29 Nisan 2017 Cumartesi

OKYANUS SENİ SEÇTİ

"Başlangıçta sadece okyanus vardı, ta ki Te Fiti ortaya çıkana kadar, onun kalbi benzeri olmayan bir güce sahipti. Tek başına bu hayatı oluşturabilirdi ancak Te Fiti bu gücü Dünya ile paylaştı. Ama zamanla, kimileri Te Fiti nin kalbine göz koydu sandılar ki ona sahip olurlarsa o benzersiz yaratma gücü de onların olacaktı. Ve bir gün içlerinden en gözü kara olanı kalbi almak için uçsuz bucaksız okyanusu geçti. O bir yarı Tanrıydı. Rüzgarın ve Denizlerin Efendisi. O bir savaşçıydı. O bir hilekardı, sihirli balık oltasının gücünü kullanarak vücudunun şeklini değiştirebiliyordu, onun adı Maui idi.... Ama kalbi olmadan Te Fiti parçalanmaya başladı ve korkunç bir karanlığın doğmasına sebep oldu. Toprak ve Ateşin kötü ruhu Te Ka, Maui kaçarken onu yakaladı ve onu yaraladı. Maui nin sihirli oltasu ve Te Fiti nin kalbi okyanusta kaybolup gitti. Ancak adanın dışına çıkacak bir kişi Te Fiti nin kalbini bulacak Mauli ile buluşarak okyanusu geçecek ve böylece Te Fiti nin kalbini yerine koyarak hepimizi kurtaracak...." cümleleri ile başlıyor Moana nın yüreğimizi ısıtan ve bize kendimizi hatırlamamız yönünde ışık tutan sevgi dolu hikayesi...

Yeşil ve Mavinin aşk kokan tutkulu dansını büyülenmiş birşekilde bizlere yansıtırken; İnancın, Sevginin, Dönüşümün Gücünü kalben aktaran Moana nın hikayesi,  beyaz perdeden sonra şimdi ailce istediğimiz ortamda izleyebileceğimiz dvd olarak yayınlanmakta... 
7'den 77'ye her bireyin muhakkak izlemesini öneriyorum, her birey kendinden bir parça ile bütünleşecek bu filmde çünkü Moana aslında kendi gücünü unutan insanlığın hikayesini büyülü sahneler ile aktarıyor.

GELECEKTE NE OLACAK?

Minik bedeninde Moana korkusuzca sahilde minik adımlarını merakla, güvenle, cesaretle atarken okyanus her bir adımda ona yeni bir deniz kabuğu gösteriyor... İnsanoğlu hep geleceği merak etmiştir, acaba ne olacak hemen hemen her birmizin sorduğu soruların başında gelir. Halbuki minik bir bedene sahip iken eylemlerimizi gerçekleştirirken hiç düşünür müyüz acaba şimdi ne olacak diye? Tam tersine hiç düşünmeksizin CANIMIZ NEYİ İSTİYORSA daha doğrusu CANIMIZ NEYİ ÇEKİYORSA onu gerçekleştiririz. Ve arkadan bir ses duyulur: "dur yapma düşersin; dur öyle olmaz böyle yapılır; dur şimdi değil sonra söylersin.....vb. Bu gibi sesler öylesine siner ki benliğimize bir süre sonra tanıdık bir koku gibi gelir tıpkı sigara tüketen bir kişinin bir süre sonra sigara dumanına ilişkin hassaiyetini kaybetmesi gibi. Bizler de zamanla kalbimizin sesine olan hassasiyetimizi kaybederiz zihnimizin sisli iklimine kaptırıveririz kendimizi. Ancak özümüzdeki ses hiç susmaz o dinlemesini seçenler için daima açıktır. Yol; adım atmaya cesareti olana tüm kalbi ile açılır. 


Moana büyürken babasının sert ve katı kurallarını anlayamakta ve öfke hissetmektedir. Onun özgür ruhu adanın dışına çıkmak yeni şeyler keşfetmek isterken babası mütemadiyen "hayır adadın dışı tehlikelerle dolu, kimse bu adadan dışarı adımını atmayacak." söylemlerini dinlerken kendi yüreğinin sesini dinlemeyi daima hatırlar. Burada Moana nın babasının bir zamanlar okyanusa açıldığı ve arkadaşını kaybetmek durumunda olduğu gerçeği ile yüzleşen Moana babasını bir nebze anlamaya başlıyor. Babası kurtaramadığı arkadaşı yerine şimdi kızını kurtarmaya çalışmaktadır. Travmatik izler yıllarca kuşaklar boyu izlerini sürdürürler. Birşeye yönelik korku duygusu hissettiğimizde mutlaka pandoranın kutusunun içerisinde olumlu olmayan ve anlamlandırılmayı bekleyen bir dizi durum ve olay, yaşanmışlık mevcuttur. Ve bu yaşanmışlıkların keşfedilmeyi bekleyen çok derin anlamları mevcuttur.
Her birimiz Dünya gezegeninde beden almayı seçerken anne ve babalarımızı seçtik. Anne ve babalarımız gerçekte kim olduğumuzu bizlere yansıtacak en değerli rehberler. Bazen bizi sınırlamaya çalışacaklar, bu sınırlamalar çoğunlukla, onların yaşam döngülerinde deneyimledikleri ya da zihinlerinde tasavvur ettikleri  travmatik anılarından gelir. Bizlerde ebeveynlerimizin koydukları sınırları daima test ederiz. Sınırlar ne kadar katı ise onları yıkma isteğimiz de o denli güçlü olur. Özünde buradaki hedefimiz bu katı sınırların ardındaki asıl nedeni görebilmeye yönelik merakımızdır. Eğer bu merakımızın izini sürerek ilerlersek cevapları buluruz.

Moana da yüreğinin bilgi sesi ile ilerleyerek okyanusa ilk açıldığında dev dalgalar onu yutuyor ve kendisini başladığı yerde buluveriyor. Bazen ilk denememizde olumlu sonuçlar yakalayamayabiliriz lakin bir sonraki deneme için tecrübe kazanmış oluruz. Bazılarımız bu noktada hemen pes ederler; "ne yapalım denedim ama olmadı." der bir daha denemeye cesaret etmezler. Halbuki başarı ancak yüreğimizdeki ateşin ışığı ile yol almayı sürdürme inancını her dem taze tuttuğumuzda tüm Evren bizimle iş birliği yapar. 



CEVAPLAR SORDUĞUMUZ SORULARDA SAKLIDIR

Moana ilk okyanusa açılma denemesi olumlu sonuçlanmayınca büyükannesi ile aralarında bir diyalog yaşanır. Bu diyalogda bazen kalbimizin bizlere fısıldadığı şeylerin çok gerçekçi algılayamayacağımızı ve biri tarafından onaya ve desteğe ihtiyacımız olabileceği gerçeği ile yüzleşiyoruz. Evet, bazen bir soru sorarız bu sorunun cevabı her sorunun cevabının hemen verildiği gibi hemen kulağımıza fısıldanır ancak ışığımızın o kadar parlak olabileceğine inanabilmek için bir desteğe ihtiyaç duyabiliriz. Bu destek daima vardır, rehberlerimiz bazen bir insanın ağzındaki cümleler bazen yolda yürürken aniden önümüzde beliriveren bir salyangoz bazen de aniden kulağımıza gelen bir müzik tınısında olabilir. Tüm kainat bizimle diama sembolik bir dil ile iletişim halindedir. 

İÇERİ GİR VE ÖĞREN

"Gelecekte nasıl biri olacağım?" bu Moana nın sorusu. Sizlerin merak ettiği soru hangisi? Büyükannesi Moana yı içerisi kapkaranlık bir mağaranın önüne getirir ve şöyle devam eder: "içeri gir, davulu çal ve cevabı öğren." 
Sorların cevabını dışarıda oluşturduğumuz düzeneklerde araştırmaya öylesine alıştık ki; içimize bakmak zor gelir oldu. Halbuki tüm cevaplar karanlığın özündeki ışıkta gizli. Tüm cesaretimizle karanlığa doğru ilerlersek ve kalbimizin gözü ile görmeye niyet ederek kalbimizin kapısını çalarsak hakikat ile yüzleşiriz. 

HAZİNEN GEÇMİŞİNDE SAKLI

Bizler atalarımızdan devr aldığımız hazinemizi önce keşfetmek sonrasında bu hazinenin ihtişamını tüm dünya ile paylaşmak üzere bu güzel gezegende bulunmaktayız. Karanlık mağaranın içine doğru yol almayı göze aldığımızda yol boyunca karşılaşacağımız lütuflar bizleri hayrete düşürebilir tıpkı Moana nın karanlık mağradan apaydınlık bir şekilde "biz eskiden gezginmişiz, biz eskiden gezginmişiz..." hayrıkışları ile çıkışı gibi. Sizleri de geçmişinize dair edineceğiniz bilgiler sevinçten havaya uçurabilme potansiyeline sahiptir. 

Moana nın büyükannesi bizlere yaşamın sonsuz olduğunu ve her ne olursa olsun tüm sevdiklerimiz ile bağımızın farklı formlarda sonsuza değin sürdüğünün en güzel örneğini bizlere aktarmakta...
Moana nın büyükannesi mevcut bedenindeki hayatına veda ederken, Moana da Maui yi bulmak üzere yola koyuluyor. 

Maui yi ikna etmekte zorlanan Moana nın sonunda her birimizin bir hassa noktası, yumuşak karnı olduğu gibi, Maui nin de tadir edilmek, övülmek yönündeki hassasiyetinden yararlanarak onu birlikte yolculuk yapmaya ikna ediyor. Bu sahneler oldukça eğlenceli :) 


NEREDE OLDUĞUNU BİLİRSEN, NEREYE GİDECEĞİNİ DE BİLİRSİN

Yukarıdaki cümle filmde Maui nin sarf ettiği en anlamlı cümlelerden birisi hiç şüphesiz ki; "akıntı sıcak ise dümdüz devam edeceksin." kendini rahat, ılımlı, su gibi akarken hissettiğimizde doğru yoldayız demektir. Yüreğinin yolunda ilerlerken, kalbin sevginin ateşi ile çarpar ve deneyimlediğin hafif bir heyecan içerisindeki dinginlik halleri olur, işte bu zamanlar bilmeliyiz ki kendimize doğru ilerlediğimiz yolda doğru rotadayız. 

NE KADAR İZİN VERİRSEN SANA O KADAR YAKLAŞABİLİRİM

Maui annesi ve babası tarafından red edilerek okyanusa bırakılan ve okyanusta Tanrılar tarafından büyütülen bir çocukluk dönemi deneyimlemiş. Sevmek, sevilmek, güvenmek konusunda hassaiyetleri var. Bazen yaralarımızı kimse görmesin, kimse duymasın diye daha çok kapatmaya çalışırken farklı yaralar açabiliriz yüreğimizde. Halbuki bir diğerinin bizi tamamlamak, bize yardımcı olmak için burada bulunduğunu idrak ettiğimiz ve kendimizi ancak bütünüyle bir diğerinin aynasında kucaklayabileceğimizi kalben keşfettiğimizde özgürce okyanusun kollarına bırakıvereceğiz kendimizi değil mi? Belki de aradığınız şifa bir başkasının parmaklarının ucundadır...
Kendimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimiz an açılmaya başlarız ve bir diğeri ancak bu zaman bize dokunabilir.

............................OLMADAN BEN BİR HİÇİM

Yukarıda yer alan cümledeki boşluğu siz doldurun. Bazen bir kişiye, bazen bir neseneye, bazen mesleki ünvanlarımıza, bazen ailemizin soyadına..... vb. tutunuruz. 
Şimdi bulunduğunuz ortama şöyle bir göz gezdirin, derin bir nefes alın, nefesinizi verirken gözlerinizi kapatın. Ve bir an adınızı da dahil bugüne kadar deneyimlediğiniz hiçbir şeyi hatırlamadığınızı zihninizde canlandırın, lütfen. 
O zaman size sorsam: "Gerçekte siz kimsiniz?" diye yanıtınız ne olur? ...........................................
Moana filminde Maui karakterinin biçim değiştimesine vesile olan sihirli bir oltası var. Bu olta sayesinde istediği her şekle girebiliyor. Ancak Te Ka ile ilk yüzleşmelerinde oltası zarar gören Maui, Moana yı Te Fiti ye olan yolculuklarında tek başına bırakıyor. 

Bizlerin sihirli oltası sizce ne olabilir? Belki de dilimizdir; dilimizden dökülen dönüşüm gücüne sahip sihirli sözcüklerimizin her biri yaratım gücüne sahip ancak bizler sözcükler olmadan da kendimizi keşfedebiliriz değil mi?

Yolculuğunda tek başına kalan Moana, önce cesaret ve inancın gücü ile yola devam etmeye niyet etse de bir an pes etme noktasına geldiğinde yine büyükannesi beliriveriyor ve ona çok az kaldığını müjdeliyor. Tıpkı doğum gibi ışığa en yakın olduğumuz an en karanlık olan anlardır. O karanlığa birazcık daha tahammül edebilirsek aydınlığa kavuşuruz. 

Yürekten bir niyetimiz olduğunda ve bu niyet doğrultusunda ilk adımımızı attığımız an tüm evren bizimle birlikte iş birliği halinde olur bazen istemediğimiz canımızı yakan olay ve durumlar ile karşılaşsak da bir süre sonra bu deneyimlerimizin ardındaki planı görebiliriz. Yeter ki yol boyunca yüreğimizdeki inancın ışığına sadık kalalım. 

GERÇEKTE SEN KİMSİN

Hayatımızın en önemli anlarında daima tek başımıza var oluruz. Doğarken ve ölürken. Yanı başımızda rehberlerimiz her zaman bizlerledir bizler onları mevcut gözlerimiz ile görmesek de kalbimiz ile görür ve hissederiz. Ufak ilham parçaları fısıldarlar bizlere, "hadi devam et..., yapabilirsin...." inançla bir süre tek başımıza yol aldığımızda bir bakarız bizi destekleyenler perdenin arkasından çıkarak yeniden bize destek olmaya devam ederler. Moana da Te Fiti nin kalbini yerine yerleştirmek üzere tek başına inançla azimle ilerlediğinde onu yarı yolda bırakan Maui tüm kalbi ile destek vermek üzere Moana nın yanında yer aldığını görüyoruz. 
Ve bir bakar ki; Te Fiti yerinde yok; çünkü kalbi yerinden söklen Te Fiti; acımasız alev saçan Te Ka ya dönüşmüştür. Tıpkı bizler gibi; kalbimiz yerine sadece zihnin gözü ile ilerleyen insanoğlu en çok kendine ardından tüm Dünya ya olumsuz deneyimler yaşatmaktadır. 
Son sahnede Moana nın Te Ka ile yüzleşmesi ve ona sevginin gücü ile dokunması çok etkileyeci bir sahne. Ne kadar olumsuz bir durum olursa olsun sevgiye hayır diyebilecek bir güç Dünya tezahüründe bulunmamaktadır.

Her birimiz Sevgi nin kaynağından var oluyoruz. Sevgi; tüm kainattaki en güçlü duygudur. 




"Her birimiz örülmüşüz ilmek ilmek sevginin ipleri ile her zaman var olmak ve 
sevginin rahminde çoğalmak üzere"

ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisinin Kurucusu
www.vestaakademi.com

15 Nisan 2017 Cumartesi

EVET Mİ? HAYIR MI? YA DA ................

Yarın  da her harikulade muhteşem günde olduğu üzere parıl parıl ışıl ışıl tüm görkem ve  ihtişamı ile Güneş bizleri selamlıyor…

Hiç dikkatle gözlemlediniz mi?... Güneş doğduğu noktanın tam karşısından yani diğer bir deyim ile zıt kutbundan batar. Her ne kadar ihtişamlı olursa olsun her başlangıcın bir sonu olduğunu hatırlatır
bizlere …
Ve bir sonraki gün yeniden yeni bir başlangıç yapar  tüm görkemli ışınları ile selamlar bizleri,  biz biliriz ki en bulutlu kasvetli, karanlık günde dahi Güneş semadaki tahtında oturmaktadır.
Bu eylemi ile Güneş bizlere: her sonun yeni bir başlangıca gebe olduğunu, bizlerin sonsuz ruhani varlıklar olduğu gerçeğinin bir mesajını iletmek istiyor olabilir mi?

Her birimizin bir Güneş tanımı mevcuttur. Örneğin "ben kimim?" Sorusuna vereceğim yanıt benim Güneş algımı yansıtır.
Güneş bizlerin “öz” ünün bir sembolüdür bu bağlamda kişinin varoluşunu nasıl yapılandırdığının ve bilinç düzeyinin  göstergesidir.

Güneş; hakikattir. Hakikatın merkezi kalptir. Kalbin sesi ile buluşmak öz ile temas halinde olmak ve aynı zamanda canlı olmak anlamına gelir.

Şu anki insan varlıklarının birçoğunun bilinç boyutu maddi düzenekte takılı kalmış halde. 
“Öz” e güvenemeyen insanoğlu kendisini edindiği, sahip olduğu mal-mülk-para gibi aslında hiçbir zaman varoluşun doğasında olmayan materyaller ile tanımlamakta ve üstüne üstülük bu materyalleri biriktirmeye meyil etmekte...

Kendi varoluşunu, kendi öz doğasını unutmuş insan varlıklarının Dünya genelinde “depresif bozukluk” tanısı ile tanımlanmaları hiç de tesadüf değil. Aksine  bu durum, çok mutluluk halleri deneyimlenmesi gereken bir odak noktası.

Depresif bozukluk sizi uyandırır ve merkezinize doğru gelmeniz için sizi yavaşlatır hatta bazen durdurur. Kendi öz sesiniz ile buluşabilmeniz için muazzam büyüklükte bir alan açar. Ancak birçoğunuz bugüne değin aydınlanmamış karanlıkta kalmış biricik ışığınızdan korkmayı tercih ettiğinizden “endişe, panik, evham” gibi duygudurumlar ile oradan oraya kökü olmayan bir ağaç misali oradan oraya savrulup duruyorsunuz.  

“Öz”e olan güvensizlik korku hissiyatlarını tetiklemekte bu da insanoğlunu “olmak”tan çok “sahip olmaya” yönlendirmektedir burada tatmin edilmesi gerekerek su yüzüne çıkan temel ihtiyaç: “güven”dir. İnsan kendisini güvende hissetmedikçe dış dünya objelerine tutunma ihtiyacı artmaktadır.

GÜVEN—BIRAK---TESLİMİYET

Bırakabilmek ve güvenle teslim olabilmek bir seçimdir. Bu yönde bir seçim size tüm varoluş potansiyeliniz ile bir olabilmeniz yönünde destekleyici rüzgar rolünü üstlenir.

Bizler şu zamanının kalitesinde var olmayı çoktan seçtik, oyun oynandı ve bitti. 
Şimdi seyr halindeyiz. Dünya gezegeninde beden almayı seçtik, bizleri gerçekten biz olma halimiz ile bütünleştirebilecek en uygun ebeveynleri seçtik, hatta kendimize bir isim dahi seçerek bu güzel mavi gezegende beden aldık.
Ve her an seçimlerimizin sonuçları ile karşılaştıkça yeni seçimler yapıyoruz. 
Halbuki oyunun sonu belli.

SEÇİM

Seçim bir kelimedir. Önemli olan kelimenin vurguladığı bağlantı ve ardındaki manadır...
Hiç kimse anlam veremediği bir seçimin ötesini görememektedir ve seçimler in sadece bir denklemin değişkenleri olduğu her daim hatırlanmalıdır.

Her zaman şifre sözcük :DENGE

Nihai hedef: denklemin eşitliğinin sağlanmasıdır.


Seçim; öz ihityaçlarımız doğrultusunda kalbimizin sesi ile eyleme geçmek ve özgürleşmektir..
O ihtiyacımız tatmin olduğunda yeni bir ihtiyaç tezahür eder ve o ihityaç doğrultusunda seçimlerimizi oluşturur ve sonuçlarına uygun yeni seçimler yaratırız….  bu  şekilde sonsuz döngü varoluşunu sürdürür. Ta ki sistem dengeyi sağlayıncaya dek…

EVET------HAYIR

Sayılı saatler sonra bir seçim yapılıyor biricik kıymeli ülkemizde; iki sözcükten birisinin ardındaki manayı, anlamı, gelişeceğini tasvvur ettiğimiz doğrultuda seçimimizi yapıyoruz ve özgürleşiyoruz.

Bu iki sözcüğün üzerine biraz yoğunlaşmayı tercih  edebilirsiniz özgür ruhani bir varlık olarak bugüne değin “evet”leriniz ve “hayır”larınız nasıl form kazandı, kazanıyor ve kazanacak? Şimdi oturup bunu bu düşüneceksiniz, değil mi hiç olası değil, belki düşünmeyi ve duyumsamayı seçecekler olabilir...

Tabi her iki sözcük de derin anlamlar içeriyor. Her bir birey kendi ihtiyacı doğrultusunda seçimini oluşturarak sonuçları göğüslüyor. Ne de olsa her bir seçim anında diğer tüm olasılıkları elemiş oluyoruz.

Sizce mağlubiyet olacak mı? Kaybeden ya da kazanan?

Birçoğunuz bu soruya bir yanıt veriyorsunuz. Halbuki kazanan ya da kaybeden olmuyor. Mağlubiyeti doğada gören var mı? Hiçbir yaprak ağaçtan düşerken “tüh kaybettim” der mi? Herşeyin bir zaman döngüsü var, insan varlığı da doğada bir hayvan olduğuna göre? Mağlubiyet, kazanmak-kaybetmek ego bilincinin bir yansımasından ibarettir. Sadece olan var olur. En fazla enerji yüklü ihtiyaç kendinisini realitede gerçekleştirir.

Şu an “evet” ya da “hayır” demek çok çok önemli hayati bir karar gibi algılıyor birçoğunuz tarafından çünkü halen evrenle uyum içerisinde değilsiniz zannediyorsunuz ki; bir başkasının kaybı size mutluluk hali hissettirecek ya da tam tersi…

Halbuki gerçekliğin okyanusunda sezginin gücü ile yol almayı seçtiğinizde bir başkasının rüyasını gerçekleştirmenin sizi size yaklaştıran tek yanıt olduğunu idrak ediyorsunuz…

Mutlak BİR in parçalarıyız hiçbirimiz birbirimizden ayrı olmadığımıza göre bir başkasının mutlu olmama hali size nasıl mutluluk hali
deneyimleri tattırabilir ki?

Peki nasıl olacak? Ben hür bir insanım kendi inançlarım, iradem doğrultusunda seçimlerimi yapamayacak mıyım? Dediğinizi dinliyorum.
Tabi ki yapıyorsunuz lakin bir diğerini alt etmek güdüsü ile yola çıktığınızda her birimiz başladığımız noktaya geri dönüyoruz. Yol almak için anahtar kelime “ANLAMAK”…
Anlamak için dinlemek, anlayışla, şefkatle, merhametle yaklaşabilmek.
Seçiminin ardındaki ihtiyacı görebilmek bu ihtiyacın kaynağını anlamak için yaklaşabilmek işte bu şekilde büyürüz…

Şimdi bir seçim yapma zamanı
O seçim sürecinde de gerçek seçim:  tıpkı bir kuğu kuşu gibi yavaş yavaş bilinmeyene doğru yelken açmak olmalı.. Sadece gördüğüne ve algıladığına takılı kalmak yerine görünen ve algılanın ardındakine odağı kalbin gözü ile yöneltmeyi seçmek olmalı…


Doğru ya da yanlış davranmayla ilgili fikirlerin ötesinde bir yer var. Seninle orada buluşacağım.” Mevlana



ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisi

www.vestaakademi.com

8 Nisan 2017 Cumartesi

NE OLMAK İSTİYORSA O OLABİLİR...

Pierre Culliford (Peyo) Belçikalı karikatürist, yarattığı Şirinler karakterleri ile her birimizin özündeki Cesur’u, Çalışkan’ı Sakar’ı, Aşçı’yı, Usta’yı, Hayal’ciyi, Uykucu’yu, Tembel’i, Somurtkan’ı, Mühendis’ I ,Güzelliği hayalgücünün dansı ile ortaya başarılı bir şekilde tezahür ettirirken, acaba bizleri kendi özümüzdeki ışık ile buluşturmaya mı niyet etmişti, ne dersiniz?


Şirinler 3 Kayıp Köy’de rengarenk büyülü Dünya nın bu seferki ana macera kahramanı Şirinler Köyünün tek kızı olan güzeller güzeli Şirine…

 
MARİFETİM NEDİR?

Şirine kendini arıyor bu sevgi macerasında, “ben kimim? Benim marifetim nedir acaba? Diye sorarak kendini bulma serüvenine tüm gerçek sevgi dostları ile beraberce bizleri de çoşkuyla davet ediyor…

Şimdi hayal edin bir şapka var, kafanıza koyduğumuz anda sizin bu Dünya gezegenine sunmaya geldiğiniz marifetinizi gösteriveriyor , ne harika bir buluş değil mi?

Keşke böyle bir şapka gerçekten olsa dediğinizi duyar gibiyim, şimdi size büyülü bir sır vereyim ki; böyle bir şapka var ancak dışarıda bir yerde değil, içeride yüreğimizin tam ortasında.

Şirine bu şapkayı denediğinde olağanüstü birşey oluyor tüm enerjiyi kendine doğru çekiyor bilge sarışın minik mavi bireyimiz hayalkırıklığı deneyimliyor ve gerçek bir Şirin olmadığı için kendini asla bulamayacağını gerçekten nasıl bir yeteneği sergilemesi gerektiğini bilemeyeceğini düşünüyor ve derin bir üzüntü hali deneyimliyor. Arkadaşları Sakar, Cesur ve Gözlüklü onun neşesini yerine getirebilmek için harikulade güzellikteki Doğa ya eğlenmeye gidiyorlar.

Bunaldığımız anlarda, yüreğimizin sıkıştığı zaman süreçlerinde Doğa bizlere daima en gerçek yanıtları verir değil mi?

Ve Doğa Ana bizim dört cesur bilge yürek mavi varlıkları bambaşka bir serüvene Şirine nin gerçekte özünde kim olduğunu hatırlama, diğer minik mavi adamlarımızın da sevginin gücünü deneyimleme ve görme süreci başlıyor.

GÜÇLERİN GÜCÜ ADINA

Tabi  “Güçlerin Gücü Adına” diyen değerli büyücümüz Gargamel’ i hatırlayalım. Garga
mel, gücün peşinden hiç vazgeçmeden koşan her ne kadar kaybetse de koşmaya bitip tükenmek bilmeyen bir enerji ile devam eden egomuzun gölge/karanlık yönünü ne kadar güzel betimliyor…



EGO =BEN

Birçoğumuz “ego”nun kötü birşey olduğunu düşünür ve inanırız. Halbuki ego demek “ben” demektir. Ve “ben”in her unsuru 2 kutbu içerir. İyi kötü sayesinde anlam bulur; hüzün, neşe sayesinde anlam bulur; güzel, çirkin sayesinde anlam bulmaktadır. Nihai hedef bu iki kutbu “denge” haline getirmek ve “öz” e doğru yönelerek dönüşümümüzü gerçekleştirmektir. Hatırlayalım; sağlığın şifresi “denge”dir.
Zihinde sıklıkla düzenli olarak tekrarlanan düşünceler inançlara, inançlarda tekrar eden eylemlere, sıklıkla düzenli olarak tekrar edilen eylemler alışkanlıklara ve en nihayetinde de alışkanlıklar yaşam şeklimizi/ hayata bakış açımızı oluşturur. Çoğu insan varlığı buna “kader” der. Halbuki “kader” dediğimiz şey toprağa ektiğimiz tohumun çiçeğidir. Toprağa her ne ekerseniz onu biçersiniz.

Bu sebepten ötürü, farkındalıklı bir bilinç ile hayata bakış açınızı irdeleyerek alışkanlıklarınıza gözlemci olursanız eylemlerinizi “özünüzün ışığında kalbinizin sesinin ritminde tezahür ettirirseniz böylece inançlarınız dönüşür, inançlarınız dönüştüğü an yaşamınız dönüşür ve gerçekten olmanız gerektiği yerde, zamanda, alanda ve boyutta düşünceleriniz ile her an yaratıcının kendisi olduğunuz ışık bilinci ile kendinizin gerçekte kim olduğunuzu hatırlarsınız.

Seçim kimin?
Engeller mi var?
Engelleri kim, nasıl, ne amaç ile yaratıyor?
Engellerin mimarı ve mühendisi bizzat kendinizsiniz, efendim.
Farkında olalım lütfen.
Ben deli miyim? Neden kendi kendime engel olayım?
Estağfurullah, ayrıca delilik en yaratıcı potansiyellik makamıdır J

Her birimiz ışığımıza yaklaştıkça “korku” hissiyatları deneyimleriz ki, bu çok doğaldır. Doğduğu an herşeyin bilgisini canlı bir şekilde bilen insan varlığı, önce kendisine birincil derecede bakım verenler ardından da toplumdaki diğer insan varlıklarının zaman sürecinde  koşullandırılmış bilinç yapısı nedeni ile
“kendini unuttu”.
Hatırlamaya adım attıkça ardında ne olduğu belirsiz upuzun duvarlar çıkıyor. Tıpkı Şirine ve dört mavi cesur bilge yürek mavi adamımızın Gargamel den canlarını kurtarmaya çalışırken karşılaştıkları upuzun duvar gibi o duvarın en altında minik mavi adamlarımızın geçebileceği kadar küçük bir boyutta açıklık mevcuttu ve dışarıya doğru ışık yayılıyordu, hatırlıyor musunuz?

Ancak gerçek şu ki; bilinmeyen hem ürkütücü, hem de merak uyandırıcıdır,
değil mi?

Kendinizi hem bilmek istersiniz hem de öze bakmak özü görmekten kaçınırsınız.
İşte tam da bu nedenden ötürü insan varlıkları “psiko-terapi” sürecinden kaçınırlar. Bazıları cesurdur başlarlar heves ve heyecan ritimleri eşliğinde ancak sonrasında kendi özlerine yaklaştıkça terapiden “drop-out” dediğimiz; kaçınarak terapiyi bırakma eylemi meydana gelir.
Neden böyle tersine dönüverir birden tüm süreç?



Biraz önce belirttiğim üzere ışığımız ile bütünleşmek ve ışığımızın sorumluluğunu üstlenerek var olmak  pek de hatırladığımız bir süreç olmadığı için ürker ve kaçarız. Halbuki cesaretle karşımıza kendi oluşturduğumuz engelleri fark eder ve onların üstüne doğru ayaklarımızı yere sağlam bir şekilde köklendirerek  zemini hisesede hissed özümseye özümseye yürürsek, filmde izlediğimiz gibi minicik dar bir tünelden ışık huzmelerinin yayıldığını görebiliriz.






Oluşturduğumuz engellerimiz de kalben en çok bağlı olduklarımızdır.
Siz en çok neye kalben bağlı olduğunuzu duyumsuyorsunuz?

Şirinlerimizin en yürekten bağlı olduğu kişi kim? Şirin Baba J

Ve Şirin Baba, bizim  minik mavi adamlarımızı kendi yuvalarından çıkmamalarını isteyerek onları korumak adına minik bir ceza yaptırımı uygular.

Lakin, bilinmeyen merak uyandırıcıdır bir de tabi işin içerisinde Gargamel var ise, ya kayıp köyü Gargamel bulursa ve oradakilere zarar verirse diye içine sinmeyen Şirine, Sakar, Cesur ve Gözlüklü çok sevdikleri ve değer verdikleri Şirin Babanın sözünü dinlemeyerek sonuçta ne olacağını bilmeksizin kendilerini bırakıverdiler bilinmeyen güzellikteki ormana doğru…
Koşulsuzca, sonuçları düşünmeksizin bırakabildiğimiz her an kalbimiz bizlere doğru yönü, doğru zamanı işaret etmektedir.




Kayıp Köy e doğru yol alırken beklenmedik süpriz olaylar tabi ki oldu tıpkı kendimize doğru yol almaya niyet ederek o ilk adımı attığımız an olduğu gibi gerçekten istiyor muyuz? Yoksa istemiyor muyuz? Diyerek yaşam bizleri bir sorgulamaya çekiverir. Sınavlar yaşamın her nefesinde var olurlar…

Nehirdeki salda yol alan sevgili Şirinlerimizin Gargamel ile karşılaştığı an, Gargamel’in  salını nehrin akıntısında kaybeder ve boğulmak üzere iken yardım ister. Bizim sevgi ışıldayan minik mavi adamlarımız Gargamel’e yardım ederler ve onu kendi sallarına alırlar. Gargamel ne yapar peki? Tabi ki onları saldan aşağı atar ve salı kendi himayesine alıverir.

Şimdi bir düşünelim, sizin gücünüzden yaralanmak isteyen niyeti pek de iyi olmayan bir kişiye, o çok zor bir durumda olduğunda yardımcı olur musunuz?
Cevabınızda samimi olun lütfen J
Evet ise cevabınız şu bilinçte olmalısınız: verdiğim daima benimdir. Kendi eylemlerimden ben sorumluyum. Bu farkındalıklı bir bilinç boyutudur.
Hani bir söz vardır, sana taş atana sen ekmek at diye. Neden böyle derler çünkü her birey kendi davranışlarının sonuçları ile karşılaşır ve her diam her birey yaşattığı/deneyimlettiği herşeyi kendisi bizzat yaşar/deneyimler.
O bana kötülük yaptı diyorsanız aslında olumsuz eylem gerçekleştiren bireylerin, kendilerine kötülük yaparak kendi içlerinde olumsuz ve umutsuz olduklarını henüz fark edemiyorsunuz, bir an gelir fark edersiniz.
Her birey kendi içsel dinamiğini dış Dünya ya sunar.

Her birey niyeti doğrultusunda eylemler ile karşılaşır, bizim güzel şirinlerimiz de sallarını Gargamel’e kaptırmış olsalar da yollarından sapmış olsalar da, niyetleri temiz ve iyi olduğu için karşılarına düştükleri tunneled fosforlu tavşanlar çıkıverir, bakın siz şu işe ?








Siz yüreğinizin sesi ile eylemde olduğunuz sürece tüm evren sizi gözetir ve her an yardım
ihtiyacınız olduğunda size rehberlerini koşulsuz sevgi ile gönderir.
Ve en nihayetinde savaşçı ruhlu şirinlerimiz kayıp köye varırlar. İlk başta pek hoş karşılanmasalar da maskeli yüzlerin ardındaki bir sürü kız Şirin, bizim Şirinlerimizi hayrete düşürmüştür.

Bizler içerisinde bulunduğumuz Dünya nın tek olduğu inancı ile eylemde olsak dahi her insan varlığı başlı başına keşfedilecek bir evrendir.

Sadece kız Şirinlerden oluşan Kayıp Köyün rengarenk atmosferi gerçekten izlemeye doyulmacak keyifte, sizi öpen bir çiçek düşünsenize, aslında hem öpen hem biraz döven. Hem severim hem döverim diyen…

Sonra sizi hüüüppp diye içine çeken sonra sizi oyuncak bir top gibi karşısındaki çiçeklere fırlatarak
oyun oynayan çiçekleri canlandırın gözünüzde ve yüreğinizde ne kadar heyecan verici ve eğlenceli değil mi?


Tabi her eğelncenin ardından zorlu bir süreç gelir. Her gözyaşının ardından gelen kahkalar gibi…
Gargamel’in de Kayıp Köy’ü bulması ile Şirine nin Gargamel tarafından kil hamurundan yaratıldığını öğrenen Kayıp Köyün Şirin kızları, Şirine’yi suçlarlar. Gargamel bütün Şirinleri dondurarak, güçlerini kendine aktarmak için şatosuna götürür ancak dondurucu büyüsü Şirine’de işe yaramaz çünkü Şirine gerçek bir Şirin değildr.
İlk başta buna çok içerleyen Şirine kısa sürede tüm gücünü toparlayarak Gargamel’in Şatosuna gider daha önceki şapka deneyiminden bildiği üzere tüm enerjiyi kendisine yönelterek enerjiyi kendi içinde dönüştüren bir niteliğe sahiptir.
Bunu gerçekleştirdiğinde tüm Şirinleri kurtarır ve kendisi başlangıcına kil hamuru haline döner.

Bu sahne “sevginin gücü” nün tüm gösel şölenini yansıtıyor ki; tüm Şirinler el ele tutuşmuşlar geniş bir daire oluşturmuşlar ve ortalarında kil hamuru formundaki Şirine yeryüzünde uzanmakta. Sonra sihirli birşeyler olmaya başlıyor, sevginin gücü Şirine ye yeniden yaşam enerjisi ile can veriyor. İşte bu kadar güzel anlatılabilirdi sevginin gücü. Sevginin Gücü ile yaratamayacağınız, oluşturamayacağınız hiçbir şey yoktur. Herşey Sevgi dir.Sevgi herşeydir.
Bizler, sonsuz Sevginin tezahürleriyiz.

Ve son sahnede Şirin baba şöyle der: “gerçek bir Şirin olduğunu düşünmüyordu ancak aramızdaki en gerçek Şirin oydu.”
Şirine ne olmak istiyorsa o olabilir; işte Şirinenin marifeti buydu. Özündeki sonsuz sevginin yaratıcı potansiyeli ile istediği herşeye dönüşebilir, tıpkı biz insanoğlu gibi, ne dersiniz?


Hadi bakalım; mavi peynir deyin ve Şirinleyelim…

Uğur böceğiniz her soluğunuzda sizlerle olsun...




ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisi

www.vestaakademi.com