26 Nisan 2013 Cuma

AAAAAAAAAAAAAAAUUUUUUUUUUUUUMMMMMMMMMMMMMM


AAA-UUU-MMM

Üç harften oluşan bir hece size neyi anımsatıyor? AAAAUUUMMM bir ses titreşimidir. Bu ses titreşimi evrenin nabzıdır. Nasıl ki, insan bedenindeki varlığın nabzı var ise ve nefes alıp verirken belirli bir ritimde meydana geliyorsa, evrenin de belli bir titreşimi, nabzı vardır.  Yoga yolunda ilerleyen kişiler evrenin nabzını, sesini idrak edebilecek farkındalığa ulaşarak, illüzyon dünyasından uyanarak Kaynak ile bütünleşebilirler.

YOGA NEDİR?

Yoga, bir Sanskrit kelimesidir. Dilimizde sözcük anlamı ile; “bütünleşmek”, “birleşmek”, “bağlanmak” anlamına gelmektedir.

Hiçbir enerji yoktan var edilemez, var olan bir enerji de yok edilemez.” hipotezi bilim tarafından artık ispatlanmış bir gerçekliktir. Bu bağlamda; insan bedeni, ruhani özü örten bir elb
isedir. Varlık, geçici bir beden değildir. Mevcut hayatımızdaki en önemli amaçlarımızdan biri bunu idrak edebilmektir. Bizler geçici bedenler değil, ölümsüz ruhi varlıklarız !

Orijinal Yoga Sistemi, insan bedenindeki varlığın ölümsüz ruhi varlık olduğunu idrak edebilmesi için bir anahtar, bir keşif yolculuğudur.

Orijinal Yoga Sistemi, beden-zihin-ruh bütünleşmesini sağlayarak, bilinçdışı hal ve ruhi özü deneyimlemek için insanlığa fırsat sunan bir bilimdir.



YOGA EVRENİMİZE NEREDEN GELDİ?

Yoga, evrenin tezahüründen bu yana mevcuttur. Tüm gezegenlerde uygulanmaktadır. Yoganın kökeni bir zamanlar tüm gezegenimizde mevcut olan Ari Urgarlığına ulaşır. Ancak Orijinal Yoga Sistemi, bu uygarlıktan daha da eski ve sonsuzdur. Yoga, varoluş ile ilişkilidir dolayısı ile varoluşun sonsuz ve sınırsız olduğu gibi, yoga bilimi de sonsuz ve sınırsızdır.


“SAĞLIKLI OLMA” KAVRAMI NE DEMEKTİR?
Sağlıklı olmak; düşüncelerimizin-duygularımızın-davranışlarımızın ve tinsel (ruhani öz) boyutlarımızın hepsinin bir simetride yer alarak şimdi ve burada dengeli olma halidir.
Bu boyutlarımızdan birisinin dengesiz olma durumunda kendimizi, “mutsuz, çaresiz, üzgün, öfkeli vb.” hissedebiliriz. Bu tür duygular; “ben başarısız bir insanım, ne kadar zavallıyım, dünya kötü bir yerdir, bu dünyada ne kadar çok kötü insan var, kimse beni anlamıyor vb.” olumsuz ve işlevsel olmayan otomatik düşüncelerin zihnimizde kök salmasına yol açar.
İşlevsel olmayan otomatik düşünceler doğrultusunda kişi inancı doğrultusunda hareket etmeye başlar. Örneğin; “ben başarısız bir insanım” negatif kognisyonunu üreten bir zihne sahip olan kişi, araştırma yapmak, yeni başlangıçlar yapmak gibi eylemlerde bulunmaz, mevcut anda ne yapıyorsa onu yapmayı sürdürür böylece “ben başarısız bir insanım” negatif kognisyonunu güçlendirir, bu kognisyon kişinin “güçsüzlük”ve “çaresizlik” duygularını pekiştirir. Böylelikle kişi bozuk bir plak gibi çalmaya başlar. Kendi potansiyeli ile temas edemez ve kendi yarattığı “mutsuz, neşesiz” dünyanın içine kendisini hapseder.

Şunu her zaman hatırlamalıyız ki; tüm fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklarımızın yaratıcıları bizleriz, dolayısı ile bu rahatsızlıkları nasıl var etmeyi başarıyorsak, olumlu bir şekilde dönüştürmeyi de başarabiliriz.

Manevi hazinemiz içimizde, özümüzde mevcuttur, dış dünyada değil. Dış dünya kendi özümüzden yansıyan bir illüzyon dünyasıdır. İç dünyanızı dönüştürür, özünüz ile bağlantı kurar, bütünleşirseniz, dış dünyanızda harikulade farklılıklar, dönüşümler gerçekleşecektir.

ORJINAL YOGA SİSTEMİNİ UYGULAMAK BANA NE KAZANDIRIR?
1.      
   
Fiziksel boyutta: organizmanın tüm sistemleri birbirine bağlanarak uyum içinde çalışır. Böylece bedeninizi farkına varır ve özünüzdeki enerji ile bağlantı kurmayı öğrenirsiniz.
2.      Zihinsel boyutta: düşünceler ve duygular bütünleşir. Zihin berraklaşır, duygular olumlu ve coşkulu hale dönüşür. Enerjiniz ile temas etmeyi ve enerjinizi yönlendirmeyi öğrenirsiniz.
3.  Kişisel düzeyde: beden-ruh-zihin bütünlüğü uyumlu bir şekilde sağlanır. Vücudunuzdaki bulunan potansiyel enerjiyi istediğiniz biçimde eyleme geçirmeyi öğrenirsiniz.
4.    Evrensel düzeyde: bireysel ruh, Evrensel ruh ile birleşerek bütünleşir. Ölümsüz bir varlık olduğunuz bilincine erişirsiniz.

*      
        *Yoga sanatını icra eden her insan, fiziksel ve zihinsel sağlıklı olma halini deneyimler.

*     
        *Orijinal Yoga Sistemini düzenli uygulayarak hem sağlıklı  bir insan olun hem de kaderinizin efendisi    
          olmayı gerçekleştirin...
  


 Orijinal Yoga Sistemi hakkında detaylı bilgi için lütfen bakınız: http://www.yogaakademi.com//http://www.yogaakademi.com/prod/yoga_nedir.php


 Kaynakça:

Manaf, A. (2007). Yoga: Nedir, Ne Değildir?. İstanbul: İnkılap Yayınları.


                                                 

25 Nisan 2013 Perşembe

EMDR NEDİR, NE DEĞİLDİR ?


EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)  NEDİR,

NE DEĞİLDİR ?

 

Şimdi hayal edin,  yaşamınızdaki bazı şeyleri değiştirebilmek için elinizde sihirli bir değnek var!  Her birimizin yaşamında hoşuna gitmeyen ya da işlerin istediği gibi gitmediği birkaç anısı olmuştur. Bir günde yaklaşık olarak 20.000 yaşantı (AN) yaşıyoruz, her bir an yaklaşık 2-3 saniye sürmektedir. Daha sonra beyin bu anları birleştiriyor ve film şeridi haline getiriyor ve bu işlemi yaparken sadece olumlu ve olumsuz yaşantıları kaydediyor, nötr yaşantıları kayıt altına almıyor.

 

Anı Nedir?

Anılarımız beynimizde depolanan bilgilerdir. Bir anının dört boyutu vardır:

1) duygu boyutu; görüntü-ses-koku-doku-tat,

2) düşünce boyutu; mevcut anı yaşarken zihnimizdeki konuşmalar bilinçli ya da bilinçsiz,

3) bedensel duyumlar; o anda bedeninizdeki kasların kasılma şiddeti, kalp ritim hızı, nefes alıp verişteki yoğunluk vb.,

4) inançlar; o anıyı deneyimledikten sonra üzerine yapıştırdığımız etiket olarak düşünebiliriz.

Tüm bu dört boyutu olumsuz yönde etkileyecek bir olay gerçekleştiğinde, yaşadığınız olayın orijinal resmi, olaya dair sesler, düşünceler, duygular ve beden duyumları beynin sinir sisteminde düğüm
oluşturur. Düğüm, terapötik olarak çözülmesi hedeflenen, anı ağlarının merkezinde bulunan biyolojik olarak depolanmış olan deneyimdir. Bu uygun olmayan biçimde depolanan anılar, işlevsel olmayan tepkilerin verilmesi ve kendilik algısının zayıflamasının en temel nedenidir. Şimdiki algılar, var olan anı ağları ile bağlantıda olduğundan, işlevsel olmayan bir biçimde depolanmış olan anılarla beslendiklerinde, uygunsuz bir biçimde yerleşebilirler.

EMDR, (eye movement desensitization and reprocessing) Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme metodolojisi  ile bilgi işleme sistemi açılır ve kilitli kalmış bilgi işlenir. Böylece kişinin olumsuz anısına ilişkin inancı nötr hale getirilerek yerine olumlu bir imajinasyon yerleştirilir.

·         EMDR, göz hareketlerinin uyarılmasına dayanan  bir tekniktir. YANLIŞ

 

ü  Çift yönlü-bilateral uyarım (göz harektleri, dokunma, ses) EMDR’ın unsurlarından sadece biridir. EMDR tüm büyük yaklaşımların farklı açılarını bir araya getiren, birbirinden farklı 8 aşamadan oluşan, entegratif bir tedavi yaklaşımıdır.

 

 

 

·         EMDR, yalnızca geçmişe odaklanan bir yaklaşımdır. YANLIŞ

 

ü  EMDR, metodolojisinde tüm protokoller; geçmiş-şimdiki zaman-gelecek zamana odaklanan üç yönlü bir yaklaşımı içerir.

 

·         EMDR, yalnızca travmatik sorunlar yaşamış kişilerin tedavisinde uygulanır. YANLIŞ

 

ü  Tüm terapiler içinde EMDR ve BDT (bilişsel-davranışçı terapi) en etkin terapiler olarak gösterilmiştir.

ü  EMDR metodolojisi, depresyon-fobi-kronik ağrılar-anksiyete bozuklukları-performans geliştirme(spor-sanat-akademik vbç alanlarda)-bağlanma sorunları-psikosomatik bozukluklar-öğrenme bozukluğu-yas-travma sonrası stres bozukluğu tedavilerinde oldukça etkin sonuçlar alınabildiği ispatlanmıştır.

 
Detaylı bilgi için lütfen bakınız: http://www.emdr-tr.org/
 

Uzm. Psikolog Özge GENLİK

Kaynaklar:

 

Ray, A. L. & Zbik, A. (2001). Cognitive behavioral therapies and beyond. In C. D. Tollison, J. R. Satterhwaite, & J. W. Tollison (Eds.) Practical Pain Management (3rd ed.; pp. 189-208). Philadelphia: Lippincott.

 

Shapiro, F. (2001). Eye Movement Desensitization and Reprocessing: Basic Principles, Protocols, and Procedures (2nd ed. New York: Guilford.

 

Shapiro, F. (2002). (Ed.). EMDR as an integrative psychotherapy approach: Experts of diverse orientations explore the paradigm prism. Washington, DC: American Psychological Association Books.

MAYIN TARLASINDA YÜRÜMEK
(PSİKOLOJİK TRAVMALARIMIZ)

Geçmiş anlarımızdaki olumsuz deneyimlerimiz, kimi zaman geleceğimizdeki hedefler için birer mayını temsil edebilmekte…

Travma Nedir?

Kişinin yaşamında olumsuz/ negatif etki oluşturan olgu ya da olaylar bütününe verilen genel addır. Travma olgusunun en önemli unsurları; yaşam bütünlüğümüze karşı tehdit oluşturması, en sevdiklerimize yönelik tehdit oluşturması ve inanç sistemimize yönelik tehdit oluştur
masıdır.
İnsanoğlu ilk travma deneyimini doğum ile yaşamaktadır, sonrasında insan eliyle ve doğa yolu ile oluşan birçok ‘travma’ deneyimlemekteyiz. Örneğin yaşantınızın herhangi bir döneminde; ‘yalnızlık’- ‘öfke’- ‘mükemmeliyetçilik’-‘sevgi’-‘kontrol’- ‘bağımlılık’-‘yetersizlik’-‘aşırı eleştiri’-‘karamsarlık’ vb. temalarının herhangi birinde sorunlar ile karşılaşmışsanız, yaşantınızda ‘travma’ olgusunu deneyimlemişsiniz demektir.

Hazmedilmemiş Anılar

Hafızamız bir günde 20.000 yaşantı/an deneyimlemekte ve her anın uzun süreli belleğimizdeki yeri 2-3 saniyedir. Sadece olumlu ve olumsuz yaşantılar beynimiz tarafından işlenmektedir. Nötr anılar, beyin tarafından işlenmemektedir. Travmatik anılar ise ‘hazmedilmemiş anı’lardır. Çünkü rahatsız edici bir olay gerçekleştiğinde, bu olayın orijinal resmi, olaya dair sesler, düşünceler, duygular ve beden duyumları sinir sisteminde ve beyinde kilitli kalabilir bu nedenle yaşamımızın herhangi bir döneminde bizim için tehditkar bir uyaran ile daha sonra tekrar karşılaştığımızda alt beynimiz uyaranı tehlike olarak yorumlar ve kontrolü ele geçirir, kortekste oluşan rasyonel düşünceler devre dışı kalmaktadır. Davranışlarımıza  geçmişten gelen veri yön vermektedir.

Hayatınızı Yeniden Çerçeveleyebilirsiniz

Travmatik olaylardan sonra insanoğlunun ne kadar harika bir adaptasyon yeteneği olduğunun farkına varırız. Birçok insan travmatik olaylardan sonra kendi yapabilirliklerinin ve güc
ünün farkına varır. Travmatik olaylar insanlara şimdinin gücünü öğretirler böylelikle kişilerin hayatlarındaki öncelikler değişir, küçük adımlar en büyük başarılarınıza dönüşmeye başlar, diğer insanlar ile daha derin ilişkiler kurmaya başlayabilirsiniz ve en önemlisi kendinizi bütünüyle olduğunuz gibi kabul edersiniz.

! Hatırlanması gereken :

HERKES
              AYNI TEPKİLERİ
                                          AYNI ZAMANDA
                                                                        AYNI DEVAMLILIKTA

                                                                                                             GÖSTERMEZ.




Kaynaklar:




Greenstone, J. L. & Leviton, S. C. (2002). Elements of Crisis Intervention Pacific Grove: CA: Brooks/Cole .


James, R. K. & Gilliland, B. E. (2001). Crisis Intervention Strategies. Belmont, CA: Wadsworth.

HER VAROLUŞ BİR YİTİMİ, HER YİTİM DE BİR VAROLUŞU ÖZÜNDE BARINDIRIR...


Yeryüzünde var olan her canlı türünün nihai eşit olduğu tek olgu; ölümlü olduğu gerçeğidir. Yaşam ile ölüm bir bozuk paranın iki yüzü misali birbiri ile ilintili ve biri olmadan diğeri de var olmayacak şekilde iç içe geçmiş olgulardır.

Her varoluş bir yitimi, her yitim de bir varoluşu özünde barındırmaktadır.

Sevilen bir kişinin ölümünün ardından insanoğlu soyut bağlamda kaybettiği ilişki bağını anlamak ve yeniden yapılandırmak üzere kendisini dinamik bir sürece teslim etmektedir. Kaybı yaşayan kişinin içgörü kazanmasına vesile olabilecek dinamik sürece “yas” denilmektedir.

Yas süreci, sevilen birinin ardından her bireyin kendi öznel içselliğinde deneyimleyeceği çok özel bir süreçtir.
Bu özel sürecin ne kadar süreceği ve bu süreçte meydana gelebilecek değişimler kişiye özgüdür. Ancak yasın doğasını etkileyebilecek bazı faktörler olduğu düşünülmektedir. Yas süreci kaybı yaşayan kişinin ölüm nedenine, yaşına, kaybı yaşayan kişinin kültürel normlarına ve dini inançlarına göre farklı şekillerde yaşanmaktadır.

Yas Tepkileri:
Her insan birini kaybettiğinde çok farklı duygusal, fiziksel ve davranışsal tepkiler verir. Bu tepkilerin yoğunluğu merhumun ölüm biçimine, merhum ile oluşturulan niteliksel bağın önem derecesine göre değişim göstermektedir.
Fiziksel Tepkiler: kalpte sıkışma hissi, boğazda düğümlenme hissi, ağız kuruluğu, midede yanma yada boşluk duygusu, gürültüye karşı duyarlılık, nefeste darlık.
Düşünsel Tepkiler:  inkar etme-inanamama, halüsinasyonlar, dikkat dağınıklığı, zihinde dağınıklık/ karışıklık, sık sık tekrarlayıcı unutma halleri, rahatsız edici rüyalar.
Duygusal Tepkiler:  şok, üzüntü, öfke, suçluluk, kaygı, korku, yalnızlık, umutsuzluk, çaresizlik, yorgunluk.
Davranışsal Tepkiler: uyku ve yeme bozuklukları, alkol ya da madde kullanımı, sosyal çevreden uzaklaşma, dikkatsiz davranma, merhumu hatırlatan uyaranlardan kaçınma.

Yas Tutma Süreci:

İnkar: Hiçbir şey olmamış gibi davranma, inanmama-gerçekliği ret etme.

Şok:  Kaybın öğrenildiği ilk zamanlarda yaşanmaktadır. Kısa bir süre kişi gerçeği reddeder.

 Pazarlık: Kayıp inkar edilerek geri gelmesi arzu edilir. Ve kişi merhumun döneceğine inanır. kişi kendisine ve çevreye yönelik yoğun bir öfke duygusu duyumsar.

 Depresyon: Suçluluk duygusu ile beraber yoğun üzüntünün eşlik ettiği bir süreçtir. Kişi, ölümü kabullenmiştir. Bu dönemde geleceğe ilişkin kaygı duygusu hissedilir ve bu bağlamda kişinin özel ve iş yaşamı olumsuz etkilenebilir.

Yeniden düzenlenme:  yaşama yönelik yeni bir aydınlanmanın gerçekleştiği, kişinin yaşam enerjisinin arttığı bir süreçtir.

Yaşama devam edebilmek için kaybın gerçekliğini kabullenmek, acıyı yaşamak- yas tutmak ve merhumun olmadığı bir dünyaya uyum sağlamak ve yaşamın diğer alanlarına yatırım yapmak önemlidir.  Kayıp yaşamın doğal bir parçası ve yas bizlerin kayba yönelik deneyimlediğimiz doğal ve olması gereken bir tepkidir.

Yas sürecini daha sağlıklı atlatabilmek için öneriler:
 
   * Sizi iyi dinleyebilecek ve anlaşıldığınızı hissettiğiniz birisiyle konuşun.  Ailenizden birini kaybettiyseniz diğer aile bireylerinden farklı tepkiler gösteriyor olabilirsiniz. Duygularınızı diğer aile üyeleriyle paylaşmak zor olabilir. Onları üzeceğim düşüncesiyle konuşmaktan, paylaşımda bulunmaktan çekinmeyin. Arkadaşlarınızın desteğini talep edin, sosyal yaşamınızı canlı tutmaya çalışın.
 
  *  Yaşadığınız duygu ve düşünceleri paylaşmaya, ifade etmeye özen gösterin. Konuşarak kendinizi ifade etmekte güçlük yaşıyorsanız; yazarak yada resim yolu ile kendinizi ifade etmeye çabalayın. Kendinize yas tutmak için bir süre izin verin, yasın doğal bir süreç olduğunu hatırlayın.
      
 *    Fiziksel ihtiyaçlarınıza (yemek, uyku, bedensel ve ruhsal sağlık) özen göstermeye gayret edin.
       Size iyi gelen davranış ritüellerine katılmaya çabalayın (kitap okumak, açık havada yürüyüş   yapmak,        sevdiğiniz türde müzikler dinlemek vb.).
       
 *   Doğumgünleri, bayramlar ve yıldönümleri gibi özel günler sizin için zor geçebilir, psikolojik olarak kendinizi hazırlayın.
 
 *   Yavaş yavaş okul, iş vb. normal günlük rutininize geri dönmeye çabalayın. Güçlük çektiğinizi hissediyorsanız adım adım bir program oluşturmayı deneyebilirsiniz.

Yas Sürecinde Ne Zaman Psikolojik Danışmanlık Almak Gerekir?
Yas sürecinde, kişinin yeniden yapılanma süreci yaşadığı duygu durumunun şiddetine göre farklılık göstermektedir. Araştırmalara göre; yas sürecinin tamamlanması ortalama iki yıl sürebilmektedir. Ancak bu süreçte; uyku ve beslenme düzenindeki bozulmalar, merhum ile ilgili aklımızdan çıkaramadığımız  düşünceler, yoğun üzüntü ve kaygı gibi duygular, kişinin normal yaşamına devam etmesinde bir engel oluşturuyorsa mutlaka profesyonel bir danışmanlık hizmetine başvurulmalıdır.


Kaynaklar:
American Psychiatric Association (1994). Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders, 4. Baskı (DSM IV), Washington DC: American Psychiatric Association.

Balk, D. (2004). Recovery following bereavement: An examination of the concept. Death Studies, 28, 361-374.

Genlik, Ö. (2012). Grieving Process and Analyses Depression and Anxiety Levels of Bereaved Individuals. Published Master Thesis İstanbul: İstanbul Arel Üniversitesi.

Shapiro,  E. (2008). Whose recovery of what? Relationship and environments promoting grief and growth. Death Studies, 32, 40-58.

Shuchter, S. R., Zisook, S. (1993). The course of normal grief, In M. Stroebe, W. Stroebe, R. Hansson (eds.), Handbook of bereavement: Theory, research, and intervent,on (pp.23-43), New York: Cambridge Unıversıty Press. 

23 Nisan 2013 Salı

ÖZGÜVENİN GÜCÜ ADINA !

Özgüven gelişimi, benlik tanımının yapı iskelesinin oluşumundaki "duygusal" öğesidir. Bir bireyin fiziksel ve duygusal dünyaya uyum sağlayabilmesi ve kendisini güvende hissedebilmesi için benlik şemasının temel yapı taşıdır.


Bebekler dünyadaki ilk aylarında kendilerini anneleri ile bir bütün olarak algılamaktadırlar.
Çocuk, annesinin kendisinden ayrı bir varlık olduğunu düşünememektedir. Bir bebek için
 sadece meme vardır, bebek ağladığında ağzında beliren meme "iyi meme"; ağzında belirmeyen
meme ise "kötü meme"dir. Bu evrede çocuğun özgüveninin ilk tohumları atılmaya başlamıştır,
çünkü çocuk "ben merkezci" düşünce algısının yanı sıra "ben vücudum" algılamasından "benim
 bir vücudum var" algılamasına geçiş yapmaktadır.

Çocukların 0-6 yaş dönemindeki beyin yapılarını 'sünger'e benzetebiliriz. Çevrelerindeki uyaranlara karşı çok duyarlı olan minik bireyler; ebeveynlerinden onay aldıkları davranışları pekiştirme, ebeveynlerinden onay alamadıkları davranışları ise kendi benlik şemalarından ayrıştırarak kendi öz-değerler sistemlerini oluşturmaktadırlar. Bu nedenle ebeveynlerin çocuk yetiştirme biçimlerinin sevgi zemininde; bağımsızlığa ve sorumluluk bilincine dengeli bir biçimde tutarlı olarak sergilemesi  büyük ölçüde önem teşkil etmektedir.

Çocuklar, koşulsuz sevgi ve kabul hissettikleri bir aile ortamında kendilerini değerli ve yeterli hissederek özgüven duygularını yapıcı bir biçimde geliştirebilirler.
Çocukların, kendilerini değerli ve önemli belki de en önemlisi eşsiz olduklarını hissettirebilmek her ebeveynin birincil görevi olmalıdır.

Çocuklarımızda özgüven duygusunu pekiştirebilmek için sergileyebileceğimiz davranışsal tutumlar:

* Çocuğunuz  ile birlikte nitelikli zaman geçirin. Şunu hatırlayalım; zamanın niceliği değil, niteliği önemlidir. Örneğin; çocuğunuzla mutfakta birlikte yemek yapmak, sinema ve tiyatro gibi sanatsal etkinliklere katılmak, bahçeye çiçek tohumları ekmek, birlikte eş zamanlı olarak kitap okumak ve
sonrasında okuduklarınızdan anladıklarınızı birbiriniz ile paylaşmak, birlikte resim çizmek, boyamak vb.  Bu ve benzeri etkinlikleri yaparken çocuğunuza "birlikte" yapıyoruz bilincini ve "sana ihtiyacım var çünkü sen benim için çok değerlisin" inancı aşılanmalıdır.

*Çocuğunuzu sevdiğinizi sözlü/sözsüz mesajlarla pekiştirin: çocuğunuzla sık sık göz teması kurun, çocuğunuza sarılın, çocuknuza mümkün olduğunca sık dokunmaya özen gösterin( çocuğunuzdan izin alarak!) . Çocuklarımız bu şekilde sevildiklerini ve önemsediklerini hissederler.

*Çocuğunuz ile sık sık duygu ve düşünce alışverişinde bulunun. Örneğin; işten eve döndüğünüzde kendinizi yorgun hissediyorsanız bunu çocuğunuz ile paylaşın ve "sence bu yorgunluk hissini nasıl azaltabilirim?" Ve benzeri sorularla çocuğunuza "senin düşüncelerin benim için önemli" mesajını verin.

*Çocuğunuza karşı doğal ve içten davranın; " seni olduğun gibi kabul ediyorum" cümlesini vurgulayın. Olumsuz davranışlar ile karşılaştığınızda "senin bu davranışın beni şu anda öfkeli hissettirdi" mesajını " çok öfkeliyim" mesajına her zaman tercih edin.

*** Çocuğunuzun olumlu nitelikte sergilediği her davranışı sözel olarak ödüllendirin, olumsuz nitelikteki davranışlarını ise görmezden gelin ;)

21 Nisan 2013 Pazar

KİŞİSEL TARİHİMİZİ YENİDEN YAZMAK


Metaforik olarak iki çeşit birey barındırırız içimizde;

Bedensel birey: yediklerimizin yararlı olanlarını alıp, zararlı olanlarını dışkı olarak dışarı atıyoruz.

Ruhsal birey:  ruhumuzun sağlığı için de hayal kırıklıklarımızı, üzüntülerimizi dışarı atmamız gerekebilir, bunu da sadece sözel olarak duygularımızı ve düşüncelerimizi söze dökerek ve davranışlarımıza yansıtarak yapabiliriz.


Şimdi rahat bir yere oturun ve sessizce sadece okuyun, yazının içine dalın, zihniniz yolculuğa devam etsin…

Geleceğe doğru uzanan bir yolda yolculuğa çıktığımızı varsayalım. Haydarpaşa garından bir trene bindik, gidiyoruz… Trenin nereye gideceğini bilmiyoruz ama bazı peronlarda inenler ve binenler olacak. Bu trende geçmiş-şimdi-gelecek kavramları var ama biz hangisinde olduğumuzu anlayamıyoruz. 



Günümüze bakacak olursak da geçmiş-şimdi-gelecek kavramlarını anlamdıramadan sürekli geleceğin peşinden yaramaz bir çocuk gibi koşarken şimdi ve burada olmanın farkındalığına ‘an’ ların tadına doyasıya varamıyoruz.



 Biz yolculuğumuza geri dönelim. Çuf çuf çuf bilinmez diyarlara gidiyoruz. Trenin camlarından seyir ettiğiniz manzarayı sizlerin hayal gücüne bırakıyorum. Yolculuğun sonunda olmak istediğiniz ‘ben’ olacaksınız. Nasıl mı olacak? Bu yolculuk sırasında geçmişte yaşadığınız ve sizin benliğinizde korku, endişe, üzüntü duygularını uyandıran ‘anı’ ları nötr hale getireceğiz daha sonra bu anıları siyah-beyaz bir televizyon ekranından seyreder gibi hissedecek ve  kendi ‘anı’larınızın aktörleri ya da aktrisleri olmak yerine seyircisi olacaksınız.

İnsanoğlu var olduğu günden beri hep bir değişim arzusu içerisinde olmuştur. İhtiyaçlarımız doğrultusunda, kendimizi hayatın farklı konumlarında farklı noktalara odaklanarak yaşam sürecimizi sürdürmeye çalışırız. Değişim kaçınılmazdır, hayatta olduğumuz müddetçe düşünce, duygu, davranış ve beden boyutlarında değişime uğrarız. 

Ancak bu değişim döngüsü içerisinde bazen zihnimiz bizlere çeşitli oyunlar oynar. Çok istediğimiz halde bazı davranışlarımızı, düşünce biçimlerimizi ve hislerimizi değiştiremeyiz. Adeta bazı kanallar tıkanmıştır ve su artık gitmiyordur. Su kanallarındaki tıkanmaya neden olan beynimizin ürettiği ‘genelleme’lerdir. Beynimizin genelleme yapma yetisi bizlere atalarımızdan kalan yaklaşık 300.000 yıllık bir mirastır. Beynimizin genelleme yetisi sayesinde şu anda insan ırkı yaşamını devam ettirebiliyor. Bir düşünelim; yıl M.Ö. 3200, ormanda bir ayıdan kaçıyorum. O gün o saniyede beynimin ‘bütün ayılar tehlikelidir’J Ayıdan kaçmak, olumsuz bir anı ve içerisinde korku duygusunu barındırıyor. 
genellemesini yapma yetisi bugün insan neslinin devamı için işlevsel bir genelleme. Durup bir düşüneyim belki o gün o ayı biraz sinirliydi, canı bir şeye sıkkındı şeklinde düşünemezdim

Aynı zamanda korku duygusu, hayatta kalmamıza da hizmet ediyor. Günümüzde ilişkisel boyutta yaşadığımız tüm sorunların, problemlerin temelinde de geçmişten kaydettiğimiz ve bizler farkında olmadan hücrelerimizin derinliklerine işlemiş duygu, düşünce ve davranış kalıplarını kullanıyoruz. Örneğin, beğenilmediğimiz ya da takdir edilmediğimiz bir ortamdan hemen ayrışmak istememizin nedeni dışlanmış/ itilmiş gibi hissetmemiz. Çünkü M.Ö. ki yıllara baktığımızda grup ilişkisinin egemen olduğu bir hayat vardı. Grubun dışında kalmak, beğenilmemek demek oluyordu ve hayatın sonu anlamına gelmekteydi. Şimdi de pek farklı değil sanırım, ne dersiniz? Eşiniz ile, patronunuz ile, çocuklarınız ile yaşadığınız problemleri, hayati bir travma olarak algılayarak, kendimizi savunmaya geçmemizin nedeni nereden kaynaklanıyor acaba?


Bir günde yaklaşık olarak 20.000 yaşantı (AN) görüyoruz, her bir an yaklaşık 2-3 saniye
sürüyor. 


Daha sonra beyin bu anları birleştiriyor ve film şeridi haline getiriyor
ama bu işlemi yaparken sadece olumlu ve olumsuz yaşantıları kaydediyor, nötr yaşantıları çöpe atıyor. Bu nedenle geleceği oluşturmak, kişisel tarihimizi yeniden yazmak bizim elimizde. Gerekli olan sadece olumsuz anıları nötr hale getirerek geçmişi temizlemek.

Şimdi tren yolculuğumuza geri dönelim, duygularınızda, düşüncelerinizde, bedeninizde sizi rahatsız eden bir anıyı zihninize getirmeye çalışın.

Bu anıya bir isim verin.

Bu anının resmi tüm detayları ile gözünüzün önünde olsun, gözlerinizi isterseniz kapayabilirsiniz.

 O anıya geri döndüğünüzde kendiniz ile ilgili negatif düşünceniz/inancınız nedir? Lütfen not edin ve 1-10 arası bir derece verin (10: çok kötü/1: nötr).

 Daha sonra bu tren yolcuğu sona erdiğinde kendinize ne söylemek isterdiniz, kendiniz ile ilgili olumlu bir inanç belirtin, not edin ve bu olumlu inanca bir derece verin(10: çok iyi/1: nötr).

Bu anı zihninizde iken hissettiğiniz duygularınızı ve bu duyguları vücudunuzun neresinde yoğun olarak hissettiğinizi not edin.

Daha sonra örneğin olumlu inancınıza ‘5’ derecesini verdi iseniz, ‘5’ i ‘10’ yapabilmek için neye ya da nelere ihtiyacınız olduğuna odaklanın ve sağ avucunuzu açın. Olumsuz inancınıza ‘7’ verdi iseniz, ‘7’ i ‘1’ yapmak için hangi otomatik düşüncelerin zihninize hakim olduğunu keşfetmeye çalışın. Ne olur ‘1’ olursa onu merak edin, sizi engelleyen düşüncelerinizi sol avucunuzun içine alın. Tren vagonunda ayağa kalkın pencereyi açın, sol avucunuzdakileri fırlatırken, sağ avucunuzu kapayın.



Şu anda gelecekteki ‘ben’ için ne yapılması gerektiğini en iyi siz biliyorsunuz, ihtiyacınız sadece eyleme geçmek, hadi daha ne duruyorsunuz tren bir sonraki perona hareket etti bile çuf çuf çuuuffff...





ŞANSLI YÜZGEÇ


Pixar Stüdyoları tarafından yaratılan “Kayıp Balık Nemo” filmi, çok daha gerçekçi ve heyecanlı bir görsellikle seyircisi ile 3 boyutlu olarak yeniden buluştu.

Bugün (21.04.2013) “Kayıp Balık Nemo”yu 3-D gözlüklerimin üzerine bir de “psikolog” gözlüğümü takarak   izledim.  Nemo’nun hikayesinde; ölüm-yaşam- arkadaşlık-kaygı-korku-yardımseverlik-sabır-cesaret-hedef belirleme-inanç ve belki de gözden kaçırdığım birçok olguya ne kadar güzel nokta atışları yaptığını fark ettim. 

Film, Nemo’nun annesinin ve kardeşlerinin ölümü ile başlıyor. Nemo, henüz bir yumurta olduğu için olup bitenin farkında değil, ancak babası Marlin’i eşinin kaybı bir hayli derinden etkilediğini film boyunca  Nemo’yu aşırı koruyucu tutumlarından ve genel olarak okyanustaki yaşantısına ve geleceğe yönelik sürekli bir kaygı duygusu içerisinde yüzdüğünü gözlemliyoruz. 
Eşinin kaybının ardından Marlin in zihninde okyanus ‘tehlikeli sulara’ dönüşmüştür. 

Kayıplar yaşantımızın her anında meydana gelen kriz olaylarıdır;  çocukluktan, ergenliğe ve sonrasında yetişkinlik dönemlerine geçiş- boşanma- ayrılıklar-işten ayrılma-kazalar-çocukluk çağı ihmalleri ve en yoğun ve şiddetli hissedilen sevdiğimiz birisini kaybetmek; ölüm. Her kayıp bir travmadır. Travma; olay sonrası ortaya çıkan “etki”dir. Her birey benzer bir kayıp yaşayabilir ancak kayba yönelik tepki bireye özgüdür. Tıpkı; her bireyin parmak izinin ve nefesinin eşsiz olduğu gibi…

Her yeni başlangıç bir krizdir. Nemo’nun da okula başlama yaşı gelmiştir. Oldukça coşkulu, heyecanlı ve meraklı hisseden Nemo’nun aksine babası Marlin oldukça endişeli ve kaygılı bir tutum sergilemektedir.

Marlin: “Sen iyi bir yüzücü değilsin! Henüz hazır değilsin Nemoooooooo…
Nemo: “Senden nefret ediyorum babaaaaaaaaaaaaaaa!!”
Okulun ilk gününde baba-oğul arasında bu diyaloglar gelişirken; meraklı bir dalgıç Nemo’yu alıverir avuçlarının arasına.  

Kriz olaylarının ardından travmalarımızın etkilerini etkin bir şekilde olumlu duygu, düşünce ve davranışlara dönüştüremezsek, travmalarımızın etkileri bizleri tetiklemeye devam eder. Marlin de oğlunun yaşamında yeni açılacak bir döneme endişeli ve kaygılı bir duygudurum ile yaklaşmasının zemininde ‘sevdiklerini kaybetme’ korkusu yatmaktadır. 
Bu nedenle her şeyi kontrol altında tutma çabası sergilemektedir.Çünkü henüz eşinin ölüm olayına yönelik yas sürecini tamamlayamamıştır. Yas sürecindeki en önemli ikikorku duygu; ÖFKE: otoriteye yönelik, çevredeki kişilere ya da koşullara yönelik yönlendirilmiş “öfke” duygusu. Marlin de okyanusa içinde yaşadığı evine yönelik bir “öfke” duygusu tetiklenmiştir. Çünkü okyanus, onu ve oğlunu karısından ayırmıştır. KORKU: olayın tekrarlayabileceğine ilişkin yoğun “korku” duygusu. Marlin de eşinin ölümünün ardından, en sevdiği olan oğlunu da kaybetme endişesi içerisindedir.

“Öğretmenlerimiz ya da rehberlerimiz, bizler hazır olduğumuzda ve en çok ihtiyacımız olduğu anlarda yaşantımıza katılırlar.”
Dişçi mesleğini icra eden dalgıç amcanın Nemo’yu ofisindeki akvaryuma yerleştirmesinin ardından; Marlin in oğlunu bulabilme uğruna giriştiği cesur arayışı izliyoruz. Tam da bu esnada Marlin, kısa süreli belleğinde hasar olan Dory isimli balık ile tanışır. 


Dory ile Marlin in şahane bir görsellikte sunulan muhteşem okyanustaki maceralarında kendinizi, bir köpek balığının dişlerinde,  denizana
larının jölemsi dokularında, bir balinanın midesinde
dans ederken ve su kaplumbağalarının sırtında akıntılarda yüzerken, bulursanız şaşırmayın J






“Tehlikeli bir olay ya da durumla karşılaştığınızda; içerisinde bulunduğunuz anı bir oyun gibi düşünün ve olumsuz duygularınızın üstesinden gelin.” 

Filmin verdiği en anlamlı mesajlardan bir tanesi. Beynimiz oyun yolu ile etkin öğrenme gerçekleştirir. Tüm duyularımıza hitap edebilecek öğrenme yöntemleri en işlevsel olanlarıdır. Olumlu bir anınızı tüm duyu sistemleriniz ile zihninize yerleştirmeyi bir kez başarırsanız. Olumsuz olarak atfettiğiniz/ yorumladığınız bir durum ya da olayda zihninize yerleştirdiğiniz olumlu imajinasyonu geri çağırıp kendinizi iyi hissetmeyi başarabilirsiniz.


Şimdi hayal edin, 150 yaşında bir su kaplumbağasının sırtında Doğu Avustralya akıntısını yüzerek geçiyorsunuz J

Aniden su kaplumbağasının minik çocuğu akıntıya kendini özgürce bırakıverir bunu fark eden bizim kaygılı babamız Marlin ani bir reflekste bulunmak ister ancak 

Baba su kaplumbağası: “sakin ol ahbap” diyerek küçük balığı durdurur.

Marlin: “hazır olduklarını nasıl anlıyorsunuz?"

Su kaplumbağası: “aslında hiçbir zaman emin olamayız. Hazır olduklarını sadece onlar bilir!”

İyi-kötü ebeveynler yoktur. Çocuğunun özündeki potansiyeli görebilen ve bu potansiyelin dünya üzerinde ortaya çıkması için destek veren ebeveynler vardır! 

Her ne kadar anne ve baba olabilmek biyolojik bir güdülenme olsa da büyük oranda psikolojik bir olgunluğu gerektirmektedir. Psikolojik olarak olgunlaşmamış ebeveynler “bizim …. Olmadı, çocuğumuzun olsun. Ben yapamadım, çocuğum yapsın” mantığı ile davranan ebeveynlerdir. Psikolojik olarak olgunlaşmış ebeveynler, şimdi ve burada çocuğunun ihtiyacını karşılayan tutarlı ve destekleyici tutumları sergileyebilenlerdir.

Filmin sonunda, Marlin travmasının zihninde oluşturduğu “tehlike” ve “kaybetme” algısının üstesinden gelmeyi başararak güvenmeye ve inanmaya başlıyor. 

Karşılaştığınız her insanın özündeki sonsuz enerjiden var olan potansiyele inanın…