gelir, bu nedenle deneyimlenen olayı o anın koşullarına bağlı değerlendirmeksizin otomatik bir tepki veririz. Bunun farkında olmak ve travmadan özgürleşmek adına; olanı olduğu gibi kabul ederek, mevcut olanın, iç dünyamızda tetiklediği, su yüzeyine çıkardığı duygu-düşünce-davranış döngülerine odağı yöneltmek, ve içsel ilişki dinamiğimizi yeniden yapılandırmaya yönelerek, yeni alışkanlıklar ve rutinler oluşturarak yaşamı farklı boyutlardan deneyimlemeye kendimizi açmak, sağlıklı olma halini destekleyecektır. Diğer bir deyim ile sürüngen beyin ile limbik sistemin zamanın bir boyutunda takılı kaldığı hikayenin ana temasını öncelikle görmek, temas etmek ve olduğu gibi kabul etmek ardından bu hikayenin ana temasını iyileştirmek, şifalandırmak adına bedeni hareket ettirmek (süürngen beyini iyileştirir) ve duygularımızı ifade etmek (limbik sistemi düzenler) beynimizin pre-frontal bölgesini aktif hale getirerek, muhakeme yeteneğine başvurmak, yanıt/cevap üretmemizi sağlayacaktır. 

TRAVMA; ÖZÜMÜZDEKİ CEVHERİN IŞIYABİLMESİ ADINA 
GÜÇLÜ BİR TETİKLEYİCİDİR…


Travma; hayatı tüm çıplaklığı ile görmemizi sağlayan, bizleri derin uykumuzdan uyandıran güçlü bir tetikleyicidir. . Her travmatik deneyim sürecinde, başta kendimiz dolayısı ile yaşam ile var olan temas sınırlarımızı yeniden yapılandırmamız için yepyeni bir fırsat yakalarız.

Travmatik deneyim; bir doğum sürecidir. Doğum; ‘iyileşmek’ demektir. Doğum psikolojisi üzerine yapılan araştırmalar göstermektedir ki; “söylenmemiş/ tezahür etmemiş  her şey sonraki nesillere aktarılmaktadır.” Bu nedenle her travmatik deneyim “iyileşme” olgusu üzerine kurguludur. 

İnsanoğlu, doğduğu an itibari ile ölüm sürecini deneyimlemeye başlar. Yaşam zemini “doğum-ölüm döngüsü” üzerine kurguludur. Bu durumda  herhangi bir travmatik deneyimde ölmekten mi korkuyoruz? Hayır. Bilinçdışımız; ölümsüz bir varlık olduğumuzun her an farkındadır, asıl korku duygusunu tetikleyen yaşamı tüm varoluşsal potansiyelimiz ile büyük bir çoşku hali içerisinde deneyimleyememenin ortaya çıkarttığı ruhsal haldir. 

Hoşumuza gitse de gitmese de, istesek de istemesek de; travma sonrası iyileşme süreci bizi kaçınılmaz olarak bedenimizin ve zihnimizin varoluşsal  derinliklerine doğru, derin bir keşif sürecine davet etmektedir. 

DIŞARIDA HER NE OLUYORSA, İÇ DÜNYAMIZIN BİR YANSIMASIDIR

Herşeyin çok büyük bir süratle gerçekleştiği, madde formunun anlamsızca  yüceltildiği, zaman kavramına esir düşmüş, istek ve arzularının tutsağı olmayı seçmiş bir insanoğlu seyr ediyorduk. Durmanın, bir soluk almanın ve öz ihtiyaçlarımızın farkında olmanın, en önemlisi Dünya adı verilen gezegende nasıl var olmayı seçtiğimizi görmenin ve duyumsamanın vakti gelmişti. Ve bu süratli süreç insanları öncelikle kendilerinden sonrasında da diğer canlı varlıklar ile olan bağını sınırlandırmıştı. Şu an deneyimlemekte olduğumuz bu “sosyal mesafe” bir anlamda kendi kendimize ne kadar çok mesafe aldığımızın açık ve somut bir göstergesi değil mi? 

SOSYAL MESAFE= BİZİM KENDİ ÖZÜMÜZ İLE KOYDUĞUMUZ 
MESAFEYİ BİZE YANSITMAKTADIR

Şimdi daha çok sezgisel duyumsamalarımıza yönelme ve biricikliğimizi keşfetme zamanıdır. Kendi geleceğimize doğru ilerlemek için geçmişin tüm enerjisini bırakmamız gerekmektedir. Böylece gerçekte kim olduğumuzu hatırlayabiliriz.

Sizi durduran şey, sizi ileri taşıyacak olandır.Sizi bu süreçte ne durduruyor? Hikayenizdeki tekrarlayan kalıpları nasıl keşfedeceksiniz? 
-Bedeninizi dinlemeyi hatırlayarak. 
Beden; bilinçdışıdır. Herşey, tüm deneyimlerin izleri, bedende kayıtlıdır. Ve beden her an kendisini ifade eder. Öncelikle, pikabınızda sürekli kendisini yenileyen melodiyi fark etmeye odağınızı yöneltin. Deneyimlediğiniz bu süreç size neyi/neleri hatırlatıyor?Bu süreçte en çok neyi/neleri vermeye ve almaya  yöneldiniz? Yaşamsal sürecinizdeki öz ihtiyaçlarınız, öncelikleriniz neler? Bu süre.te yaşamınızda değişmeyen/ aynı kalan ne(ler var? Bu soruların yanıtlarını içselliğinizde araştırmak ve yazıya dökmek kendiniz ile olan ilişki bağınızı görmenizi destekleyecektir. Ve ardından fark ettiğiniz tekrarlayan kalıplardan özgürleşmeye yönelik alan açmak, bu süreçte kendinizi yeniden tanımak adına sabırlı, inançlı, ve hislerinize hassasiyetle yaklaşmanız önemli. Beden (bilinçdışı) ile güvenli bir zeminde yeniden bir bağ oluşturmak adına yaşam serüveninizde yeni alışkanlıklar oluşturmanız, yeni rutinler yaratmanız önem arz etmektedir. Nöro bilim alanında gerçekleştirilen son araştırmalar göstermektedir ki; “birlikte ateşlenen nöronlar, birlikte bağlanırlar. Belirli bir deneyimi tekrar ettiğiniz her seferde o deneyim bir alışkanlığa dönüşür. Hatırlayalım ki; vücutlarımız/bedenlerimiz; kan dolaşımında her bir hücreyi 40 günde bir yeniler! Bu nedenle  bir alışkanlığımızı değiştirmeye emek vererek, kaderimizi yeni bir boyuttan deneyimlemeye başlamayı seçmek bizim elimizdedir!
Bu bağlamda bu süreçte; bedeni sistematik olarak düzenli ve bilinçli olarak hareket ettirmek çok önemli. Bir diğer önemli husus ise “duygu alanı açmak”, mümkün olabildiğince sizin için güvenli olan zeminlerde hissettiklerinizi paylaşmak ve bir diğerini kalben dinlemeye kendinizi şefkatle açmak, beden-zihin döngünüzü yeniden yapılandırmanız açısından oldukça faydalıdır. Hazır mısınız? İyileşmeye, özünüzdeki ışık ile bir olmaya? 




11 Mayıs 2020 Pazartesi

GÖRÜNENİN ARDINDAKİ GİZLİ SALGIN


Mevcut zamanın kalitesinde, ‘Dünya’ adı atfedilen gezegende bir formda var olmayı seçmiş her can, büyük bir itici güç ile tetikleniyor. 
Peki ne için, bu itici güç bu canlıları sıkıştıyor, sarsıyor, hapsediyor? 
Bu itici gücün tek bir nihai hedefi var: ‘İnsan varlıklarının, gerçekten ne olduklarını hatırlamaları, özlerindeki eşsiz ışığı en saf ve yalın hali ile paylaşmaları için sarsıcı nitelikte eylemler tezahür ettiriyor.


Şimdi elinize bir kalem alın ve boş beyaz bir sayfaya vehayut uygun bulduğunuz bir yere bir “spiral” şekli çizin. Spiral çizimini bitirdikten sonra elinizi hiç kaldırmadan bulunduğunuz noktadan başlangıç noktanıza dönün, lütfen. 
Başladığınız noktaya varmayı nasıl başardınız? 
Spiralde geriye doğru ilerlemeyi seçtiniz büyük ihtimalle. Evet, şu an da gerçekleştirdiğimiz tam anlamıyla bu eylem. Bilinç boyutunda ilerlemek adına geriye doğru ilerlemek gerekiyor. Lakin her geri adım, ileriye doğru bir adımdır, eş zamanlı olarak, değil mi? Örneğin, vücudunuzda ne kadar geriye doğru esner iseniz, belirli kas grupları da “denge hali”ni koruyabilmek adına ileri doğru esnerler. 



Küresel çapta deneyimlenen mevcut travma süreci, insan bilincini 
yeni bir çağa doğru tetikleyen bir doğum dalgasıdır. 





Bulunduğu mevcut noktaya çok yoğun konsantre olan insanoğlunun şimdi dalga olduğu bilincine uyanması deneyimlenmektedir. Bir eylemin birden çok açıdan aynı anda var olduğuna ilişkin görme yetileri açılmaktadır. 
Analitik psikoterapinin kurcusu psikoterapist Carl Gustav Jung’un belirttiği üzere; “hiçbir şey bilinç düzeyine acı duyumsamadan ulaşamaz.” 
Duyumsadığınız “sıkışmışlık, ne yapacağını bilememe, kaybolmuşluk, şaşkınlık, hüzün, öfke vb.” hissiyatlar biricikliğiniz, özünüz ile bir olmanız adına şu an için gereklidir. Deneyimlenen herşey ‘normal’ peki siz bu sürece “yanıt” mı üretmeyi yoksa “tepki” vermeyi mi seçiyorsunuz? Her travma süreci bizden dönüştürücü yanıtlar/cevaplar üretmemizi ister. Bu süreçte kendinizi başka açılardan görmeye açmak için öncelikle “doğum travmanız” üzerinde çalışmanızı öneriyorum.  Dünya gezegenine merhaba demeyi seçtiğiniz süreçte olan herşey sizin bilinçdışınızda kayıt halindedir. Her yeni başlangıç anında ve travma süreci deneyimlendiğinde otomatik olarak bu süreçte tamamlanmamış olan (lar) uyanır ve uyanan duyum (lar) doğrultusunda otomatik bir tepki verirsiniz, farkında olmaksızın. Ancak farkındalıkla bu sürekli kendisini yenileyen hikayeye  “dur” demek ve hikayenin içerisinde yeni bir döngü yaratmak sizin kendi elinizdedir. 

İYİLEŞMEK = DOĞUM

Bugüne değin hiç düşünce süzgecinizden;“İnsan varlıkları nasıl ve ne için doğar?” sorusu aktı mı? Bu süreç bu sorunun yanıtlarını dinlemek için verimli bir zaman kalitesi. Otomatik pilottaki beyin; belirli bir yaşa (mevcut doğum tarihinize göre) geldiğinizde toplumun sosyal normlarının da baskısı ile size evlilik akdini gerçekleştirmeye ya da ebeveyn olmaya doğru sürükleyiverir. Belki birçok insan varlığı, bu dalgaya kaptırıverir kendisini hiç düşünmeksizin; ‘ben kendimle bütünü ile yüzleşmeye (tüm gölge yönlerim ile) karşılaşmaya ve kendimi olduğum gibi kabul etmeye hazır mıyım? = evlilik süreci’; ‘bir canlının beden alma sürecine vesile olmak için alan ve zaman tutmak için hazır mıyım?’= ebeveyn olma süreci’ Şimdi kendinize samimi olun ve bu sorularının yanıtlarını içsel benliğinizde araştırın, lütfen.






İnsan varlıkları, “iyileşmek” adına doğar. Her doğum ile yüzyıllardır süregelen tek bir hikayede yer alan; aktarılmamış bilginin, söylenmemiş sözlerin, deneyimlenmemiş duyumsamaların açılması hasıl olur. 

Travma sürecine verilen tepki; insan varlığının hayatta kalabilmesi adına hafızasında kendisini süreli yenileyen bir hatıraya verilen yanıttır. O anın duyumsattığına uygun bir yanıt/cevap verebilmek için işte görünenin ardındaki gizli salgını fark etmek gerekiyor. O salgının adı:  “depresif bozukluk” Depresif bozukluk; bir uyanış sürecidir. Kendi özünüze doğma sürecidir. Bu süreç varlığın özgün doğasına uygun bir ritimde ilerler. 
Depresif bozukluk; insan varlığının sinir sisteminde henüz  hazmedilmemiş bir hikayeye sürekli takılıp kalma halidir. Sizi durduran şey, sizi ileri taşıyacak olandır. Sizi bu süreçte ne durduruyor? Hikayenizdeki tekrarlayan kalıpları nasıl keşfedeceksiniz? Bedeninizi dinlemeyi hatırlayarak. Beden; bilinçdışıdır. Herşey bedende kayıtlıdır. Ve beden her an kendisini ifade eder. Bu bağlamda; deneyimlediğimiz küresel boyuttaki travma sürecinde “depresif bozukluk ve anksiyete (kaygı) durum bozuklukları” deneyimlenen gizli salgındır. Bu salgını iyileştirmenin yolu: “öz” e doğmak. 
Öz’e doğmanın sürecinin ilk basamağı ise öncelikle pikabınızda sürekli kendisini yenileyen melodiyi fark etmek ve ardından bu tekrarlayan kalıptan özgürleşerek alan açmak ve sonrasında da  beden (bilinçdışı) ile yeniden güven zemininde bir bağ kurmaktan geçiyor. İkinci basamağı merak ediyor musunuz? 
Bunun için sizleri 16 Mayıs ta başlayacak (her Cumartesi) ve dört hafta sürecek “ÖZ’E DOĞUM” atölye çalışmasına sevgiyle beklerim. 
Program akışını  kısa özeti aşağıda yer almaktadır, daha detaylı bilgi edinmek isterseniz e-mail yazabilirsiniz:  oozgegenlik@gmail.com

MODÜL 1: Beden ile Güvenli İlişki Kurmak

“Yaşam serüvenimizin mevcut döngüsünde 
nerede ve nasıl köklenmeyi seçiyoruz? “Sorusunun yanıtlarını araştırmaya yönelik keşfe çıkarken yaşam döngümüzde sürekli tekrar eden kalıpları belirliyoruz.
Özdeşleşmeyi setiğimiz alan ve zamanı görüyoruz. 
Ve geçmişin izlerinden arınmayı araştırıyoruz.
Merkezi sinir sistemimizin çalışma yapısını hatırlama
 (Vagus siniri üzerine çalışacağız) ve bilinçli bir farkındalıkla yeni alışkanlık döngüsü yaratma.


MODÜL 2:  ÖZ MUTLULUĞU   DENEYİMLEMEK

“İçsel pusulamız bize nereye doğru yönelmemize işaret ediyor?” Sorusunun rehberliğinde öz niyetlerimizin farkına varmak.
 Yaşamımda gerçekten “ne” olmak üzerine emek veriyorum? 
Zihin yapısının çalışma sistematiğini hatırlamak. 
Beyin (özellikle amigdala ve hippocampus bölümleri üzerinde duracağız) sinir sistemi bağlantısını hatırlamak. 


MODÜL 3: ÖZ GÜCÜMÜZÜN FARKINA VARMAK!

Yaşamımızın dümenini nasıl yönetmeyi seçiyoruz?
Sezgilerimizin izinde eyleme geçmeyi hatırlamak.
Epifiz ve hipofiz bezlerinin çalışma sistematiğini keşfetmek. Hipofiz bezi üzerine çalışacağız.


MODÜL 4: “ÖZ” SESİ DİNLEMEK

 Mevcut yaşam döngümüzdeki serüvenimizde kendimizi nasıl desteklemeyi seçtiğimizi araştırmak.
Bu araştırma sürecinde öz sesimizin melodisini keşfetmek.
Kaderimizi dönüştürmek adına eyleme geçmek, yeni ufuklara doğru yol almak.




--