14 Aralık 2018 Cuma

2019: KENDİMİ DOĞURUYORUM...


İlk can Dünya gezegenine merhaba demek üzere özenli bir humma ile sıcacık, korunaklı sınırlı karanlık sularda (rahim) ışığa doğru yol almak üzere hazırlanıyor. Dünya gezegenindeki ilk kadın bir başka canın hayalini gerçekleştirmek üzere gittikçe sıklaşan dalgalar üzerinde çoşkuyla, heyecanla, hazla, merakla sörf yapıyor… Ve bir adım sonra ilk soluk öz bağımsızlığın pınarında yankılanıyor …Doğum süresince kadının en birincil destekçileri kimler? Tabi ki hormonlar (oksitosin-endorfin-adrenalin), eterik bedenin altıncı enerji merkezi sonsuz sevginin tezahürünü, eşsiz bir lütfu, ete kemiğe büründürür. Lütfun (Jüpiter bilinci /eterik bedenin altıncı enerji merkezi) ve anlayışın (Satürn bilinci /eterik bedenin yedinci enerji merkezi) birliğini deneyimliyor olduğun ışıl ışıl bir doğum yılına hoş geldin…

DOĞUM
Doğum size göre neyi/neleri sembolize eder? 
Seks, orgazm, ölüm, yaşam gücü, teslimiyet, boşluk, hiçlik hali, acı, zevk, mucize…

Doğmak nasıl bir deneyim size göre?
İlk zihninizde ne/neler beliriyor? Zihninizde beliren görüntüyü mercek altına alın (bilinçdışı ile iletişim kurmanın en doğal yolu imajinasyondur).
Doğum; başlı başına deneyimlenen travmatik bir deneyimdir. Ve bu travmanın özünde gerçek hazinemiz saklıdır. Öz mutluluğu deneyimlemek, doğum sürecimizi anlamlandırmak ve çözümlemekten geçmektedir.
 Belki de doğum sürecini, acı duygulanımını içten deneyimlediğiniz bir süreç olarak nitelendiriyor olabilirsiniz. Öyle ise hatırlamamız gereken; acılarımızın en değerli yol göstericilerimiz olduğu…

Acının içerisine doğru yürüyebilme cesareti gösterebildiğimizde dönüşür,
 gerçekte kim olduğumuzu hatırlarız.




Her son, yeni bir başlangıcın ritmini çekirdeğinde barındırmaktadır…

Doğum; rahimdeki yaşam sürecimiz sona ererken Dünya adı verilen gezegenin toprağı ile buluşmak, olarak da nitelendirilebilir. Ölümün özünde yeniden varoluşun tadına bakmak. Her ölümün bir doğuma, her doğumun da bir ölüme gebe  olduğunu hatırlamak. Ve bu sonsuz döngüyü idrak etmeye yönelebileceğimiz muhteşem bir 12 ay bizleri tüm ihtişamı ile kucaklamaya hazır. 
Her bir insan varlığının gerçekleştirmek üzere üzerinde durduğu nokta; sonsuz doğum-ölüm döngüsünden özgürleşebilmek, bir başka deyim ile nesiller boyu aktarılmış hikayenin özüne eğilmek ve teslimiyet bilinci içerisinde birliği deneyimlemek adına, yaşamlar boyu edinilmiş izlerin yakılması üzerine emek vermektir. Bunun gerçekleşebilmesi için; kendimizi doğurmayı seçmek “öz”e doğmak güzel ışıltılı bir başlangıç olabilir, sadece başlangıç…

KENDİMİ DOĞURUYORUM…
Müjdeler olsun ki; 2019, kendimizi doğuracağımız bir süreç deneyimini armağan ediyor bizlere, ne kadar da mucivezi değil mi?


Her birimiz, sihirli bir niyetin beden bulmuş bir tezahürüyüz.

Ya biz? 2019 a ne/neleri, nasıl vermeyi seçiyoruz? İnsan varlıklarının geneli vermekten ziyade almaya odağını yönlendirmeyi seçer. Halbuki alınan kadar vermek, verilen kadar da almak denge halinin bir başka deyim ile sağlıklı olma halinin deneyimlenebilmesi için oldukça mühimdir. Birşeyi isterken karşılığında ne/neleri vermeye hazır olduğumuzun bilinci olabilmek yaşam serüvenimize anlayış katacaktır. Birşeyi istemek; heyecanlı, güzel ve bir o kadar da iradenin gücünün sergileneceği bir sürece işaret eder. Herhangi birşeyi istediğimizde bir tohum atmış oluruz. Tohumun kendine has dokusunda mis gibi kokan çiçekler/lezzetli meyveler sunabilmesi toprağın verimine, havanın durumuna, kendisine bakım sunanın öz sevgi ve şefkatine göre değişkenlik gösterecektir. Özünde birşeyi istediğimizde kendimizde açılım yaratmak, büyümek, ışığımızı yansıtmak üzere bir alan seçimi yaparız. Peki ya zaman? Doğumun gerçekleşmesi için bir alan (dişil enerji) ve zamanın (eril enerji) bir olması gerekir. 

Lakin zaman kişiye özgüdür. Ve her birimizin en derinlerde arzuladığı zamanın kalbinde iz bırakabilmektir. Tik tak tik tak tik tak… Zamanın içinde zaman (lar) mevcut bu bakımdan aynı yöne doğru baktığımızda gördüklerimiz farklıdır çünkü herşey bizim bir yansımamızdan ibarettir. Kişinin deneyimleceği açılım kendisinin hangi zamanı tecrübe ettiği ile doğru orantılıdır. 

Yaşam hakkındaki hissiyatlarımızın, yaşamda alacağımız kararların, psikolojik-fizyolojik olarak karşı karşıya kalabileceğimiz her türlü semptomun biçimlendiği anın Dünya gezegenine gelmeyi seçtiğiniz “an”da oluşmaya başladığını biliyor musunuz?

Bundan önceki 12 ayın seçtiğimiz yaklaşık 9 aylık bir sürecinde kendimize hamile idik.
Hamileliğiniz nasıl bir süreç deneyimi idi?
Biliyorsunuz ki rahim; Dünya gezegeninde hikayemizin başladığı zemindir. Rahminizdeki siz, bu süreç boyunca sizin tüm deneyimlerinizi bir sünger gibi emdi ve içselleştirdi, herşey beden hafızasına sinir sistemi aracılığıyla gerilmeler-kasılmalar yolu ile kaydoldu. Bu bakımdan umarım keyifli, çoşkulu, kendinizle olan ilişkinizi şefkat ve öz sevginin zemininde doya doya aşkla deneyimlediğiniz kendiniz ile daima barış ittifakında olmayı seçtiğiniz bir süreç olmuştur. Doğum anımıza adım adım yaklaşıyoruz, 2019 un bir bölümünde gerçekleşecek tam zamanını  henüz bilmiyorsunuz ancak sezgileriniz kulağınıza bu anı fısıldıyor olabilir. Halen doğumu başlatanın ne olduğu konusunda bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Doğumu ne başlatıyor? Bilmiyoruz. Bildiğimiz bebeğin hazır hissettiği an rahim kasılmalarının başladığı bir başka deyim ile doğum anımızı kendimiz belirliyoruz, kendimiz seçiyoruz.

DOĞMAYA HAZIRIM…

Şimdi her birimiz 2019 da kendimizi istediğimiz “an” da ve alanda doğurmayı seçiyoruz, ne harika değil mi? Peki bu zamanın ve alanın belirleyicisi nedir? Diye soruyor olabilirsiniz bunun için mevcut bedeninizin fizyolojik ve psikolojik doğum hikayesine doğru bir seyre davet ederim sizleri…

Mevcut bedeninizdeki doğum hikayenizi hatırlıyor musunuz? Bedeninizde duyumsadıklarınızı, zihninizden akanları, ruhsal olarak deneyimledikleriniz arasında anımsadıklarınız var mı? Belki şu an anlamlandıramadığınızı hissediyorsunuz, bu hissiyat ile kalmayı seçin bir süre…Belirsizlik ve boşluk…
Bu sorunun yanıtı yeni başlangıçlara olan yaklaşımınızda mışıl mışıl uyumakta. Bir hikayeyi tekrar ettiğimiz süre boyunca uyku halindeyiz demektir. Uyanmak için önce olanı fark etmek ardından fark edilen ile temas ederek mutlak kabul sürecini deneyimlemek ve sonrasında beslenme biçimimizi (ruhsal) değiştirmemiz işlevseldir. Her yeni başlangıçta, doğum anınız bir hayalet gibi gözleriniz önünde hortlayıverir belki bugüne değin görmeyi seçmediğiniz için bu deneyimle temas etmemiş olabilirsiniz eminim ki şu andan itibaren daha farklı bakacak ve görmeyi deneyimliyor olacaksınız. 



2019 da ikinci doğumumuzu gerçekleştiriyoruz peki nasıl bir ortama? 
Şöyle ki; oldukça sisli bir atmosfer hakim gökyüzünde. Sisli puslu havalarda davranışlarınız nasıl form kazanır? Dikkatiniz her zamankinden daha keskin ve konsantrasyonunuz daha çok bedeninizin hissettiği uyaranlara yönelirken sezgileriniz rehber olur gözlerinize. Peki bu göz gözü görmeyen sisli atmosferde,   balık kuyruklu bir dağ keçisi olduğunuzu ve dik yamaçlı bir dağa tırmandığınızı düşünseniz nasıl olur? İşte 2019 yılı boyunca her birimiz konsantrasyonumuzu kendi içselliğimize yönelterek kendi Everestimize tırmanacağız cebimizde ise 2019 nun bizlere koşulsuz sevgiyle sunduğu armağanları şöyle: sabır, öz disiplin, anlayış. Kendini bilmenin yolunda bilgelik zeminimizi genişletirken her birimiz bir serüvene doğru yola koyuluyoruz. Kendimizi doğurduğumuz andan itibaren çocuğumuzu büyütmemiz için muazzam eşsizlikte daha çok sezgiselliğimizin rehberine başvuracağımız bir serüven bu. Hatırlayalım ki; çocuklarımız bizlerin en değerli rehberleridir yaşam döngümüzde. Çocuğumuz büyürken yaşamın nihai anlamını içselleştirebilmek adına iştahımız kabaracak ve bir diğerine hizmet sunmaktan oldukça haz alacağımız bir 12 ay deneyimliyor olacağız, eş zamanlı olarak. 
2019 yılını belirsizlikleri ve boşlukları daha iyi idrak ettiğimiz bir koan yılı olarak da değerlendirebiliriz. Zamanın kendi ritminde dans etmeyi sevdiği paradoksal bir zemine doğum yapıyoruz. Ve manik-depresif ruh hallerini sıklıkla deneyimlememiz oldukça muhtemel. Duyguların dalgalı okyanusunda sörf yapıyoruz, anlyacağınız. Neşeli, tatminkar hissederken bir anda hırslarımızın esiri olarak daha hüzünlü ve doyumsuz hissedebiliriz tabi bu da zaman zaman kendimizi döverken eş zamanlı olarak sevdiğimizi fark etmemize vesile olacaktır.
İki kutbu, zıtlıkları dengelemenin en iyi yolu kendi içselliğimize doğru yönelmektr ki 2019 yılının atmosferi bunu oldukça destekliyor. Her kaos bir düzeni oluşturmaktadır, bizlere anlamsız kopuk dağınık gibi görünenlerin ardıl planında eşsiz bir dehanın planı mevcuttur. Dengenin sağlanması (iyileşme) geçmişi bütünü ile geri kazanabildiğimizde mümkündür, bunun için geçmişe yönelmemize gerek yok geçmiş zaten bu anda tıpkı gelecek ve şimdi gibi her biri kol kola girmiş bir halde an da tezehür ederken gerçekleştirilmesi gereken tek şey her ne hissediyor, duyumsuyor ve düşünüyor isek olduğu gibi kabul ederek, olduğunuz yerden başlamaktır. Bu yıl, bilincimiz evrenin kalbine doğru aşkla akarken kendinize bugüne değin hiç yaklaşmadığınız kadar yaklaşmaya belki de size engelmiş gibi görünen herşeyin aslında sizi büyüten, bilgeleştiren bir sembol olduğunu görmeye ve  ilk kez en çıplak haliniz ile özünüze temas etmeye hazır mısınız?
Hoşgeldin 2019
Işık Olsun 





ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisinin Kurucusu
www.vestaakademi.com











6 Kasım 2018 Salı

ARADIĞIN HERŞEY İÇİNDE SAKLI...

Yeni bir yılı daha deneyimlemeye adım adım yaklaşırken, 2019 yılının güzel titreşimlerini şimdiden duyumsamaya başladığımız bu muhteşem dönüşüm ayı boyunca yaşam sürecimizdeki pek çok maddi/manevi nitelikten arınmaya çoktan başlamışız gibi görünüyor, ne dersiniz? Üzerimize afiyet olmayan yüklerimizden arınmanın ardından Aralık ayının soğuk ve dingin rüzgarlarına yeni yıl dileklerimizi ve niyetlerimizi salıvermeye hazırlanırken birçok sıcak yuvada yılbaşı ağacı süslemeleri de eş zamanlı olarak başlıyor. Siz yılbaşı ağacınızı süslerken, nelere özen göstermeyi tercih edersiniz? Her bir süs objesini tek tek bilinçli bir şekilde bir hikaye örüntüsü oluşturacak şekilde mi süslersiniz yılbaşı ağacınızı, yoksa zihninizin akışkan rüzgarına teslim olarak biraz gelişigüzel mi süsler yerlerini bulur, hiç odağınızı bu hususa yöneltmeyi tercih etmiş miydiniz? Bu yıl süsleme seromonisinde farkındalığınızın biraz daha uyanık olacağından hiç şüphem yok :) 
Yılbaşı ağacımız özünde bizim varoluşumuzdaki yaşam ağacını sembolize etmektir. Yılbaşı ağacımıza yerleştirdiğimiz süslerimiz ise Güneş, Ay ve yıldızları temsil eder. Her yıl bilincimiz (Güneş)  nerede kök salıyor ise yansımalarını (Ay) deneyimlemek üzere bir serüvene çıkarız sonsuz ışıklı sema altında, yıldızlar rehber olurlar yüreğimizdeki sonsuz bir ışık ile buluşabilmemiz adına...
Ancak kendimize doğru ilerlediğimiz ışıklı semada bazı yollar tek başına yürünür, değil mi? Tıpkı Fındıkkıran ve Dört Diyar filmindeki Clara (Mackenzie Foy)nın annesinin kızına verdiği en anlamlı ve güzel hediyenin içeriği gibi; büyümek ve gerçeği görmek niyetinde isek aşka (en yüce gerçeklik) doğru tek başımıza yol alırız ki; kendimiz ile nasıl ilişki kurabildiğimizi gözlemlerken, etrafımızdaki herşeyin kendimizin bir yansıması olduğunu idrak edebilelim. 

Fındıkkıran ve Dört Diyar;  tatlı, heyecanlı, ışıltılı, güzellikle taçlandırılmış görkemli bir dünyaya bizleri davet ediyor, küçük bir kızın yüreğindeki bilgeliği keşfetme sürecine şahit olurken eşsiz büyüleyici güzellikteki diyarlar gerçekten var olsa nasıl olur? Sorusu zihninize bir merhaba diyerek uğruyor doğrusu...


E.T.A Hoffman'ın ölümsüz klasik masalının dahi besteci Pyotr İlyiç Chaykovski'nin eşsiz güzellikteki notaları ile harmanlanarak ünlü bale eseri Fındıkkıran'ın hikayesinin farklı bir versiyonu belki de biraz daha geniş bir vizyonu ile tanışıyoruz Fındıkkıran ve Dört Diyar filminde, klasik Fındıkkıran öyksüsünde Clara yı, kendi karlar ülkesine ardından diyarlara götüren Fındıkkıran ı seyr ederken bu kez Clara nın kendi dönüşümsel yolculuğunda Fındıkkıran onun sonsuz ışığı rolü ile büyümekte olan Clara nın yolunu ışımakta olan bir yıldızı anımsatıyor. Film sürecini analiz etmeye geri dönecek olursak şimdi gözünüzün önünde şu sahneyi canlandırmanızı rica ediyorum: 
Yeni bir yıla merhaba demeden kısa bir süre önce anneniz sonsuz ebedi yolculuğuna devam etmek üzere fiziksel realiteden ayrılmış ve size eşsiz bir yılbaşı hediyesi bırakmış. Bu hediye ne olabilir ya da siz nasıl bir hediye ile temas etmek istersiniz???
Clara ya annesi yumurta formunda kilitli bir kutu armağan olarak bırakmayı 
seçmiş. Sizce içerisinde ne olabilir bu gizemli kutunun? 
Her birimizin bildiği üzere yumurta hazır hissettiğinde içeriden varoluşsal bir güç ile kırıldığında yaşam serüveni başlar. Dışarıdan müdahale ettiğimizde o eşsiz varoluşsal gücün kendisini ifade etme biçimine müdahale etmiş oluruz ve yaşam bu nedenle pek ahenkli başlamadığı gibi sürmeyebilir de.
Clara nın yumurta biçimindeki kutusunun üzerinde bir anahtar deliği bulunmaktadır ve Clara hemen o anahtarı bulmaya doğru yola koyulur. Her birimizin altın bir iplik ile sarmalanmış bir anahtarı mevcut ve işin özünde her birimiz bizleri özgürleştirmek üzere, özümüzdeki bilgeyi uyandırmakla vazifeli o anahtarı aramıyor muyuz? Lakin anahtarı nerede aradığımız önem teşkil ediyor. Bizler de tıpkı Clara gibi önce o anahtarı o altın ipliği takip ederek dış dünyada arayışa koyulmayı seçiyoruz genellikle. Sonrasında bir fare çıkıp anahtarımızı kaptığı gibi arkasına bile bakmadan hızla bizden uzaklaşırken, bizleri de kendimiz ile bütünleştirecek ve o anahtarın en başından beri zaten özümüzde olduğunu hatırlatacak bir oyuna davet ediyor minik fareler. Clara nın hikayesinde, utangaçlığın timsali olarak nitelendirilen minik bir fare bu misyonu üstlenirken acaba bizlerin yaşam yolculuklarındaki fareler kimler ve neler olabilir, düşünelim mi? 
Yaşam Ağacının köklerini kemiren şeytan olarak sembolize edilen fareler; bizleri sonsuz yaşam döngüsünü, ebedi yaşamı fark etmemize vesile olurken eş zamanlı olarak da dünyevi karmaşanın ve albeninin tuzağına itiveren akıllarını usta bir zeka ile kullanan hayvanlar gibi görünüyorlar, sizce?

Clara anahtarının peşinden inançla giderken bambaşka bir diyara daha doğrusu diyarları keşfeder. Her daim içinde olan güzelliklerin dışa yansıması ile buluşur. Zerafetle, mükemmellikle, huzurla, aşka donatılmış bir saray. Bu sarayın  merkezinden döne döne sarmal merdivenle  uzanan dört diyar: çiçekler diyarı, kar taneleri diyarı, şekerler diyarı, eğlence diyarı. Döne döne tırmanarak bilincin farklı bir boyuta yükselen
Clara yı seyr ederken sarayın hemen hemen her köşesinde bulunan kuğu sembollerine dikkatinizi yöneltmenizi isterim; kuğudan yapılmış sandalyeler, kapı tokmakları, sarayın dış cephe süslemeleri... Güzelliğin, saflığın ve ışığın aynı zamanda ömür boyu süren tek eşlilikleri ile sadakatin sembolü kuğu kuşları.
Her birimizin özündeki saray da ışıklı bir saf güzelliği temsil eder. Dışarıdaki karmaşanın yegane amacı, gerçek anahtar ile bu sarayın kapısını açmamıza vesile olmaktır. 
Clara bir zamanlar annesinin hükümdarlığındaki bu saraya vardığında şekerler diyarının perisi (Keira Knightley) onu büyük bir sevgi ve içtenlikle tatlı tatlı karşılar. Clara ya anahtarını bulabilmesi için onu destekleyeceğini söyler. Ve eğlence diyarının perisi (Helen Mirren) ile aralarındaki savaştan bahsederken zencefil annenin (eğlence diyarının perisi) kötü kalpli bir düşman olduğuna Clara yı inandırmayı başarır. Masum Clara, şekerler diyarının perisine mutlak bir inanç ile bağlanır. Yaşamın özünde de bize sevecenlikle, uyumlu, şefkatli yaklaşan durumlardan ve kişilerden pek şüphe etmeyiz. Ancak her tatlının özünde acıyı da barındırdığını kendimize hatırlatmakta fayda var. 
Her birimizin varoluşsal dinamiğinde;  edilgen olarak dişil enerjinin görkemini yansıttığımız bir boyutumuz (Çiçekler Diyarı), disiplin, karalılık ve iç gözlem ile zamanın kalbinde iz bırakmak adına iz sürdüğümüz bir boyut (Kar Taneleri Diyarı), büyümek, yayılmak genişlemek, kendimizi geliştirerek özümüzdeki mutluluğu tatlı talı deneyimlemek istediğimiz bir boyut (Şekerler Diyarı), bilinçdışımızın temsili ifadelerini söze dönüştürmek için birazcık çocuksu bir merakla zihnimizi özgürleştireceğimiz bir boyut (Eğlence Diyarı) mevcuttur. Sır; tüm bu boyutların denge halinde özgürce akışta olmasıdır. 
Clara bunu başardı nasıl mı? Bu kısmı filmde izlemenizi öneririm küçük bir ipucu verecek olursam; yumurta formundaki gizemli kutuyu hatırlıyor musunuz? O kutu bir müzik kutusu ve eş zamanlı olarak bir ayna içeriyor. Aynalar herhangi bir şeyi olduğu gibi yansıtırlar böylelikle bilinç ve yansıması bir olur. Hakikatin özü berraklıkla ortaya çıkar. 
Belki de aynalar bizlere; aradığımız herşeyin özümüzde saklı olduğunu her an yansımaktadırlar, ne dersiniz? 






12 Mayıs 2018 Cumartesi

ZAMANIN KALBİNDE İZ BIRAKMAK


"En zor kararlar, en güçlü iradeler tarafından verilir."
                                                                                                               Thanos
Avengers: Sonsuzluk Savaşı-I



Marvel evreninin, iştahlı bir merak ve dört gözle beklenen baş yapıtlarından birisi olan "Avenger: Sonsuzluk Savaşı-I (Avengers: Infınıty War-I)" filminin analizinin yorumu olan bu yazıyı, filmi izlemeyenler de rahatlıkla okuyabilir ve kendi öz benliklerine dair birçok şey hatırlayabilirler...

Sorabildiğimiz her bir sorunun bir de yanıtı vardır. Ve her  bir soru yanıtını özünde barındırır. Bu yazının ara başlıklarında belirli sorulara yer veriyorum. Kendinize biraz daha yakınlaşmak belki bugüne değin keşfetmediğiniz bir niteliğinizi mercek altına almak adına bu sorulara yanıt verirken saatinizin alarmını 6 dakikaya kurmanızı rica ediyorum. Soruyu okuyun elinize bir kağıt ve kalem alın ardından  saatinizin alarmını  6 dakika sonrasına ayarlayarak telefonunuzu ya da saatinizi gözünüzden uzak bir yere yerleştirin. 6 dakika boyunca bu sorulara ilişkin yanıtları zihninize ne geliyorsa herhangi bir yargılamadan, sorgulamadan bağımsız olarak kağıda dökün, özünüzün sesinin bir yansıması olarak ...
Kağıdınızı, kaleminizi ve saatinizi hazırladı iseniz, başlayalım mı? Haydi bakalım...

1. 6 Dakika: 
' Muazzam boyuttaki güçlere vakıf olan bir varlık olduğunuzu düşleyin. Şöyle ki; zamanın farklı boyutlarına yolculuk edebiliyorsunuz, üstün zekanız sayesinde zihin okuyabiliyor ve zihinleri yönetebiliyorsunuz, gerçekliği değiştirebiliyorsunuz, diğer boyutlardaki varlıklar ile iletişim kurabiliyorsunuz ve fiziki olarak da çok ama çok güçlüsünüz (gerçekte zaten öylesiniz şu an bunu hatırlıyor ya da hatırlamıyor olabilirsiniz) evrenimizdeki kaynaklar hızla tükenmekte ve siz içten içe bu kaynakların tükenmesine çok üzülüyor ve bunun için birşey (ler) gerçekleştirmek istiyorsunuz. 
Ne(ler) gerçekleştirirsiniz? '

Mevcut zaman(baba) ve alanın(anne) birleşiminden oluşan var oluşumuzda odağımızı içsel kaynaklarımızın keşfine yöneltmek yerine dışsal kaynaklara yoğunlaştırdığımızdan ötürü kendi kendimizi kısıtlayan varlıklara dönüştük, değil mi? Özgür olduğumuzu zannediyoruz pek çoğumuz halbuki doğanın koşulsuz gücünü ve öz gücümüzü; zamanımızı doya doya, sindire sindire deneyimlememize aracılık edecek öz varoluş kaynaklarımızı hatırlamak yerine; zamanımızı hızlandıracak, kısaltacak bir kaos düzeni yaratmadık mı? Ve hiç şüphesiz ki; bunun bedeli ağır olmakta, olacaktır ve oluyor, dinliyor musunuz?

Tüm bu kaosun, hızın, hızlı olabilme tutkusunun, zamanla hoyrat bir çekişmenin, hep daha fazlasını istemenin ve hep daha iyisini, hızlısını, mükemmelini elde etme arzusunun, tek bir amaca hizmet ettiğini dile getirebiliriz. O da: "ölüm"ü red etme, ölümden korkma, ölüme yönelik kaygı duyumsama...Bir önceki cümleyi yeniden okuyacak olursak ; "yaşam"ı red etme, yaşamdan korkma, yaşama yönelik kaygı duyumsama... Sizce hangisi gerçek, öz olan? Her ikisi de tabi ki; nihayetinde Dünya adını verdiğimiz yuvamızda herşey zıttı ile var olabiliyor. Herşey özünde ikilik barındırarak anlam kazanabiliyor. Tek bir şeye nihai son verebiliriz yani öldürebiliriz o da; "ikilik"tir. O vakit, yaşamın sonsuzluğunda farklı bir boyutta varoluşumuzu sürdürürüz.


2. 6 Dakika: 

 "ölüm"ü yazın. Ölüm kelimesi ile başlayın ve zihninize her ne geliyorsa kaleminizden kağıda akmasına gözlemci olun, keyifli 6 dakikalar...


"Le soleil ni la mort ne se peuvent regarder en face"
(Güneşin ya da ölümün yüzüne doğrudan bakamazsınız)

Her an bir ölüm anıdır. "An" a temas ettiğimiz tek an= ölüm dür. Şu an ölmekte olduğunuzun farkında mısınız? Her nefes alış------veriş : fiziksel bedenin ölümüne doğru atılan bir adım. Bugüne değin; ölüm mütemadiyen nihai bir son olarak insanoğlunun zihnine çapalanmıştır. Lakin ölüm, yepyeni bir başlangıcın doğum noktasıdır. Ölümün varlığı, yaşamı çoşkulu bir serüvene dönüştürür. Alan ve zaman bir olduğu an, sonsuz varoluşumuz bir beden alır ve o bedenin bir sonu vardır ancak varoluşumuz ebedidir. Ölüme genellikle "korku" duygusu ile yanıt veririz çünkü ölümün yepyeni bir başlangıç olduğu gerçeği iliklerimize değin işlediği, tüm hücrelerimiz ile herşeyi hatırladığımızdan dolayı asıl korku beslenen; yeniden doğuş gerçeği ile yüz yüze gelerek kendi gücümüz ile buluşmaktır. Kendimizden, öz benliğimizden kaçıyoruz...  Peki bunu nasıl tersine dönüştürebiliriz?
İçsel/öz kaynaklarımızı uyandırmak için ne(ler) gerçekleştirebiliriz? 

Şu an dışsal dünyamızda yıkımlar, yok oluşlar, sıkıntılar, buhranlar gözlemlemekteyiz. Dış dünya, iç dünyamızın bir yansıması olduğuna göre şunu çok açık bir şekilde belirtebiliriz ki; iç dünyamızda artık bizim varoluşsal doğamıza uygun olmayan kalıplar; değer yargıları, toplum tarafından bilinçdışımıza işlenenler bir bir ölmekte, yıkılıp yok olmakta. Yeni olanın doğabilmesi için eski olanın yıkılması ve dönüşmesi gerekir, değil mi? Dönüşüm; herşeyi olduğu gibi kabul ederek tepkisellikten arınarak, özündeki huzur ile bir olmaktır her an. 

Her yıkım varoluşun en parlak ışığını tohumunda barındırır...

Çoğu insan varlığı, kendisine doğru nasıl keşfe çıkacağı yönünde kararsızlık tünelinde yol almaktadır. Kendimizi keşfedebilmek için;  bugüne değin öğrendiğimizi, bildiğimizi zannettiğimiz herşeyi bırakmamız gerekiyor. Yani öncelikle kabımızı boşaltmalıyız. Gürültülü bir zihin (sürekli -meli/-malı'lar, gereklilikler, zorunluluklar ile cebelleşen zihinler) özünü hatırlayamaz. 

İlk adım zihni ehil bir biçimde kullanmayı hatırlamaktır. Bunun en iyi yolu öncelikle psikolojik danışmanlık sürecine baş koyarak meditasyon yolculuğunda ilerlemeye niyet etmektir.

Zihin soğuk olmalıdır ki varoluş ateşinizin özünde dönüşerek 
gerçekte kim olduğunuzu hatırlayın...


3. 6 Dakika: "ben" kelimesi ile başlayarak 6 dakika boyunca yazın, keyifli serüvenler...


İlk adım zihni ehil bir biçimde kullanmayı hatırlamak, peki bunu nasıl gerçekleştireceğiz?
Sizde en yoğun olarak "acı" duyumsatan olay, kişi, durumlara odağınızı yönelterek. Acılarınız sizin gerçek siz olmanıza destek veren en önemli kahramanlarınızdır. Acı duyumsadığınızda, merak ederek bu duygunun izini sürebilmeye iştahlı olmak da çok mühim eş zamanlı olarak. Çoğu insan "acı" duygusunu bastırarak, bir diğerine yönelterek veyahut başka bir forma dönüştürerek ifade etmeye çalışsa da bu nafile bir çabadır. Asıl olan emek vererek adım adım acının kaynağına doğru ipuçlarını takip ederek yol almayı seçmektir. Bu yolculukta ilerleyen tünelin ucunda sizi sonsuz ateşin gücü ile parıldayan bir ışık karşılıyor olur: AŞK.


4. 6 Dakika: "aşk"ı yazın...

YAŞAM-ÖLÜM = SONSUZ AŞK 

Aşk; yegane gerçeklik ve ölüm ile bir olmaktır...Gerçekliğin kıvılcımlarından öz doğar.

Şimdi biraz Avengers Infınıty War-I filmine geçiş yapmak istiyorum. Filmin baş kahramanı Thanos adındaki bir Titan ona deli Titan diyorlar çünkü evrendeki kaynakların hızla tükenmesine yönelik tek çözümün rastgele bir biçimde  evrenin yarısını yok etmek olduğuna inanıyor. Ve bunu yapabilmek adına "sonsuzluk taşları" adı verilen kozmik güçlerin peşine düşüyor. Ve filmin sonunda bunu başarıyor parmaklarını şıklatıyor ve evrenin yarısı pufff...

İşin özüne bir mercek uzatacak olursak; Thanos un gerçek bir savaşçı olduğunu idrak edebiliriz şöyle ki; Satürn (zaman/karmanın efendisi) ün uydusu olan Titan da evrene gözlerini açarak merhaba dediğinde annesi tarafından öldürülmek isteniyor çünkü "deviant sendromu" adı verilen genetik bir bozukluk ile doğuyor. Çok zeki olan Thanos, sürekli dışlanarak tek başınalık deneyimlerinin yoğun olduğu bir yaşam sürerken birçok doğaüstü varoluşsal niteliği ile meditasyon(öz'e yolculuk) uygulayarak buluşuyor.  Farklılığı nedeni ile sürekli dışlanan Thanos, herşeyin amacını sorgulamaya yöneliyor, acının kalbine doğru ilerlerken "Ölüm" ün vücut bulmuş haline (Mistress Death) gönlünü kaptırıveriyor. Hayatının aşkı ölüm uğruna evreni avuçlarının içerisine alabilmek o andan itibaren tek gayesi oluyor.
Thanos un yaşamı ölümün gözlerinde anlam buluyor, sözün özü ile...Ancak sonrasında aralarındaki ilişkide oluşan anlaşmazlıklar sonucu Ölüm (Mistress Death), Thanos un kendisine yaklaşmaması için onu ölümsüz kılıyor. Düşünsenize Thanos ölümsüzlüğü tadarken aslında mevcut bedeninin sınırlarına hapsolarak her an ölümü deneyimliyor...

Kendinizi bir an için bu güçlü, yürekli, sonsuz güce sahip, ölümsüz, mor dev Thanos un yerine koyun ve onun gözlerinden seyre dalın kainatı... Anneniz sizin varoluşunuzu desteklemiyor, sizi öldürmek istiyor. Bir diğer deyim ile; içerisine doğduğunuz alan/mekan tarafından istenmiyorsunuz. O vakit bilinçdışınıza bir tohum ekiliveriyor: "o alanı ve mekanı yok etmek". Özde vücut bulması istenen ise; sevilmek, şefkat duyumsamak, ait olduğunu hissedebilmek, takdir edilmek. İnsan istenmediği durumları/olayları, red edildiği kişileri pek sevmez değil mi, özde ise en çok sevdikleri ve yakınlaşmak istedikleri de onlardır.


Nitekim Thanos kendi annesini ve ırkını da kat etmiş bir deli titan. Bunu niye gerçekleştiriyor sizce? Acısının özüne doğru yürüyor ve şefkat, sevginin gücü ile buluşmak istiyor. Thanos özel bir savaşçı; gözlerine dikkatle bakarsanız ışığı ve merhameti görebilirsiniz. Filmde yer alan tüm savaş sahnelerinde son derece adil bir dövüş sergiliyor, tüm avengers savaşçılarından  daha güçlü olmasına karşın hileye başvurmuyor ,(son sahnelere kadar Vision dan Zihin taşını alırken zaman ile oynaması dışında, zaten o an zamanda bir kırılma yaratıyor bunun sonucunu ikinci filmde izleyeceğiz), tutkulu, heyecanlı, sebatkar, inandığı şey uğruna sonuna kadar savaşabilecek kadar cesur ve hayatın gizemini görebilen, ışığın savaşçısı Thanos. 

Thanos, aslında bizlere ölüm ile yaşamın sonsuz bağlılığını aralarındaki sonsuz aşkı hatırlayor. Ölümün bir son olmadığını sadece bir geçiş olduğunu zamanın kalbine işleyerek sonsuz bir iz yaratıyor. Ölümü fark etmek nihai Uyanış tır.
 Jim Starlin in Thanos karakterini,  bir psikoloji dersi sürecinde yaratmış olması hiç de tesadüf değil :) Acılarımızın bizim özümüzdeki gücü uyandırmak üzere tetikleyici bir aracı olduğunu Thanos karakteri bizlere bütünü ile başarıyla aktarıyor.

5. 6 Dakika: "zaman" ile başlayın. Zaman....

Zamanın kalbinde çok güçlü bir iz bırakmak sizin için ne ifade ediyor? Zihninizde ne(ler) uçuşuyor? :)

Zaman; zihindir. Zaman, yaşamın döngüselliğine anlam kazandırabilmek adına zihinde oluşturulmuş bir araçtan ibarettir. Günümüz insanı zamanı yatay gerçeklikten ibaret zannetmektedir. Doğum---yaşam---ölüm, basamaklarında ilerlemekte oldukları illüzyonuna kendilerini kaptırmışlardır. Oysa ki; zaman döngüseldir. Ölüm-doğum iç içedir. Zihindeki ikilik son bularak bir oluncaya değin, öz yuvaya dönene kadar yeniden doğum ve yeniden ölüm döngüsel halde tezahür eder taki herşeyde Tanrı'yı/Allah'ı/Yaratıcı'yı/Sonsuz Enerji yi görene değin...



Sonsuzluk, bilincin bir yansımasıdır. Bilinciniz nerede kök salmakta ise bu sizin sonsuzluğun özündeki enerjinizi yansıtır. Avengers Infınıty War-I filminde de Thanos un sonsuzluk taşlarını bir bir ele geçirmesini ve her bir taşın kendine has gücünü kullanarak gücüne güç katmasına şahit oluyoruz.

6. 6 Dakika: "sonsuzluk" kelimesi ile başlayarak 6 dakika boyunca yazın.

Filmde 6 adet sonsuzluk taşı mevcut ve öz olarak nitelikleri şöyle (Thanos un taşları elde ediş sırasına göre aktarılmıştır) :

1. taş: GÜÇ ; sonsuz kuvvet, enerji,

2. taş: UZAY; boyutlar arası uzayda seyahat,                    

3. taş GERÇEKLİK; gerçekliği her an değiştirme,
                               farklı bir boyut kazandırma niteliği,

4. taş RUH; ruhlar ile iletişim kurabilmek,

5. taş ZAMAN;  zamanın kontrolünü sağlama,

6.taş ZİHİN; zihin kontrolü, telepati-telekinezi nitelikleri.

* Bir sonsuzluk taşı olsanız, hangisi olmayı seçersiniz? 

7. 6 DAKİKA: seçtiğiniz taş hakkında 6 dakika boyunca taşın gücü kalem ve kağıdınız ile buluşsun.



Thanos, tüm taşların belirli yerleri olan bir eldiveni eline takıyor ve taşlarının gücünü tezahür ettirebilmek adına el parmaklarını oynatıyor.

Her birimiz Thanos kadar güçlüyüz ve Evren avuçlarımızın içinde ve parmaklarımızın sihirli uçlarında, evet doğru okuyorsunuz, gerçekten de öyle. 
Thanos her bir parmağın kendine has gücünü kullanrak mudra uygulaması gerçekleştiriyor. 
Mudra; el mühürü ya da ellerin mistik tutuşu olarak nitelendirilebilir.
Elin her bir noktası beyinde ve bedende bir bölüm ile bağlantılıdır. Ellerimiz, sonsuz şifa kaynağıdır. 

Şimdi ellerinize bakışlarınızı yöneltin, avuç içlerinize, parmaklarınıza dikkatinizi yönelterek bakın, evrenin nabzını dinliyor musunuz?

Baş parmağınız "ateş" elementini temsil eder ve dönüştürücü gücü her sonun bir başlangıç olduğunu temsilen makro-kozmos u, sezginin gücünü  sembolize etmektedir.

İşaret parmağınız "hava" elementini temsil eder ve düşünce gücü ile büyümeye, genişlemye ve yaratmayı temsilen mikro-kosmos u, ilhamın gücünü sembolize etmektedir.

Orta parmağınız "eter" elementini temsil eder ve sonsuz ifade gücünü, zihnin ve kalbin berraklığı ile yaratmayı  sembolize etmektedir.

Yüzük parmağınız "toprak" elementini temsil eder ve varoluş gücünü, dayanıklılık ve kudreti sembolize etmektedir.

Serçe parmağınız "su" elementini temsil eder ve yaşam gücünü, uyumu, yaratıcılığı, yaşam enerjisini sembolize etmektedir.

Thanos, filmin sonunda baş, işaret ve orta parmaklarını birbirlerine dokundurarak, filmdeki deyim ile;  evrenin yarısını yok ediyor. Aslında ne yapıyor? Baş parmağı: güç; işaret parmağı: büyüme, genişleme; orta parmak: odaklanarak yeni bir alan yaratma. Ve mucizevi birşeyler gerçekleşiyor. 
Gerçeklikte tabi ki kahramanlar ölmediler sadece başka bir boyutta yaşam serüvenlerine devam ediyorlar.

 Haydi deneyelim mi? :)

Kubera-Mudra 

Herhangi birşeyi ararken uygulanan bir mudradır. Soyut ya da somut olabilir. Bir fikir belki sorduğunuz bir sorunun yanıtı, belki de kaybettiğiniz bir eşyanızı bulmak adına bu mudrayı uygulayabilirsiniz. Ayrıca gerçekleşmesini istediğiniz niyetinizin tezahürünü kuvvetlendirmek için de uygulayabilirsiniz. Bir başka deyim ile; zamanın kalbinde iz bırakmak adına... ;) 

Uygulama: 

Rahat, omurganız kuyruk sokumundan başın tepesine değin dik, esnek olacak şekilde oturun. Sandalyede oturmayı tercih etti iseniz, ayak tabanlarınız yeryüzü ile buluşuyor olsun, lütfen. Ellerinizi fotoğraftaki gibi konumlandırın. Baş, işaret ve orta parmak birbiri ile temas hailnde hafifçe basınç uygulayın yüzük ve serçe parmağınız ise avuç içine doğru bükün.
Ve isteğinize zihinsel odağınızı yönlendirin, lütfen. 5 dakika boyunca nefesiniz özgür doğal akışında akarken zihninizibulmak ya da yaratmak istediğinize yöneltin.
İki hafta boyunca günde 1 ya da 2 kez uygulayın ve mucizenize şahit olun.

*Mudralar hakkında detaylı olarak bilgilerinizi hatırlamak isterseniz 9-10 Haziran da Üsküdar Üniversitesi Süreki Eğitim Merkezi ve Getipmer işbirliği ile gerçekleşecek olan "Meditasyon Atölyesi"nde bu bilgileri açıyor ve aktarıyor olacağım. Aşağıdaki linkten detaylı bilgi edinebilirsiniz:

http://usem.uskudar.edu.tr/egitim/meditasyon-atolyesi


İşte size Thanos un sırrını açıkladım. Ellerindeki sihirli gücü kullanarak nasıl zamanın kalbinde iz bıraktığını aktardım. 

Şimdi sıra sizde. Zamanın kalbinde iz bırakmaya hazır mısınız? 

7.7 Dakika: "zamanın kalbinde iz bırakmak"... 6 dakika boyunca zihninizin ve kalbinizin derinliklerine bir göz gezdirin, iyi eğlenceler...

** Sizlere  6 dakika boyunca yazılar yazdırmış olmamın amacını mı merak ediyorsunuz?
*Çünkü yazı yazmak; kalbin sessinin madde realitesine tezahür ettirmektir.

"Kalp, Tanrı'nın var olduğu merkezdir. Bir insanın kalbine dokunduğunuzda o da uyandırılır."
Yogi Bhajan



ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisinin Kurucusu
www.vestaakademi.com

22 Nisan 2018 Pazar

EVRENLE EL SIKIŞMAK


YA EVREN HEPİMİZİN İÇİNDE İSE...

Şimdi  gözlerinizin önüne davet etmenizi istiyorum, zihninize şu soruyu yönlendirin ve bedensel duyumlarınıza kulak kabartın, lütfen: "herşey her an istediğim gibi mümkün olsa;  nerede, hangi zamanda, nasıl var olmayı seçerim?"

Biz, yaratma potansiyeline muktedir insanoğlu bunu her an gerçekleştiriyoruz zaten ancak analitik psikoterapinin kurucusu üstat Carl Jung un da altını çizdiği üzere; bilinçdışını bilinçli hale dönüştüremediğimiz her an bizzat kendi yaratımlarımıza tek bir ad atfediyoruz: "kader" :)

Bilim adamı, Alex Murry (Chris Pine),  güzeller güzeli, zeki astro-fizikçi eşi Dr. Kate Murry (Gugu Mbatha-Raw) ile gerçekleştirdikleri heyecanlı sunumda keşfettikleri hiper küpün işleyişini anlatıyor, meraklı gözler ile kendisini izleyen topluluğa sesleniyor:  zamanı  katlamak mümkündür. "Zamanda ve mekanda yolculuk için  sadece doğru frekansa dokunmamız yeterli." diyerek sürdürüyor heyecanlı konuşmasını Dr. Alex Murry... Doğru frekansa dokunmak için ise uzay mekiklerine, uydulara, füzelere vb. uzay araçlarına ihtiyacımız yok, tek ihtiyacımız olan zihnimiz. Zihnimizi doğru frekansa uyumladığımızda yıldızlara dokunabiliriz...Ve ekliyor değerli bilim adamı Murry: "ya evren hepimizin içinde ise..." Salondaki dinleyiciler arasında uğultular, şaşırmış yüz ifadeleri ve kahkahalar yükseliveriyor bir anda. Buradaki dinleyiciler şu an Dünya adını verdiğimiz gezegenimizdeki beş duyu ile sınırlandılmış, 3. boyuta sıkışıp kalmış, zihin hapishanesine hapsolmuş varlıkları gösteriyor bizlere...Sorgulamayı boş vermiş, kendisine gösterilen herşeyi mutlak doğru/gerçek olarak algılamaya ve öğrenmeye alışmış, keşif ruhunun üzerine ölü toprağı serpilmiş, kendini kendinde kaybetmiş varlıklar...


Lakin ışığın savaşçıları var; mütemadiyen sorgulayan, şüphenin ışığı ile yol alan, yüreği ile görebilen, gerçeği arayışta olan, sürekli korlanan bir ateş misali merakla, iştahla, sevginin gücü ile "öz"e doğru yol alma cesaretine muktedir olanlar. İşte onlar ki; eskiyi bütünü ile yok edip, yıkarak, sadece öz sevginin titreşiminde yepyeni bir Dünya yaratmaktalar. Nerede ve ne zaman mı bunu gerçekleştirmekteler? Şu "AN", tam da gözlerinizin önünde, dikkatli bakıyor musunuz? 
Göreceksiniz, görüyorsunuz..

"Önce seni görmezden gelirler, 
Sonra sana gülerler, 
Sonra seninle savaşırlar,
Sonra...
Sen kazanırsın..."     
                                                         Mahatma Gandhi 

Zamanın özündeki titreşim dalgalarında özgürce süzülerek, rengarenk büyüleyici, ışıl ışıl, spiritüalizm ile kuantum fiziğinin ahenkli bir dans gösterimine şahit olmak ve bir bilge yüreğin  nasıl ışığın savaşçısı olduğunu hatırladığına da tanık olmak niyetinde iseniz; izleyeceğiniz  bu filmin adı:
ZAMANDA KIVRILMA (WRINKLE IN TIME) olmalı. 


Madeleine L'Engle'ın ölümsüz, bilge ışık zihninin Dünya gezegenine armağanı olan kitabının vizyona uyarlaması olan bu filmi kendi özünüzdeki ışık ile buluşmaya uzanan bir yolculuğa, keşfe çıkmak isteyen her özgür birey izlemeli.

Zamanda Kıvrılma; baba-kız hikayesinin çok ötesinde; sonsuzluğun özündeki "an" daki gerçekliğin/ışığın hikayesini aktarıyor bizlere... Verdiği mesaj ise çok açık: ışığa doğru yol alırken eş zamanlı olarak karanlık ile yüzleşmek zorundayız. Gölgelerimiz ile yüzleşmeli ve onları oldukları gibi kabul ederek varoluşumuzu olduğu gibi kabul etmeliyiz ki saf ışık olduğumuzu hatırlayalım. 

"Bir ağacın dallarının cennete uzanabilmesi için köklerinin cehenneme ulaşması gerekir." 
   Ortaçağ Simya Sözü 

Şimdi bir gözünüzün önüne getirin başarılı bir bilim adamı olan ve evrenin sırlarını açığa çıkarmak için gecesini gündüze katmış, sevginin gücüne inanarak aşkla yolunda ilerleyen çok değerli bir babanız bir anda ortadan yok oluyor ve kendisinden tam 4 yıl boyunca hiçbir haber alamıyorsunuz. İlk zihninize ne gelir? Kaybolmuş olabileceği değil mi? Evet, ancak ya babanız kainatta kaybolmuşsa, onu nasıl bulmayı planlarsınız?
Tek bir yanıt var: onu bulacağınıza tüm yüreğiniz ile inandığınızda; değil mi? İnancın keskin kılıcı önünde kim/ne nasıl var olabilir ki? Hele ki bu keskin kılıç sevginin gücü ile ışıyorsa... Tüm kainattaki en yüksek titreşim sevgi duygulanımının frekansıdır. Ve bir kez sevginin frekansı ile bütünleşip bir olduğunuzda herşeyi zihin gücünüz ile  gerçekleştirebilirsiniz...

Dr. Alex Murry, sevgi frekansının gücünü keşfetmişti. İnsanlığa farklı diyarlar gösterebilmek adına galaksiler arası bir yolculuğa uzandı lakin birtakım sınavlar vermesi gerekirken eş zamanlı olarak kızı Meg Murry nin özündeki ışık ile buluşmasına vesile olmak adına bir misyonu daha gerçekliğe  adım adım dönüştürmekte idi.

Siz hiç düşündünüz mü; acaba anne ve babanızın sizin hayatınızdaki görevleri ne(ler) olabilir? Haydi şimdi düşünmeye davet edin kendinizi. Anne(mekan/alan) ve babalarınızı(zaman) siz seçtiniz peki bu seçimi neyi/neleri hedefleyerek gerçekleştirmiş olabilirsiniz acaba? 
Ya siz, anne ve babanıza neyi hatırlatmaktasınız? 
Belki de siz anne ve babanızın bilge öğretmenisiniz belki de gurusu, kim bilir...


Her bir insan varlığı Dünya adını vermiş olduğumuz ve fiziki mevcudiyetimizi sürdüğümüz bu gezegenin kapılarını bir anne (mekan/alan) ve bir baba (zaman) nın bir olması ile açıyor. Ve sonrasında bu alan ve zamanı keşfe başlıyoruz nihai hedef kendimize; özümüze geri dönebilmek. Dışarıda hiçbir şey yok, kendimizden başka...Nihayetinde her birimiz "bir" in farklı suretleri/frekansları olarak eve dönüş yolculuğumuzu gerçekleştirirken kendi gölgelerimiz ile karşı karşıya geliyoruz. Bu nasıl mı oluyor? Şimdi gözünüzün önüne en gıcık olduğunuz, hiç hoşnut hissiyatlar içermediğiniz bir kişiyi çağırın. İlk zihninize gelen daima en doğru olandır, sizi şaşırtmış olsa da... Bu kişide sizde rahatsızlık hissiyatı uyandıran her ne ise, işte o sizde de mevcut, o sizin gölgenizin bir yansımasından ibaret.

Daima hatırlayalım ki; bizde/özümüzde olmayan birşeyi dışarıda göremeyiz; bizde/özümüzde mevcudiyetini sürdürmeyen birşeyi bir diğerine veremeyiz/sunamayız...

FEVKALADE KÜPLEYELİM O ZAMAN...

Dr. Alex Murry,  pırıl pırıl ışıldayan gözlerinden zekanın kıvılcımlarını sevgiyle yayan iki dahi çocuğun babasıdır. Meg Murry (Storm Reid), kendi fiziksel dış görünümünden pek hoşnut olmayan, eşsiz yetenekleri ve doğal güzellikleri yerine kusurlarına odaklanmayı seçmiş, üzgün ve kendi içsel çatışmaları olan, yaşama karşı şüphe gözlüklerinin ardından bakmayı seçen ancak herşeyin ötesinde cesur kocaman sevgiyle titreşen  yüreğe sahip zeka küpü bir ergen. Küçük kardeşi Charles Wallace (Deric McCabe) ise hani büyümüş de küçülmüş derler ya işte tam da öyle bir minik dahi. Kimbilir şu an fiziksel bedenin ötesindeki gerçek yaşı kaç? Çoğunlukla karşımızdaki bireyi doğum tarihine göre değerlendirme gibi bir eğilimimiz var halbuki kim bilir o özgür birey kaçıncı kez Dünya deneyimini deneyimlemekte, hiç düşünüyor muyuz?




Meg, babasının birdenbire ortadan kaybolmasını kendi içselliğinde bir türlü kabullenemez ve babasının bir zaman geri döneceği inancına sıkı sıkıya sarılmakta iken bir yandan da babasını arayışa çıkmak istemekte ancak bunu nasıl yapabileceğini henüz bilememektedir. Charles Wallace ise çok sevdiği kıymetli ablasının bu üzüntüsünden yola çıkarak, babasını nasıl bulabileceğine dair yollar aramaya başlar ve babasını bulabilmeyi öz sevgiyle o kadar içten saf, masum ve şefkatle diler ki; evren bu saf ışığa tabi ki kayıtsız kalmayacaktır.
Babasını bulabilmesi için evrende ışığı yaymak ve büyütmek ile görevli 3 Işık Savaşçısını Charles Wallace ın frekans boyutunda biçimlendirir. Charles Wallace, babasını arama yolculuğuna koyulabilmek için öncelikle ablası Meg i ikna etmek durumundadır. Minik dahimiz bunu büyük bir ustalıkla yavaş yavaş zihnin açılımlarına saygı duyarak gerçekleştirir.

Her birimiz sadece hazır olduğumuz an öz/saf gerçeklikle temas halinde olabiliriz. Zaman adını verdiğimiz boyut kişiye özel ve sadece bilinç ile ilişkilidir. Bilinciniz şu an nereye kök salmakta ise o zaman boyutunu deneyimlemektesinizdir. Bilincinizin kapılarını sonsuza açmayı denerseniz beş ve ötesi boyutlar ile her an iletişim halinde olduğunuzu görür ve Evren in mütemadiyen sizin ile konuştuğu farkındalığına erişebilirsiniz. Peki bunun için ne mi yapmak gerekiyor? Hiçbir şey. Evet, doğru okumaktasınız: HİÇBİR ŞEY. Olanı olduğu gibi kabul ederek akışa bütünüyle teslim  olabilmek, teslimiyet bilinci içerisinde "bir"liği deneyimlemek. Kendinize şiddet olmayan bir dil ile yaklaşarak daima saygı, şefkat ve sevginin zemininde var olmayı seçerek. Bir kez sevginin frekansına uyumlandığınızda diğer boyutlara açılım kendiliğinden gerçekleşir. Ve bu okyanusun en karanlık sularının dibine, en dibine elinizle değmektir, eş zamanlı olarak. 
Ancak "hazır olma" hali önemlidir. Hazır olmadığınızda sinir sisteminiz yüz yüze geldiğiniz gerçekliği anlamlandıramayabilir ve bunun gerçekleşmesini Evren asla istemez...

Sevgi, saf ışıktır. Bizler ışık varlıklarıyız ve şu zamanın kalitesinde bilim adamları ışık hızının 300.000 km/sn ile evrende yol alabildiğini ön görmektedirler ancak yapılan şey; ışığın hızına erişmeye çabalamaktır. Oysa ki ışığın ta kendisi iken kendine erişmeye, ulaşmaya çabalamak ne kadar ironik, değil mi? Aslında bu madde düzeneğine yapışıp kalmış zihin boyutunun bir özetidir. Herşeye yetişmeye çaba sarf eden, sürekli birşey olabilme yolunda kendinden uzaklaşan insan varlığı tabi ki kendisini, ışık hızına erişebilmenin imkansızlığına inandırmayı seçer. Oysa ki, olmakta olduğun şey ile tam bir olma hali ışık olduğunun idrakıdır böylelikle varılacak, gidilecek, yetişecek birşeyin mevcut olmadığını da idrak edebiliriz.

Işık olduğumuzu idrak edebilmek adına atabileceğimiz ilk adım: karanlık ile yüzleşme cesaretimizi uyandırmamızdır işte o an istediğimiz alan ve zamana fevkalade küpleyebiliriz.
Meg Murry, babasını arama serüvenine baş koyarken, aslında kendi ışığı ile bir olacağı bir maceraya atıldığını nereden bilebilirdi ki :)


Filmde ilk olarak Işığın Savaşçılarından; Mrs. Whatsit (Reese Witherspoon)/ (Hanımefendi Nedir bu filmde Hanımefendi Neyin Nesi olarak Türkçeye çevrilmiş) karşılaşıyoruz. Hanımefendi "Nedir Bu/ Neyin Nesi" nin en önemli niteliği biçim değiştirme özelliği. Bizlere; özümüzün çok farklı formlarda biçim alabileceğini hatırlatıyor.






Madeleine L'Engle'ın kaleme almış olduğu eserde Hanımefendi Neyin Nesi'ni Centaur a  (yarı insan yarı at olan varlık) değiştiğini okumaktayız. Centaur; yaralı şifacı Chiron  nu sembolize etmektedir. Bilgelik, yaralarımızın izinde mevcuttur. Yaralarımızı şifalandırmak adına çıkacağımız yolculuğumuzda özümüzde zamanın çok ötesinden beri var olan doğal yeteneklerimiz ile buluşur, içimizdeki dahiyi uyandırırız.  Yeter ki; anahtarımızı kaybettiğimiz yerde aramayı hatırlayalım. Yazının ilerleyen bölümlerinde Hanımefendi Neyin Nesi nin Meg'e sunduğu hediye ile bu satırlarda ne anlatılmak istediği açıklık kazanmaktadır.











Ve ikinci adım varoluşun bir boyutunda var olmuş bilgelerin cümlelerini yenileyerek yolu ışıyan Hanımefendi Kim ile tanışmaya giderlerken Meg ve Charles Wallace a Meg in okul arkadaşı; yakışıklı, sosyal, derslerinde çok başarılı ve okulda arkadaşları tarafından sevilen lakin mükemmeliyetçi babası tarafından sürekli eleştiri yağmuruna maruz kalarak, aile öz sevgisi ve şefkatinden mahrum kalan Calvin O'Kneefe (Levi Miller) de eşlik etmektedir.  Kişilerin  biraraya gelişinin her daim bir anlamı vardır, etrafınızdaki herkes sizden bir parçayı yansır ki siz o parçaları biraraya getirerek bir bütünü meydana getirebilin diye. Şimdi dikkatinizi çevrenizde sürekli bulunan kişilere ve onlar hakkında zihninizden geçenlere yöneltin. Kendiniz hakkında öz bilgiye erişmenin en kısa ve verimli yollarından birisi zaman zaman gözlemci olabilmeyi bilmekten geçmektedir.



"Yara, ışığın bedene sızdığı yerdir." Mevlana 



"Nehir bizi özgür kılma ister ancak biz de bunu istediğimiz takdirde. 
Bizim asıl yapmamız gereken bu yolculukta, bu macerada yer almaktır." 
Richard Bach


ÇİÇEKLER BU EVRENDEKİ EN İYİ DEDİKODUCULARDIR...

"Ayak, ayak olduğunu yere basınca hisseder." 


Buddha 

Çiçekler ile konuşur musunuz? Bugün merak ettiğiniz, cevabını bulmaya ve görmeye niyet ettiğiniz bir sualinizi çiçeklerinize yöneltmeyi deneyin, hemen cevap verdiklerini gözlemleyeceksiniz.
Herşeyin enerji dolayısı ile canlı olduğunu hatırlayalım. Gördüğümüz, şu an göremediğimiz herşey bizimle konuşur, tabi kendi öz lisanında. Lakin bizi birleştiren sevginin lisanıdır işte bu lisanı her can bilir.



Hanımefendiler ve cesur dahilerimiz ilk küplemelerini, Uriel adı verilmiş gezegene; yeşilin mavi ile ahenkli bir dans sergilediği, turuncu-sarı çiçeklerin renklerin dili ile konuşarak istedikleri an topraktan ayrışıverip gökyüzüne doğru salındıları büyüleci bir atmosfere  gerçekleştiriyorlar.


Hanımefendi "Neyin Nesi" bir anda yemyeşil bir yaprağa değişiveriyor, kendi deyimi ile buna değişmek diyor... Siz şu an bir başka forma değişmek isteseniz, bu ne olur? Haydi hemen "o" olun, o zaman :) Ve sonsuz uzayda babalarının izini süren cesur yürekleri alıveriyor sırtına gökyüzündeki
bulutlar ile akıp gidiyorsunuz çocukcu bir çoşku ve neşenin eşliğinde...Derken gökyüzüne hızla yayılan karanlığı fark ediyorlar. Burada karanlığa odağını yönelten Calvin aniden aşağı düşüveriyor, hemencecik zeki çiçekler onu sarıp sarmalayarak kurtarıyorlar. Burada "olumlu olmayan şeylere" odağımızı yönelttiğimizde dengede olma/sağlıklı olma halimizden ödün vermekte olduğumuz ustaca ve eğlenceli bir biçimde aktarılıyor. 

Dr. Alex Murry nin kötü bir enerji tarafından esir alındığına dair ipuçları yakaladıktan sonra, kendisinin  tam olarak nerede olabileceğine ilişkin kesin bilgi elde etmek üzere Mutlu Medyumun Evi'ne küplüyorlar 3 ışık savaşçısı ve 3 kafadar cesur dahilerimiz...

MUTLU MEDYUMUN EVİNDE...


Mutlu Medyumun Evine uzanan yolda yine iyi bir biçimde küpleme gerçekleştiremeyen Meg ve
Mrs. Which/ Hanımefendi Hangisi (Oprah Winfrey)arasında muazzam eşsizlikte bir diyalog gerçekleşiyor, dikkatinizi verin.

Meg, hanımefendi Hangisi'ne soruyor: "neden fevkalade bir küpleme gerçekleştiremiyorum?"
Hanımefendi Hangisi: "Kendin olarak bile geri dönmek istemedin. Kendin ve evrenle bir olana kadar fevkalade bir küpleme gerçekleştiremezsin. Ve şöyle ekliyor:

"Acaba şu anda tam olarak olduğun kişi olmak için evrenin doğumundan 
beri kaç tane olay ve seçim gerçekleşti, bunu farkında mısın?
 Farkındaya olmaya başlayabilirsin."

FARKINDA MISINIZ?...

"Kimse ışığı hayal ederek aydınlanmaz. İnsanı aydınlatan karanlığı idrak etmesidir."
Carl Gustav Jung 

Şu anki siz siz olana kadar kaç seçim, kaç fiziksel beden, bu fiziksel bedenlerin tezahür ettirdiği kaç olay, bu olayların neden-sonuç döngüsüne göre oluşturulan döngüler...
Şöyle bir iki dakika gözlerinizi kapatıp bir düşünce yolculuğuna çıkıverin...

Burada tamamlamamız gerekenler  ve hatırlamamız gerekenler var. Yaşam sonsuz bir okyanus, hiçbir zaman doğmadığımız gibi hiçbir zaman da ölmüyoruz; doğum-ölüm sadece bir yanılsamadır.

Özetle; "son" diye birşey yok. Ancak yaşamın sınırlı bir zaman diliminde gerçekleştiği düşüncesi insan varlıklarında "korku" duygulanımı uyandırmakta ve korku öfkeye dönüşmekte ve öfkenin en son durağı ise "şiddet" olarak tezahür etmektedir. Şiddet bir sözün ruhsal bedende açacağı derin bir yara olduğu gibi, sağlıklı olmayan bir beslenme biçimi, bir yere yetişmeye çaba gösterirken bedenin dinlenme ihtiyaçlarını göz ardı etmek de şiddet türleridir. Ve günümüz insan varlıkları ne yazık ki; genellikle kendilerine şiddet uygulamayı seçmektedirler bu şekilde de hızla öz titreşimleri ile olan bağ zayıflamaktadır.

Bugün sadece içinden gelen o masum çocuksu neşe, huzur, çoşku ve şefkatle eylemde olmaya niyet edebilir misin? Eğer içinden o şeyi yapmak, o sözü söylemek, o işe gitmek gelmiyorsa lütfen vazgeç. Vazgeçmeyi göze aldığında birden fazla olasılığın olduğunu görüyor olursun ancak elindeki ipin ucunu bırakmaya cesaret göstermen gerekir ki; bu da senin varoluşa duyguduğun besleyici güvenin bir göstergesidir. Böylelikle, kendine olan saygı ve sevgini yeşerteceksin, haydi bir dene...

KAPA GÖZLERİNİ VE BENİMKİLERLE GÖR...

"Senin gözlerin, Tanrı'nın kalbinin içine bakabilmem için birer penceredir. 
Benim gözlerim Tanrı'nın senin kendi varlığının içinde yansımasını görebileceği bir aynadır." 
Mooji 

Medyumun gizemli, karanlık mağarası, ışıl ışıl hareket halindeki zaman zaman birleşen zaman zaman ayrışan taşlardan oluşmaktadır. Bu mağarada, rahatça hareket edebilmek için dikkatinizin daima "şimdi" de olması ve "öz"e güven duygulanımınız ile ilerlemeniz gerekmekte. "Denge" nin ve mutlak denge halinin konsantrasyon için en önemli anahtar olduğunu gözlemlemekteyiz.  Mutlu medyum kahramanlarımızdan sürekli sallanan bir taş üzerinde tek ayakları üzerinde her iki kol ve elleri gövdeye paralel olacak şekilde açılmış olarak durararak, gözlerini kapamalarını ve zihinlerini Dr. Alex Murry e odaklamalarını söyler.
Ne de olsa, gerçeklik "an" da gizlidir...

"Denge, anda yaşar. Altınızdaki zeminin sallandığını hissediyorsanız bulunduğunuz ana odaklanın. Bunu başardığınızda bir sonraki dakika nasıl bir sarsıntı getirirse getirsin onunla başa çıkabilirsiniz. Bulunduğunuz anda sadece nefes alıp verirsiniz. Bulunduğunuz anda kurtulmuşsunuzdur. Bulunduğunuz anda daha üstün bir siz olmanın yolunu keşfetmişsinizdir." 
Winfrey, O. (2016). Artık Biliyorum, syf.:42.


Meg, zihnini bütünüyle babasına odaklamayı başararak onun Kamazot adındaki karanlık bir gezegende, karanlık bir zihin tarafından esir alındığını görür. Ve ışığın savaşçıları bunun artık bir "arama" yerine "kurtarma" ya dönüştüğünün altını çizerek eklerler: "Biz Işıklar sadece Işığın olduğu yere küpleyebiliriz."



"Planlama esastır." 
W. Churchill



Ve bir plan yapmak üzere herkesin kendi diyarına dönmesi üzerine küplenmişlerken; Meg in babasını bulma yönündeki ısrarcı ve tutkulu arzusu küplemeyi ele geçirerek onları direkt Kamazot a getirir.
Sonsuzluğa uzanan sapsarı buğday tarlasının tam ortasında Işık Savaşçıları nın hemen geri dönmeleri gerekir ve her biri Meg e çok özel armağanlar sunarlar.


Hanımefendi Kim: tehlike anında katlananları gören bir gözlük verir,
Hanımefendi Neyin Nesi: Meg'e kusurlarını hediye eder,
Hanımefendi Hangisi: hediyem emrimdir, her ne olursa olsun birbirinizden ayrılmayın der.

Şimdi hayal edelim, sürekli biçim değiştiren ve iradenin gücünün sınandığı olumlu olmayan bir zihin tarafından yönetilen bir gezegene kazara yolunuz düşse, oradan çıkış için siz, kendinize nasıl bir armağan verilmesini istersiniz?

EVRENDEKİ EN KARANLIK ZİHNE HOŞGELDİNİZ...

"Eğer yolunun basamak basamak önünde uzandığını görüyorsan, o senin yolun değil demektir. Kendi yolunu attığın her adımda yaratırsın. Bu yüzden o yol senin yolundur."
Joseph Campbell

Meg'i tüm gölgeleri ile yüzleşmeye davet eden bir yol uzanıverir önünde... Özündeki inancın ateşini, öz sevginin tılsımını, mutlak iradenin gücünü uyandırması için en sevdikleri ile sınanmaktadır. Karanlığın en yoğun olduğu alan ve zamandan geçmelidir, bir ışık olarak yeniden doğabilmesi için...

Akan yaşam serüveninizde, zaman zaman sınandığınızı belirli bir imtihandan geçmekte olduğunuzu duyumsar mısınız? Peki bu imtihanı verirken hangi biricik niteliklerinizi kullanmayı seçer ve imtihan serüveninizin sonucunda neyi/neleri fark edersiniz? ...

Meg'in dahi kardeşi Charles Wallace "O" adı verilen karanlık güç tarafından ele geçirilir ve şimdi Meg hem kardeşini hem de babasını kurtarmak durumundadır. Bu yolda tek yoldaşını ona özünden dış bedenine yansıyan muhteşemliği her an hatırlatan Calvin olacaktır.

Sizin de çevrenizde,  mevcudiyetinizdeki ışığı görerek, güzel sözler ile tüm güzelliğinizi yansıtan ayna kişileriniz var mı? Onları daima yanı başınızda tutmaya özen gösterin.

Meg, babasını ararken özündeki inancın ve kararlılığın gücünü uyandıracaktır. Topolojik boyutta fraktal bir düzenin içerisindeki babasını görmesini sağlayan özündeki inancın ateşine odaklanmasıdır.
Bazen birşeyi kaybettiğimizi zannedebiliriz, herşeyin 3. boyutta göz ile görünmesi gerekmez. Kalbimiz ile görebildiklerimiz gerçektir.
Siz, kalbiniz ile neleri görüyorsunuz?

Kardeşi Charles Wallace ile yüzleştiğinde ise kusurlarının ne kadar olağanüstü olduğunu, onu evrende biricik kılanın aslında kabul zeminine taşımak yerine hep nefret duygusunu yöneltmeyi seçtiği nitelikleri olduğunu fark edecektir.

Charles Wallace bedenindeki "O" nun zihni: " Sevgi diye birşey yok. Sevgi boş ve anlamsız bir sözcüktür." diyerek haykırdığında, Meg 'in; " Evet kusurlarım var. Dağınık ve düzensiz olmam kimseye güvenmemem, düşüncesizim ve şüpheciyim. Kendimden nefret ediyorum ancak ben sevilmeyi hak ediyorum." Ben sevilmeyi hak ediyorum diye haykırdığında kendisini ilk kez olduğu gibi kabul ettiği an karanlık olan herşeyin gücünü yitirdiğine şahit oluyoruz.

Sevilmeyi her can ham ediyor lakin özümüz sevgi. Bunu sıklıkla dile getirerek ara ara haykırarak tüm hücrelerimize hatırlatmakta fayda var. Ben sevilmeyi hak ediyorum. Ben sevilmeyi hak ediyorum...

Şimdi, kendi beğenmediğiniz, sürekli eleştirdiğiniz, değişmesini çok istediğiniz niteliklerinizi davet edin zihninize. Belki de onlar sizi siz yapan en değerli hazinelerdir, ne dersiniz?



                                       Karanlığı yenmenin tek yolu ışığa dönüşmektir.

Meg, en nihayetinde fevkaledinin fevkinde bir küpleme gerçekleştirerek Dünya da bir ışık savaşçısı olduğunu hem kendine hem de kendi gezegenine ışığı taşıyarak hatırlamıştır.

"Işığın savaşçısının savaşa girmekten korktuğu olmuştur.
  Işığın savaşçısının, herhangi bir zaman, yalan söylediği ya da birisine ihanet ettiği olmuştur.
  Işığın savaşçısının kendisine ait olmayan topraklara girdiği olmuştur.
  Işığın savaşçısının, çok önemsiz nedenler yüzünden acı çektiği olmuştur.
  Işığın savaşçısının, hiç değilse bir kez, ışığın savaşçısı olmadığını sandığı olmuştur.
  Işığın savaşçısının manevi görevlerinde kusur işlediği olmuştur.
  Işığın savaşçısının "hayır" demek isterken "evet" dediği olmuştur.
  Işığın savaşçısının sevdiği birini kırdığı olmuştur.
 İşte bu yüzden ışığın savaşçısıdır o, bütün bunları yaşadığı ama yine de daha iyi biri olacağına ilişkin   umudunu yitirmediği için." Coelho, P. (2003). Işığın Savaşçısının El Kitabı, syf:41.


Işığın savaşçıları karanlıkla yüzleşmeye gönüllü ve ışığı getirmek için Dünyada herşeyi yapan, herşeyi göze alabilen cesur bilge yüreklerdir. Siz de onlardan biri misiniz? Evrenin Güzel Çiçekleri...



ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisinin Kurucusu
www.vestaakademi.com