24 Mayıs 2019 Cuma

KAİNATIN YÜREĞİNİN RİTMİNDE DANS ETMEYE HAZIR MISINIZ? (II)...



“Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.”
Mevlana
HAYATINIZIN TADI NASIL?
Bir önceki yazının devamı niteliğinde olan bu yazıya, bir önceki yazı sürecinin ana mesajını yineleyerek başlayalım: 
Ne demiştik? Şimdi Tam Zamanı ! 

“Kendi yaşamınızı ilmek ilmek sevgiyle ören, yaratan ve bundan sonraki sürecine yön verenin gerçekte kim olduğunu hatırlamanın tam zamanı! 
Zaten siz bu seçimi doğum anında çoktan tezahür ettirdiniz, şimdi unutmuş olabilirisiniz.  Haydi hatırlamak adına özünüzün sesine bir şans verin! 

TIK TIK TIK…

Yeni bir günün doğmasına araç olacak eşsiz  kuzguni siyah rengindeki bir karga
şu an pencerinizi tıklatıyor, keskin gözlerindeki bilgelikle size dik dik bakıyor sanırım size  iletmek istediği bir mesajı var, pencerenizi açıyorsunuz ve karganın bilgelikle ışıyan gözlerinin derinliklerine doğru bakarken ne görüyorsunuz? Bir süre göz göze ruhlarınız birbirini selamlıyor… Ve karga sizinle konuşmaya başlıyor şöyle söylüyor: “Ölüyorsun…” Bilge karga, engin mavi semaya doğru kanatlanıp gidiyor… Şimdi bir kelime ile baş başasınız: “ölüyorum”. Zihninizde nasıl bir senaryo oluşuyor? Bedeniniz şu an neler duyumsuyor? 

Zaman algıları olmayan daima boşlukta yaşamayı seçen zeki karga kuşları bizlere öz gerçekliğimizi fark etmemiz adına sezgilerimizin diline kulak kabartmayı hatırlayarak, dikkatimizi içselliğimize yönelterek, dönüşümümüzü gerçekleştirebileceğimizi ve eş zamanlı olarak bir kozmik ağın içerisinde bir “öz” den var olduğumuzu ışırlar. Belki de farklı ve eşsiz lisanları ile toplum tarafından farkında olmaksızın içselleştirdiğimiz düşünce kalıplarını yeniden değerlendirmemiz hususunda da bizleri her eşsiz melodideki ötüşleri ile uyanışa davet ediyor olabilirler mi, ne dersiniz? 

Ruh sağlığı danışmanı rolüm ile rahatlıkla şöyle ifade edebilirim ki; yaşamsal döngüdeki her “rahatsızlık-problem-sorun-hastalık vb.” isimler ile nitelendirilen (tüm rahatsızlıkların, bizleri kendimiz ile buluşturacak ışık dolu yol süreçleri olduğunu hatırlamakta fayda var!)  süreç deneyimlerinin zemininde yaşamsal döngüdeki potansiyel enerji ile buluşamamın getirdiği  anlam atfedememe hali var olmaktadır. Şu an mevcut bedeninizdeki yaşam döngünüzde nasıl ve ne amaç ile burada can bulmuş olduğunuzu hatırlamakta iseniz, yaşamla bir olarak  akarsınız, herşeyi olduğu gibi kabul zemininize içtenlikle, samimiyetle alarak her solukta yaşamın eşsiz tadının farklı bir tonunu deneyimlersiniz. Lakin yaşama yönelik öz olarak bir anlam atfedememekte iseniz, o vakit “ölüm” sizin için korkulacak bir canavara dönüşebilir. Mütemadiyen yaşamın sınırları içerisinde gidilecek, varılacak bir nokta olduğu illüzyonuna kapılır zihniniz ve bu illüzyon yaşamdaki maddi düzeneklere sımsıkı tutunmanıza destek verir.







Bırakmak, vazgeçmek hususlarında fizyolojik, psikolojik, tinsel boyutlarda kendiniz ile buluşabilmek adına problemler ile karşı karşıya kalırsınız ta ki problemin çözümünün içinde saklı olduğu gerçekliğini görünceye dek senaryolar değişerek döngü kendisini çözüme kavuşuncaya dek tekrar etmeye devam eder… Bu bağlamda, hayat doyumu ile ölüm anksiyetesi arasındaki ters ilişkinin altını çizebiliriz. Hayattan duyumsadığınız tatmin, tat ne ölçüde sizi size yaklaştırıcı katalizör bir ivme gösteriyor ise ölüm de bir o kadar sadece bir geçiş kapısı olarak algılanabiliyor. 

ROTAMIZ “ÖLÜM”…

Bu yazıda “ölüm” temasına değinirken bu yıl 8.’si düzenlenen Uluslararası Astroloji Günleri’nde, “Mezo-Amerikan ve Yunan Felsefesi’nde Kozmoloji-Yaşam-Varoluş” başlıklı sunumu ile ölümün olağanüstü rengarenk dünyasını bizlere sanatın dokunuşları ile aktaran değerli astrolog Ursula Stockder Busch’ın sunumundan bazı öğelere de değinmeye çalışarak (yazının son bölümlerne doğru okuyabilirsiniz) kendi toplumumuzun “ölüm” hakkındaki değer yargılarına ve en önemlisi eşsiz birer birey olarak sizleri “ölüm”e doğru yürümeye davet ediyorum…

Mevcut yolculuğumuzda kurban bilincinde var olmak yerine kahraman bilincinde var olmayı seçmek adına atılacak ilk adım ölümün güzelliğinin farkına vararak eş zamanlı olarak bu eşsiz dinginlikteki ve göz alıcı parlayan ışığın; “ölüm”ün tadına bakabilmektir ! Hazır mısınız? Yelkenleri hazırlayın gemimiz ile birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz bu gemi yolculuğunu bir ağacın kökünden, dalları arasında gerçekleştireceğimizi söylesem, nasıl hissedersiniz? 









Şimdi bu satırın hemen üzerine bakın ne görüyorsunuz (yukarıdaki paragrafa ilişmesin gözleriniz! Sadece iki-üç satır öncesine bakın şu an okumayı seçtiğiniz satırların, ne görüyorsunuz?) 

Boşluk ! Değil mi? Sadece boşluk. Örneğin; klavyede bu satırları yazarken de belirli kelimeler formlarını anlam bütünlüğü içerisinde tamamladıklarında bir boşluk bırakıyor ve diğer kelimeye geçiyorum değil mi? Bunu her birimizin, doğal olarak yazı yazarken gerçekleştirdiğinin, farkında mısınız? Ya da başka bir örnek; şimdi odağınızı nazikçe özgür doğal akan nefes alış-veriş ritminize yönlendirin, bir süre sadece gözlemlemeyi seçin, lütfen. Şimdi bilinçli bir odak ile izleyin özgür doğal akan nefesinizin ritmini, bir dalga ile nefes ile buluştuktan sonra bir durak var kısa bir boşluk sonrasında nefesinizi özgür bırakıyorsunuz (veriyorsunuz), ve verdikten sonra yine minik bir mola sürecinden sonra yeni bir nefes dalgasını davet ettiğinizi farkında mısınız? Sadece o an ihtiyacınız olan hava ciğerlerinize süzülüyor, içselleştirildikten sonra bırakılması, özgürleştirilmesi bir gereksinim olarak doğan  kısmı dışarıya bırakılıyor ve her alış-veriş arasında herkesin kendine özgü bir duraksama, sindirme için alan ve zamanı kapsayan bir boşluk var oluyor, fark ediyor musunuz? 

Şimdi kendi yaşam yolculuğunuzda, ne kadar “boşluk” yaratıyor olduğunuza odağınızı yöneltmenizi rica ediyorum. Belki siz de yukarıdaki örnekler gibi yazmayı seçebilirsiniz. Bu “boşluk”lar size neyi (neleri) çağrıştırıyor ve duyumsatıyor? Zihninizdeki izdüşümleri ve bedeninizde uyanan hissiyatların izini sürün … 
Bir ses tınısı, bir renk tonu, bir koku aroması, bir doku ve damaklarınızda bir tat olarak imgelediğinizde sizin tezahürünüzdeki “boşluk” size nasıl sesleniyor ve nasıl bir hikaye aktarıyor? … (bu uygulama için kendinize zaman armağan etmeyi, bilinçli olarak bir boşluk yaratmayı seçin, lütfen).




FORM BOŞLUK, BOŞLUK FORMDUR…

“Her insanın hayatı onu kendisine götüren bir yoldur.”
Herman Hesse

Döngüsellikte “boşluk” ölümü çağrıştırır. Durmak ve gerçekten hiçbir eylem tezahür ettirmemeyi seçebilmek ne engin bir özgürlük deneyimi! (düşüncelerimizin de canlı birer eylem olduğunu hatırlayalım, bu bağlamda düşünmemeyi dahi düşünmemek!) Düşünce var oluşun ham maddesi ve herşey olan enerjiyi şekillendirir, enerji daima düşüncenin izini takip eder…

Mutlak sessizliğin tüm sesleri, beyaz rengin tüm renkleri özünde barındıryor olması gibi, boşluk da öz mutlak evimizdir, herşeyi kapsayan herşeyi özünde barındıran hiçliktir. 

Şu an, “ev” ne demek sizin için?
Öz eviniz ile nasıl bir bağ duyumsuyorsunuz?

Varoluşun belirli bir zaman-alan boyutunun kesişiminde tezehür etmiş olan ve yaşam adını atfettiğimiz biricik özümüzü hatırlama yolculuğumuzda ne kadar bu boşlukları farkında isek diğer bir deyim ile doğum ve ölümün her an birarada yaşamsal süreçlerde el ele yürüdüğünü görebilirsek, kendimize olan yürüyüş ritmimizin tüm sorumluluğunu üstlenebilmemiz de bir o kadar kolay gerçekleşecektir. İşte o zaman, kurban bilinci halinde : “ne yapalım ülkenin şartları, yoğun iş tempom, ailemin sorunları, iş verenimin sadakatsizliği, çocuğuma yönelik sorumluluklarım vb. bahaneler ile yaşam armağınımızı çar çur etmeyi seçmek yerine; kahraman bilinç boyutunda var olmayı seçerek, bizlere yük gibi görünerek çeşitli maskelerin ardına gizlenmiş her türlü değeri farkındalık bilinci ile gözlemlemeyi seçer ; ruhumuzun derinliklerine derin bir dalış gerçekleştirebilir,  makrokozmosun bir yansıması olan bedenlerimizin içerisinden tutkuyla geçebilir ve öz olarak mutlak harikulde ışığı bütünü ile yansıtabilmemiz adına gerçekte sadece o “boşluk” un tadına bakarak zaten var olduğumuz halimiz ile gerçekliğin en mükemmel halini yansıtmakta olduğumuzun diğer bir deyim ile değişmesi gereken hiçbir şeyin olmadığının idrakına varabiliriz. 




ÖZÜMÜZDEKİ “BİR”LİĞİN TADINA BAKMAK

“Kafanın söylediklerini duymakla, kalbinden gelen mesajı dinlemek
 arasındaki farkı öğren. Kafanın konuşması, toplumun bir ürünüdür. 
Kalbin konuşması ise sonsuzluktan gelir.”
Aborjin Öğretisi




Haydi şimdi beraberce bir içecek hazırlayalım; bu içeceğin adı “birlik” olsun. Birlik, sizce nasıl bir tat duyumsatıyor zihinde? Şu an çevrenizde var olan canlı-cansız varlıklara bir göz gezdirin ve hissiyatlarınıza, kalbinizin kulağını yönlendirin, ne dinliyorsunuz? Varoluşun her bir formu ile ne kadar içten samimi ve bir  zamanın kalitesinde her daim sağlamlığını sürdüren güçlü bir bağ olduğunu fark ediyor musunuz? Şu an mevcut bedeninizin içerisinde ne kadar hassas olmayı seçiyor iseniz bir o kadar bu bağı duyumsayabilirsiniz. Hassasiyetle var olmak;  yaşamın iliklerinize kadar her yönü ile nüfuz etmesine izin vermektir. Siz bu duyumsamaların hangi boyutlarına ne kadar  izin vermeyi seçiyorsunuz? Bir insan varlığına baktığınızda onun mevcut kaba; et-kemik-doku-sinir hücrelerinden oluşmuş bedeninin ötesini görebilmek adına kendinizi ne kadar açıyorsunuz? İşte tam anlamıyla hassasiyet budur; yaşamın döngüselliğine bütünü ile tüm varoluşunu özgürce ve cesurca açmak. Ne kadar hassas bir duyumsama ile yaşamı algılıyor iseniz bu sizin ne kadar canlı olduğunuzu gösterir. Sokaktaki insan varlıklarına bakın, birçoğu zihin hapishanelerinde yaşamı sürmeyi seçiyor ve en acıklı ironi şu ki; yaşamın efendisi olduklarını zannederek gittikçe katılaşırken eş zamanlı olarak yaşamı, çevredeki unsurlara bağlı olduğunu zannederek direnç, çaba sarf ederek değiştirmeye çalışarak gerçekten kontrol edebildiklerini zannediyor olmaları… Efendisi olabileceğiniz tek şey: zihinsel düşünce akımlarınızdır. Düşüncelerinizin yaratım formatını çözdüğünüzde bu formatı değiştirmeyi seçerek bir yaşam döngüsünü dönüştürmek mümkündür ki bunu zihin ustaları çok iyi bilirler... 

“Her düşüncenizin herkesin görebildiği şekilde yayıldığını düşünün semaya, 
çünkü gerçekten böyledir. 
Tüm dünyanın, her söylediğinizi duyabileceğini düşünerek konuşun 
çünkü gerçekten duyarlar. 
Hep yaptığınız dönüp dolaşıp size bulacakmış gibi hareket edin 
çünkü gerçekten bulur.”   
Mikhail Naimy



Düşünce akımlarını boyunduruk altına alabilmek adına düzenli meditasyon uygulaması gerçekleştirerek düşünceleri izlemek yaşamı dilediğiniz gibi yaratabilmeniz adına yardımcı olur. Böylece birçok yaşam boyunca varoluş katmanlarınızdaki izleri iyileştirebilcek güç ile içselliğinizde buluşarak geçmişi dönüştürerek yepyeni bir gelecek doğurabilirsiniz şu anın realitesinde.

            
DİLE-DÜŞLE-GERÇEKLEŞTİR


Hayatın öz tadı ile buluşabilmek adına yolculuğunuzda yüklendiğini yükleri özgür bırakmak,  akışta var olmayı bütünüyle deneyimlemek,
bir diğer kısa deyim ile “ölmek” eş bir anlamı ile “öz olarak yaşamı deneyimlemeye başlamak” adına, neye(nelere) ihtiyaç duyumsuyorsunuz?


Haydi şimdi ölmek adına bir “dilek” dileyin. Dilerseniz bu dileğinizi sözel olarak
sesli bir biçimde aynanın karşısında geçerek gözlerinizin derinliklerine bakararak kendinizi görerek telaffuz edin ya da boş bir sayfaya seçtiğiniz renkteki kalemler ile dileğinizi resmedin. Dileğinizin zeminini oluşturan “niyet”, tüm evrene bir çağrı mesajı gibi anında iletiliyor peki bu niyeti somut formda tezahür ettiren nedir, sizce? Evrenin dansı. Her yeni dilek dilediğimizde, evrenin rahmine bir niyet tohumu ekeriz aşkla… Sonrasında bu tohumun, fidana, fidandan bir ağaca ve ağacın güçlenerek meyva verebilmesi için de toprağın kalbinin ritminde bir dans seromonisi gerçekleşir.

Niyetlerimiz, evrenin rahmindeki eşsiz dans ile gerçekliğe dönüşür.

ÖLÜMÜ DANS İLE KUTSAMAK…

“Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; 
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.”
Mevlana 


Bir an için fiziksel realitenizden bağımsız olarak hiç düşünmeyi seçtiniz mi: “Sizi, öz olarak Dünya adı verilen gezegene bağlayan nedir?”  Nasıl oluyor da başka bir formda farklı bir boyutta bir başka gezegende varolmayı seçmemişsiniz de bu mavi-yeşil tonları ile ahenkle bezenmiş güzel Dünya gezegeninde bedensel bir form almayı seçmişsiniz? Dünya gezegenine ne(ler) sunmak üzere burada köklenmektesiniz? 

Evet, yukarıdaki gibi ve benzeri soruları, kendimize yöneltmemize vesile olan “ölüm” ün ta kendisi değil mi? Ölüm, mevcut bedensel formumuzun belirli bir ritimde var oluşunu sürdürecek sınırlı sayıda nefes alış-veriş sürecinin olduğunu bizlere her soluğumuzda hatırlatan tek sırdaşımızdır. 

Her an en önemli sırlarımızın şahidi değil midir, ölüm?






“Karma, insanın özgürlüğünün sonsuz ispatıdır. Düşüncelerimiz, sözlerimiz, davranışlarımız kendimizi boşlukta üstüne attığımız ağın iplikleridir.” 
Swami Vivekananda

Diyelim ki mevcut bedeninizde şu andan itibaren hiç yaş almaksızın fiziksel bedeniniz olduğu hali ile yaşamın sonsuz döngüsünü bu haliniz ile deneyimliyor olacak! Ne kadar da sıkıcı bir süreç deneyimi olur bir düşüncesinize,değil mi? Eylemlerimizin sonuç-neden döngüsel zincirini görmeksizin var olmak hem adaletsiz hem de anlamsız olurdu sanırım, size göre? Ektiğimizi biçmediğimiz bir yaşam süreci, ektiklerimizin yansımalarını deneyimlemediğimiz bir yaşam döngüsü hayal edebiliyor musunuz? Bu bağlamda yaşam döngüsüne anlamını bahşeden en parlak ışık; “ölüm”dür. Ölüm olmasa, yaşamın döngüselliğine kendinizi gerçekleştirmek uğruna yine şu an olduğu gibi emek vermeyi seçer misiniz(yanıtınızı zihin süzgecinden geçirmeden önce sualin özünü kalbinizde demlediğinize emin olun!) ?

Her son başlangıçta gizlidir,her ölüm ise ilk doğumda gizli…


“Hayatımız, bizi hiçbir yere götürmediğini anladığımız anda
bir anlam kazanmaya başlar!”
Pyotr Demianovich Ouspensky

Ölüm, bir yeniden doğma sürecine geçiş, bir bakıma özünde arınmayı da barındıran derin bir dönüşüm sürecidir. Bu bağlamda tıpkı doğum gibi kutsanmayı hatta törensel bir kutlama sürecini hak ediyor, değil mi? Ülkemizdeki toplum gelenek ve göreneklerine göre ise “ölüm” genellikle pek de olumlu olmayan bir olgu olarak görülmekte ve değerlendirilmekte bu da bu ülkede var oluşunu sürdürmekte olan birçok insan varlığının “ölüm”ü nihai bir son olarak değerlendiren algı yanılsamasından kaynaklanamaktadır. Lakin Dünya gezegeninin geneline baktığımızda, birçok insanın  yaşam sürecini;  “benim hayatım” olarak değerlendirerek işin özünde tek bir hayat/yaşam olduğunu zannetmekte olduklarını görmekteyiz. Oysa ki; “benim hayatım/bizim hayatımız, vb.” demek yerine “hayat ile olan ilişkimiz, hayat ile olan ilişki süreci” vb. cümle kalıpları daha yerinde olacak ve algıyı dönüştürme yönünde işlevsel olacaktır. Ve bizlerin sadece mevcut  varoluş hal deneyimi ile ilişkimizi yansıtmak üzere,  yaşam adı atfedilmiş sonsuz ölüm-doğum döngüsünde mutlak ışığın eşsiz bir bölümünü sadece yansıtmak üzere Dünya sahnesinde olduğumuzu görme zamanı! 










AMOR VİNCİT OMNİA =AŞK HERŞEYİN ÜSTESİNDEN GELİR !

“Görevin aşkı aramak değil, ona karşı yarattığın engelleri kendi içinde arayıp bulmaktır sadece.” 
Mevlana 


Yazının bu kısmına değin, “ölüm”e ilişkin inanç kalıplarınızı bu kalıpların nasıl oluşuğunu gözlemlemenizi bir nevi yeni bir bir temel oluşturabilmek adına köklerin en derinlerine eğilip bakmaya ve baktıklarımızı görmeye ne kadar cesaretiniz olduğuna ilişkin küçük bir yoklama gerçekleştirdim. 

Şimdi biraz değerli astrolog Ursula Stockder Busch’ın Mezo-Amerikan ve Yunan Felsefesi’ndeki ölüm kavramına ilişkin altını çizdikleri ile yol alalım. 

(Ursula Stockder Busch, astroloji ile resim sanatını birarada uygulayarak kendi deyimi ile; “hayallerini-özlemlerini, fantezilerini” bu yol ile evrene ifade etmeyi seçen ve ayrıca; tanatoloji, Jungian psikoloji, sanat tarihi, tarot, mitoloji konularını birarada harmanlayarak sanatsal yaratıcı çalışmalar üreterek özgün bir biçimde astroloji mesleğini icra eden özgür bir birey).

“İnsanoğlu, Tanrı’ları kendi suretinde yaratır.”
Yunanlı filozof Ksenophanes (M.Ö.570-480)

Meksika’lılar ve Yunan’lıların en temel özelliklerinden birisi her iki kültürün de
“ölüm” olgusunu yüceltmeleridir. Her iki kültür de kozmos ve Dünya’yı bir bütün olarak değerlendirir, bu nedenle her şeyin (canlı-cansız) Yaratıcının ruhunu taşıdığı inancına sahip idiler. Ve bu kültürlerin inancına göre;  Yaratıcı istediği an kendisini herşeye dönüştürebilme yetisine muktedir idi. Tanrılar ve insan varlıkları birarada yaşamsal varoluşlarını sürdürmek idiler. Tanrıların Tanrısı olan nitelendirilen Zeus’un gönül maceraları peşinde koşarken; boğa, kuğu, kartal formlarına büründüğü yine Yunan mitolojisinde yer alan müzik ve sanatın Tanrısı Apollo nun karga formuna dönüştüğü mitolojik hikayelerde yer almaktadır. Benzer şekilde Mezo-Amerika da zamanın belirli boyutlarında var oluşlarını sürdürmüş olan; Olmek-Mixtec-Zapotek ve Maya uygarlıklarında da çok Tanrılı inanışın hakim olduğunu Yaratıcıların form değiştirme niteliğine vakıf olduğunu görmekteyiz. Azteklilerin en önemli Tanrısı olan Quetzalcoatl’ın hem gökyüzündeki rüzgarları süpürme hem insan varlıklarına mısır yetiştirme dersleri veren bir rolü ve eş zamanlı olarak zamanı ölçmeyi öğreten bir kahraman rolü olduğu efsanelerde yer almaktadır. 

“Gökyüzünün kalbi tek bir kelime söyler, Yeryüzü ve Yeryüzü denizden sis gibi doğar.” 
Popol Vuh

En önemlisi her iki kültürde de “var olmak” ile “bedenin” içerisinde var olmak” ın birbirinden farklı kavramlar olduğunun idrak edilmiş olmasıdır. Tıpkı birşeyin ne olduğunu bilmek ile, o şeyin nasıl hissettirdiğini bilmenin farklı olgular olması gibi. Bu bağlamda ölümün sadece yeni bir forma geçiş olarak görüldüğü Mezo-Amerika kültüründe ölümden sonraki dönemi dört yıllık bir süreç olarak değerlendiriyor yeniden doğuma inandıkları için ölen kişinin ağzına, yeraltındaki kemiklere can verdiklerini düşündükleri, yeşim taşını yerleştirerek, seksen gün boyunca ölen kişiyi yıkamıyorlarmış, seksen günden sonra yeni bir doğumun gerçekleştiğine inanıyor ve iki yıl sonra kemikleri çıkarıp yıkayarak tekrar yerine koyuyorlarmış. Ne ilginç değil mi? Kişi, öldüğü zaman fani bedeni üç kısımda değerlendirilmekte imiş. 
Baş kısmı; “kader”i, kalp kısmı; “bilinç ve vicdan”ı, karaciğer ise “ruh” u temsil etmekte imiş. 
Baş; özdeki yaşam gücünün simgesidir. Aklın, bilgeliğin dergahıdır,
Kalp; gerçek öz ün gözü,
Karaciğer ; tutkunun dergahı olarak değerlendirildiğinde ruh ile ilişkilendirilmiş olması kulağa mantıklı geliyor. Taoist düşünürler; karaciğer enerjisini “ordunun generali” olarak değerlendirir sağlıklı karaciğer enerjisinin sağlam köklü ve bir o kadar da esnek, uyumlu bir iradeye işaret ettiğinin altını çizmektedirler. 
Bedenimizdeki en büyük salgı bezinin karaciğer olduğunu göz önüne aldığımızda yaşamda karşı karşıya kaldığımız olguları ne ölçüde sindirebildiğimizi böylece duygularımızı ne ölçüde dengeli ifade etmeyi başararak yaşama şefkat ve hassasiyet ile yaklaştığımızın, “yaşamsal canlılık” sembolü olarak nitelendirebiliriz.
Karaciğeri sağlıklı hale dönüştürmenin en etkin metotlarından birisi; “detox” uygulamaktır. Ancak bu detoksu sadece fizyolojik boyutta değil, duygusal ve tinsel beden boyutlarında da uygulamanın esas olduğunu hatırlayalım!

Karaciğer tüm bu sembolizmin yanı sıra deneyimlediğimiz olayların/durumların, yaşamsal süreçlerin bizleri ne kadar ve nasıl beslemekte olduğuna dair bir büyüteç işlevi de görmektedir. Astroloji ilteratünde karaciğer organı, büyük iyilik olarak nitelendirilen Jüpiter gezegeni ile ilişkilendirilmiştir. Eş zamanlı olarak Jüpiter, Tanrıların Tanrı sı Zeus u da sembolize etmektedir. Manevi-maddi yönden zenginleşmeyi, iyimserliği, olgunluğu, mutluluk halini sembolize eden Jüpiter gezegeninin bir bakıma; yaşamsal potansiyelimiz ile ne kadar sağlıklı ayrışıp-buluşarak yaşamın doğasından en sağlıklı şekilde nasıl beslenebileceğimize dair bizlere bir yön ışımakta olduğunu da düşünebiliriz.

Haydi gelin şimdi bu iyimserliğin parlak ışığının izini sürelim… Yazının en başındaki kargayı anımsıyor musunuz? Hani camınızı tıklatıp size “ölüyorsun” demişti…Hatırladınız değil mi? Belki de bu karga Tanrı’ların Tanrısı Zeus idi, belki de sanatın ve müziğin Tanrısı Apollo. 

Şimdi biraz hayal edelim ve bir seçim gerçekleştirelim, Şu an Işık ve Güneş in Tanrısı Apollo mu yoksa Gökyüzü ve fırtına Tanrısı Zeus mu olmayı deneyimlemeyi istersiniz? Sadece bir gün boyunca Zeus’un ya da Apollo nun niteliklerine vakıf olabileceksiniz, ne (ler) yaratmayı seçersiniz? 

Gerçekliği bir diğer eş anlamı ile mutlak aşkı deneyimlemek adına ağ gibi ördüğümüz tüm katmanlarımızdan bizleri özgürleştirecrek öz benliğimize uyandıran bir duygu yaratmayı seçseniz… Bu özgün duygunun adı ne olur? 





Ursula Stockder Busch hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz: www.ursulas.com.mx







Sevgi’nin Gücü Adına

Işık Olsun!

KAİNATIN YÜREĞİNİN RİTMİNDE DANS ETMEYE HAZIR MISINIZ? (I)...

“Algınızı değiştirdiğiniz an bedeninizin kimyasını yeniden yazdığınız andır.”

Bruce Lipton

! Dikkat okumayı seçtiğiniz yazının oldukça uzun olacağı yönünde içimde bir his var. Hem bir ruh sağlığı danışmanı olarak kendi kişisel algımın izdüşümlerini hem de bu yıl Astroart Astroloji Okulu tarafından sekizinci kez gerçekleştirilen  uluslararası astroloji günlerinde deneyimlediğim ve sizlere de yeni bir bakış açısı sunabileceğine inandığım gözlemlerimi paylaşmaya niyet ettim. 

William Wordsworth (romantik dönemin öncüsü değerli şair) şöyle diyor: “Yazmak, kalbin nefes alıp verişini kağıda dökmektir.” Bu yazıyı okurken lütfen yazınıza boş bir kağıt ve kalem bulundurun ve okuduğunuz uygulamaları gerçeğe dönüştürebilirseniz bu sıradan bir yazı olmanın ötesine geçerek sizin adınıza bir farkındalık yolculuğuna dönüşebilir, tabi seçim size ait şimdi ve daima.

Hazır mısınız? Başlarken Gaisheda Kheawok (Gaısheda, dünyayı dinleyerek dünyanın şarkı hatlarını takip ederek yol alan ve kendi geleneğine göre “kutsal ses”i kullanarak şifa çalışmaları gerçekleştiren arketipik şamanik enerji tıbbı uygulayıcısı/astrolog,  kendisini “messenger of the mother” (annenin/kutsal doğanın elçisi ) olarak nitelendiren bir ışık varlık). ’ün sözlerine yer vermek istiyorum:

“Açığım,
İstekliyim,
Ve ben buna değerim,
Güveniyorum,
Teslim oluyorum,
İzin veriyor ve serbest bırakıyorum.”


DÜNYA GEZEGENİNİ DİNLEMEYİ SEÇİYOR MUSUNUZ? 

Neleri nasıl dinlemeyi seçersiniz? Duymaktan bahsetmiyorum herşeyi duyuyoruz hem de herşeyi lakin sizin dinlemeyi seçtiğiniz özel bir frekans aralığı var o yayının özünü merak ediyorum. Belki şimdiye değin hiç merakınız kabarmamış, farkındalığınızı bu yöne doğru yöneltmemiştiniz haydi şimdi nazikçe dikkatinizi yaşamı deneyimlemeyi seçtiğiniz gezegenin sesine yöneltin. Birkaç dakika bu sesi dinlemeye özgürce teslim edin kendinizi…

Şimdi her nerede iseniz yapmakta olduğunuz her ne ise sadece üç dakikalık bir mola verin her iki ayak tabanınızı da yeryüzüne doğru köklendirin ve nefesiniz özgür akışında akmaya devam ederken göz kapaklarınızın gözlerinizin üzerine doğru kapanmasına izin verin. Ne duyuyorsunuz? Peki bu duyduklarınızın hangilerini dinlemeyi seçiyorsunuz?  Nefes alış verişinizin şu andaki ritmini hissedin, bir renk burun deliklerinizden ciğerlerinize değin süzülüyor bu hangi renk? Ve başka bir rengi, dışarı doğru nazikçe her soluk verdiğinizde özgür bırakıyorsunuz (bu hangi renk?)  … Ne dinliyorsunuz? Nasıl bir ritim titreşiyor? Dünya gezegeninin  size özel bir mesajı var mı? Duyduğunuz ritimde dans etmeyi seçseniz bu dans nasıl form kazanır? Haydi yeryüzü ile temas halinde olsun ayaklarınız, yeryüzünün güzelliğini ayak tabanlarınızdan, başınızın en tepesine değin aşkla solurken bir bakın;  bedeniniz bu ritim ile nasıl hareket etmek istiyor, özgür bırakın bedeninizi, ona güvenin, o neyin nasıl olması gerektiğini biliyor, rahat olun…

Şu an bir mesaj alıyorsunuz, minik mavi gezegenimizin size olan mesajı ne olabilir? …

***Yukarıdaki soruların yanıtlarını not alabilir belki dansınızı renkli kalemler ile resmetmeyi de seçebilirsiniz.***



Bu uygulamayı her gün aynı saatte mümkünse aynı yerde uygulamaya ne dersiniz? Bir ritüel oluşturmaya böylece beyninizdeki nöronlar arasında yeni bağlantı yolları oluşturarak yaşamınızın her anını nasıl da yarattığınızı görebilmeniz adına işlevsel bir süreç olacaktır, denemeye değer ne dersiniz?



KENDİ SES TONUNUZUN RENGİ NASIL IŞIYOR?...

Dünya gezegeni muhteşem ışığa doğru emin ve sağlam adımlarla yeniden doğmaya doğru ilerlerken maddi dünya tezahürlerinde oluşan kaos, insan varlılarına her solukta kendilerine daha da yakın olabilmeleri, öz sesleri ile buluşabilmeleri adına şans vaad etmekte;  görmeyi, dinlemeyi ve duyumsamayı seçiyor musunuz?

Henüz yeterince karanlık oluşmadı, her an biraz daha karanlığa doğru ilerliyor insan varlıkları, bu ışığın mutlak gücünün tezahürü adına deneyimlenmesi, oluşması gerekendir. Hatırlayalım ki; en karanlık an ışığın en parlak olduğu andır eş ritimli olarak. Karanlık tünelin henüz başında ve adım adım karanlığın girdabına en derinlere doğru ilerlerken öz ışığımız ile buluşmak niyeti ile yolculuğumuzda ne(ler) tezahür ettirebiliriz, nereden başlayabiliriz? Gibi soruları dinliyorum. Başlangıç olduğunuz yerdir, var olmayı seçtiğiniz zamanın dalgasıdır.
 Ancak nerede olduğunuzla gerçekten temas etmeye niyetiniz daha doğrusu acılarınıza dokunmaya onları şefkatle nazikçe şifalandırmaya ne kadar içten bir niyetiniz var ? Başka bir deyim ile kendi öz sesiniz ile buluşmaya, özünüzdeki o çocuğu dinlemeye ne kadar gönüllüsünüz?

Bir ruh sağlığı danışmanı, her daim karşısındaki varoluş formunun enerji boyutunun birlik halinde (dengede olma hali= sağlık) ışıması üzerine emek vermeyi seçendir. Terapi sürecinin ilk haftaları herşey güllük gülistanlıktır. Genellikle dışarıda suçlu ya da kurban haline dönüştürülmeye müsait bir arketip her zaman mevcuttur  (eş, arkadaş, sevgili, iş vereniniz, ebeveyn,çocuk vb.). Ne de olsa hep “o” nun yüzündendir herşey değil mi? Belki de mevcut yönetim düzeni, ekonomi, dünya liderleri yüzündendir??? Kurbanın da, suçlunun da, engelin de ta kendisinin kendiniz olduğunu görmeniz adına daha kaç bedene ihtiyacınız (kaç yaşam deneyimine) var?  ---İlk zihninize izdüşümü olan kelimeleri kağıdınıza aktarın, lütfen. ---

***Şimdi kendi yaşantınızdaki “o” ların keşfine dalmak üzere bir beş dakikanızı ayırın şu an olmakta olduğunuz halinizden ne kadar memnuniyet duyumsamaktasınız? Kendinizi koşulsuzca seviyor ve kendinize şefkatle sarılarak her ne olursa olsun, başıma her ne gelirse gelsin;  “canım sağolsun” diyebiliyor musunuz? Eğer yanıtlarınız “hayır” ise sizi engellediğini, durdurduğunu imgelediğiniz,  düşünce akımlarınız ile yarattığınız “o”larınızı davet edin kağıdınıza ve yazın. Bu “o” nun eşiniz olduğunu düşünmekte iseniz; ona dair düşüncelerinizi, duygularınızı, ve gerçekten ona nasıl bir mesaj iletmek istediğinizi yazın. Evet bu mesajınızda dürüst olun belki kulağa hoş bir eda ile yankılanmayan sözcükler de telaffuz etmek niyetinde olabilirsiniz, varsın öyle olsun, yüreğinizin söylediğini olduğu gibi su gibi akarak kağıt ile buluşturmayı seçin, lütfen. Bu belki uzun belki kısa bir zaman dilimini teşkil eden bir uygulama olabilir lütfen gerektiği kadar = ihtiyacınız olarak duyumsamakta olduğunuz süreci, kendi içsel keşif süreciniz olarak armağan edin kendinize. ***



Bir terapi sürecinin nasıl ilerliyor olduğuna geri dönecek olursak; ilk iki-dört hafta tanışma ve bir boşaltım (sağaltım) aşaması olarak keyiflidir, dışarıdaki koşullar, kişiler, durumlar , olaylar gözlemciyi (danışanı) bu hale dönüştürendir, ne de olsa. Ve bu süreçte danışman (ruh sağlığı uzmanı) genellikle kabı tutan pasif konumdadır. Işığın içeri süzülebilmesi için;  var olan ancak artık işlevsel olmayan boşaltılır, belirli zihinsel-duygusal pas tutmuş kalıplar çözünür, ruhun sesinin kendi oktavında ışıyabilmesi adına fiziksel-zihinsel-duygusal-tinsel işlevsel olmayan kalıplar özgür bırakılır. 
Eğer karşınızda gerçekten varoluşun zihinsel-bedensel-duygusal- tinsel boyutları ile bağlantı kurarak uygulamalarını gerçekleştiren bir ruh sağlığı danışmanı var ise; ortalama olarak  (her özel varlığa göre değişkenlik gösterir)  beşinci hafta itibari ile yoğun bir “acı” duyumsamaya başlarsınız, ve terapi sürecinden kopma bu anda gerçekleşir genellikle. Gözlemlediğim; danışanlar tekrar tekrar hikayesini aktarmaktan haz duymaktadır ve zihinlerinde “haklı” olmayı duyumsamayı bekleyen küçük bir çocuk vardır sanki iştahla onaylanmayı bekleyen. Haklı ya da haksızın aynı olduğunu ve sadece “hak” olduğunu idrak etmek bir dönüşüm sürecidir. Dönüşümün mayası “acı” dır. Acı, duygulanımının  özüne doğru ilerlemeden ve en derindeki o kanayan nokta ile bir olunmadan mutlak bir iyileşme (sağlıklı olma hali) söz konusu olamaz. Peki  ne olur? 
Hikaye kendisini tekrarlamaya devam eder… İşte burada size bir sırrımı açıklayacağım; mesleğe ilk adımımı attığım 2010 yılında danışanların hikayelerini mutlak “gerçek” miş gibi dinler, bu hikayelerin özünde yer alan bir olması gerektiğine inandığım olguları dengelemek üzerine dikkatimi yöneltmeyi seçerdim,  sanki bir bulmaca çözer gibi, hikayelerden ipuçlarının izlerini sürer  danışanın dengede olma hal deneyimi için bu ipuçlarının tek bir yanıta olan bağını araştırırdım. Tam iki yıl boyunca bu şekilde terapötik uygulamalarımı sürdürdüm. Sadece şundan emindim: karşıma gelen kişi; henüz kendi hayat sürecimde tamamlanmamış, tamamlanmış, tamamlanmış ve tecrübeli olduğum bir süreç deneyimini bana aktarıyor olacak. Özge nin kendi içsel dinamiğinde barındırmadığı hiçbir şeyin karşısında yer almayacağına emindim. Nitekim bu hipotezimin doğruluğunu ve gerçekliğini zamanın döngüsünde deneyimledim ve gördüm.  2012 yılında mesleğimi bırakmaya karar verdim çünkü yürümeyen kendimi iyi hissettirmeyen bir döngüselliğin içerisinde olduğumu hissediyordum. Danışanlarımın terapötik sağaltım süreçlerini tamamladıktan bir süre sonra hikeyelerin yön, biçim ve boyut değiştirerek ancak öz tema aynı kalacak şekilde tekrarladıklarını fark ettim. Zorlamanın bir anlamı yoktu, iyileşme gerçekleşmiyordu sadece anlık rahatlamalar , belirli farkındalık uyanışları deneyimliyordu danışanlar. Peki Özge nin niyeti bu muydu? Özümün sesi haykırıyordu; “Hayır” . Öyle ise dedim ki: Dur ve kendine doğru yürü…  “Perdenin arkasında ne var?”. Bu  soru ile çıktığım kendime olan yolcukuğumda tüm odağımı öz benliğime doğru akıtmayı seçtiğim ve halen de seçiyor olduğum süreçte ilerliyorum. Birçoğumuz şimdilik, bazılarımız hariç, aynı anda parçacığı hem de dalgayı algılayamıyoruz. Öyle ise; döngüselliğin ritminin izini sürdüğümüzde gerçek iyileşemenin sağlanıyor, olduğunu keşfettim ve tüm teröpatik sistemimi duygusal bedendeki kayıtları dönüştürmek üzerine yeniden inşa ettim. Bunun için, şimdi astroloji, yoga ve psikoloji ilimlerini birleştirerek danışanlarıma özel terapi uygulamaları dizayn ediyorum. 

Hatırlayın ki zaman ne dikey ne de yatay düzlemde akar, zaman döngüseldir. İşte bu nedenle bir ruh sağlığı danışmanı, danışan ile ahanekli bir dans ritmi oluşturmanın akabinde zamanın bir boyutundan beri sürgelen iz bırakmış ruhun döngüsündeki tekararlayan kalıpları şifalandırır.  Sizin aktardığınız hikayeler ile ilgilenmez. Ne ile ilgilenir? Bu hikayeleri nasıl zihninizde yarattığınız ile, bu yaratım aşamasının inşa sürecindeki malzemelerin nasıl kullanıldığına bu malzemlerin birleşim aşamalara tüm odağını yöneltmiştir ve bilinçdışı zihninize en temel verdiği/ ilettiği mesaj şudur: “Deneyimliyor olduğun herşey bir illüzyon, her şeyi her yeni dalga soluk ritmin ile kendin yaratıyorsun. Dışarıda senin yansımalarından bir başka birşey yok ve olamaz. Ve gördüğün herşeyden sorumlusun lakin herşey sensin, sen de herşeysin” Bu mesajı tabi ki; direkt bu şekilde ifade edilmemektedir çünkü bir eylemin zihinsel boyutta tezahürü için, kendi ritminde sürekli tekrarlanmasıdır mühim olan. Bir eylemin, zihinde kendine has öz iklimini oluşturması adına tekrar olmadan tekrarlanması gerekir.  Peki bunu nasıl yaparlar? Çoğunlukla sizlere belirli sorular yöneltirler, sizi etkin bir şekilde dinlerler ve zihninize belirli dalga boyutlarını temsil eden tohumlar  ekerler. (sizin de hep soruda kalmanız gerektiğini hatırlatmak adına),  ve  çeşitli ses tonlarının değişkenliği ile  biraraya gelen kelimeler aracılığı ile veyahut bedenin tekrar olmadan tekrar halindeki ritmik belirli beden duruşları sergilemesi ile aktarabilirler öz mesajı veyahut sadece çok basit bir nefes tekniği ile  bazen de  güçlü bir göz teması ile (hatırlayın ki; gözler ruhun giriş kapısıdır ve her bir ruh diğerini tahmin edeceğinizin ötesinde çok iyi bilmektedir). Dinlemeniz ve hatırlamanız gereken öz mesajı alırsınız. Ne zaman? Hazır olduğunuz an. Ruhsal boyuttaki bir terapi süreci sonu ya da başlangıcı olmayan bir süreç deneyimidir. Sürecin ritmi danışan-ruh sağlığı danışmanının yarattığı özgün dans seromonisinin ritminde yaşamlar boyu akabilme potansiyeline muktedirdir. Hatırlayalım ki; frekans dalgaları  zaman ve mekandan bağımsızdır.Kainattaki tüm parçacıklar birbiri ile ritmik bir uyum içerisindedirler.  Bu parçacıkların her birinin kendine özgü bir dönüş hızı, renk tonu, parlaklığı, ritmi ve dokusu vardır.  Bir parçacıktaki denge halinin sekteye uğraması tüm sistemin denge halini etkiler. Herşey bir, bir herşeydir. Ve birliğin en yalın aşkınlıkla ifadesi “Sevgi” dir. Tüm kainattaki iyileşmeyi sağlayan tek bir merhem vardır onun adı da: “SEVGİ”dir. 

 


İ HA HO

“İ HA HO” birkaç kez sesli ya da sessiz bir biçimde bu heceleri telaffuz ederken bedeninizdeki değişen hislerin izini sürün, lütfen. Neler duyumsadığınıza bir göz gezdirin neler görüyorsunuz? Zihninizde nasıl imgeler, gözlerinizin önünde nasıl renkler, ve kulaklarınızda nasıl bir melodi duyumsamakta isiniz? 


***Belki kısaca not alma gereksinimiz olabilir veya renklerin büyülü dünyası ile bir resim yapmayı seçersiniz belki de...***

Gaısheda Kheawok, sekinci uluslararası astroloji günlerinde bizlerden bu heceleri sesli olarak zikretmemizi isteyerek başladı sezgisel benliklerimize doğru uzanacağımız günün eşsiz dans yolculuğuna…
“İ HA HO” atalarımıza yönelik sonsuz sevgimizi ifade etmemizin yollarından sadece birisi olduğunu hatırlattı bizlere. 

***Büyükannenizin annesi, büyük büyük büyükbabanızın babası şu an karşınızda oturuyor olsa !!! Haydi 3 soru hakkınız var, en çok merak ettiklerinizi sorun, yanıtları not almayı hatırlayın, ve tabi soruları da yazın isterseniz.***


NİYETLERİMİZİ UYUMLAYAN IŞIK GÜCÜ : “SES” …

Son yıllarda gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar neticesinde, “ses”in geleceğin tıbbı olup olamayacağına dair teoriler ortaya konulmaktadır.  Bunu yeni fark etmeleri pek şaşırtıcı olmasa da en azından fark edebilmiş olunması son derece güzel bir gelişme ne dersiniz? 2007 yılında gerçekleştirilen bazı bilimsel çalışmalar neticesinde; ses itilimlerinin ışık hızından daha hızlı hareket edebildiğini ispatladılar. Ve eş zamanlı olarak ses dalgalarının süratinin sonsuz boyutuna kadar varabildiğini de ispatladıkları araştırmalar yer almaktadır. Pjotr Garjajev (Rus biyofizikçi), DNA’yı sadece ışık ve ses frekanslarını kullanarak dönüştürebileceğini ispatladı. 
İşin özünde; hatırlıyoruz ki:  maddenin rezonans frekansı ses aracılığı ile dönüşebilir !!!

Peki ya kendi sesinizin ne kadar farkındasınız? Ses tonunuzun nasıl bir ahengi, nasıl bir renk tonu, nasıl bir dokusu, nasıl bir parlaklığı, nasıl bir ritmi varoluşa tezahür ettiriyor? Kendi sürecimden örnek vermem gerekirse; kendi sesimi dinlediğimde hep çocuk sesi gibi geliyor kulağıma (Her daim çocuk olabilmenin tadını çıkarıyorum; saf-özgür-doğal-her daim samimiyetle eylem tezahür ettirmek büyük keyif ve muazzam bir şans, …). Bu nedenle bundan birkaç yıl öncesine değin resmi telefon görüşmelerimde fizyolojik beden yaşımın on sekizden büyük olduğuna inandırmak için epey bir efor sarf ettiğimi sizlere itiraf edebilirim. Ve genellikle telaffuz ettiğim cümleleri birkaç kez tekrar etmek durumunda kaldığımı da çünkü sesimin tonu oldukça tiz. Ancak birçok danışanım ses tonumu çok rahatlatıcı, dingin ve şefkat dolu olduğunu ifade ettiklerini de söylemeden geçmek istemiyorum.  Ve danışanlarıma mütemadiyen verdiğim uygulamalardan birisi de spontan bir şekilde kendi kendilerine konuşmalarıdır.  İlk inandığımız ses tonu kendi öz ses tonumuzdur. Mühim olan iç diyaloglarımızın melodisini dönüştürebilmektir. Haydi şimdi hep birlikte deneyelim : 

Kendi kendinizle konuşun ya da şarkı söyleyin bakalım, şu an nasıl bir ses tonu duyumsamaktasınız (dokusu, tadı, tonu, parlaklığı, ritmi nasıl?)  Ve ses tonunuza odağınızı nazikçe yönelttiğinizde gerçekten ne dinliyorsunuz? Ses tonunuz neyi anımsatıyor? 

***Kısaca yazmak üzere kendinize izin verin***

ELEMENTLERE ŞARKI SÖYLEMEK…

Gaisheda Kheawok, ses aracılığı ile duygusal bedenin dönüşümüne “arketipik şamanik enerji tıbbı” adını atfettiği bir sitematikle uygulamalar yürütmekte olduğunu ifade ederken; “ben elementlere şarkı söylüyorum” dedi. Evet doğru okuyorsunuz; ateş-hava-su-toprak ve eter; biz bu elementleri parça parça görmesek de, her an duyumsuyoruz, her şey bu beş elemetin kendi özgün doğasındaki titreşiminden var olmaktadır.  Her şey enerjidir ve her enerjinin kendi öz doğasına has bir titreşimi mevcuttur. Ve herşeyin tezahür etmesine aracı olan en yüce güç de “ses”tir. Ses, form yaratır her an. Kendi içsel dialoglarınız sesli bir biçimde kendinizi ifade ettiğinizde iç dünyanızdaki melodiyi yansıtmaktadırlar . Bugünden itibaren telaffuz ettiğiniz her kelimenin sorumluluğuna daha farkındalıkla yaklaşmaya, sözlerin büyülü güçler olduğunu görmeye ve dış dünyanızdaki melodinin farklı olmasını istiyor iseniz iç dünyanızdaki melodi akımını dönüştürmeye emek vermeye var mısınız? 

***Yukarıdaki soruların yanıtlarını, kendinize yazılı olarak söz vermeyi seçerek ifade etmeye ne dersiniz?***

VESİCA-PİSCES  (KUTSAL EVLİLİK)

“Kabul” ve “seçim” yaşam döngünüzde neleri nasıl kabul zemininize koşulsuz
sevginin gücü ile kabul ettiğinizi ve bir seçim gerçekleştirdiğinizde belirli bir döngü yaratarak bir sorumluluk almakta olduğunuzun farkında mısınız? 


Her seçim bir “kabul” ü her kabul de bir “seçim” i var ediyor. Tıpkı ölüm ve doğum gibi..Her ölüm, nasıl yepyeni bir doğumu tezahür etmesi için zemin yaratıyor ise; her seçim de bir kabul adına bir zemin yaratıyor.

Size verilenleri  nasıl kabul zemininize almayı seçiyorsunuz? Genellikle insanın doğasında “karşılık verme” yönünde güdüsel bir tepkime uyanır. Aldığınızda vermek istersiniz ki;  bu çok doğal bir döngüdür tıpkı nefes gibi. Ancak aldığınız şeyin karşılığını vermek yerine, aldığınızı kendi içselliğinizde harmanlayarak koşulsuzca bütüne sunmak, vermek ile, birisinden aldığınız birşeyin karşılığını yine o kişiye sunmak, vermek arasındaki farkı görebiliyor musunuz? Örneğin şu anda okumakta olduğunuz bu metin, dinlediğim bir sunumun içeriğinden içselleştirdiğim bilginin kendi deneyim ve tecrübelerim ile harmanlanarak  bu yazıyı okumayı seçen varlıklara yönelik, bir aktarımından ibaret. 
 
Alış-veriş… Tıpkı nefesin eşsiz ritmindeki döngüsü gibi…Nefesinizi vermeden yeni bir dalga nefes alabilir misiniz? Bu pek mümkün görünmüyor ne dersiniz bir deneyin bakalım! Ancak günümüz insanının ruh sağlığını en iyi sentezleyen de tam anlamı ile bu! Ya çok fazla “verme” ya da “alma”  zemininde kendini konumlandırarak gerçekten “alma” yı bilememek. Sonuç: “tıkanıklık, problem, sorun, ilerleyememe….” gibi görünen ve “engel” adı atfedilen karmaşık bir olay/durum döngüsü yaratmak… Halbuki her “engel” = “gelen” dir. Ne geliyor? Nasıl geliyor? Bunu keşfettiğinizde öz soluk ritminiz ile uyumlandığınızda herşeyin nasıl da aktığını ve her anı kendi düşünce iplikleriniz ile örtmekte olduğunuzu keşfettiğiniz an olacaktır. 

Bunu nasıl mı gerçekleştireceksiniz? Siz zaten bunu çok iyi biliyorsunuz. Kısaca hatırlatayım: “almayı” hatırlayarak. Kalbinizle alın. Hissettiğinizde verin (düşündüğünüzde değil !!). Hisler, kalbimizin bedenimiz ve zihnimiz ile konuşma lisanıdır, hatırlayın.


*** Şu an nefes ritminize nazikçe odağınızı yöneltin. Nefes alış mı, yoksa nefes verişiniz mi daha uzun? Belki ikisi de aynı ritimde. Belki sağ burun deliğinizin ya da sol burun deliğinizin daha tıkalı olduğunu fark ettiniz, müdahale etmeksizin doğal özgür akan nefes akışınızı gözlemleyin, lütfen ve eş zamanlı olarak bedeninizde değişmekte olan hissiyatlara kulak kabartın. Dinlediklerinizi ve gözlemlediklerinizi not almak için kendinize zaman tanıyın.***
----Yukarıdaki uygulamayı günün belirli saatlerinde (mümkünse aynı saat diliminde) uygulamayı seçin, deneyimlenizi yazın, yaşamla nasıl bir alış-verişiniz olduğunu gözlemlemek adına harika bir uygulama.---




ŞİMDİ TAM ZAMANI !

Kendi yaşamınızı ilmek ilmek sevgiyle ören, yaratan ve bundan sonraki sürecine yön verenin gerçekte kim olduğunu hatırlamanın tam zamanı! 
Zaten siz bu seçimi doğum anında çoktan tezahür ettirdiniz, şimdi unutmuş olabilirisiniz.  Haydi hatırlamak adına özünüzün sesine bir şans verin. 

Değerli Gaisheda Kheawok ‘un sözleri ile başladığım yazıya yine onun bir mesajı ile son vermek istiyorum: 


 “Do not choose to be a Victim in any area of your journey. Making this energetic choice will support you in entering into the 5THdimension. 

__“Yolculuğunuzun herhangi bir alanında kurban olmayı tercih etmeyin. Bu enerji boyutundaki seçimi gerçekleştirmek, beşinci boyuta girerken sizi destekleyecektir. __


Gaisheda Kheawok ile ilgili detaylı bilgi edinmek isterseniz: www.whisperingsong.ca


Işık Olsun…

(Yazının devamı bir sonraki yayında !)

13 Mayıs 2019 Pazartesi

EN İYİ OLMAK



Odağınızı “iyi” kelimesine nazikçe yöneltmeyi seçin. 
İYİ İYİ İYİ, sesli bir biçimde birkaç kez telaffuz edin bakalım neler oluyor? Nasıl bir ses tınısı kulağınızda yankılanıyor? İ-Y-İ…Diyelim ki; yaşam döngünüzde ilk kez bu kelime ile karşı karşı karşıyasınız, size ne (leri) çağrıştırıyor? Zihninizi özgür bırakın belki göz kapaklarınızı kapatmayı seçebilirsiniz, zihninizde bir imaj var bu kelime ile ilişkili  bu imajın izdüşümü ile yüzleşebildiniz mi? Belki şimdilik bulamamış olabilirsiniz, ancak soruyu zihnimize yönelttiğimize göre yanıtı da er ya da geç geliyor, sakin olun. Sorabildiğiniz her bir sorunun bir yanıtı mevcuttur. Siz o yanıtı görmeye hazır olduğunuzda yanıt yaşamınızda form bulur. 

Şimdi odağınızı halihazırdaki mevcut bedeninizde “iyi” olarak neleri tanımlamayı seçtiklerinize yöneltin. Eminim ki; her biriniz günlük yaşam sürecinizde herhangi bir şeyi seçerken “en iyisi” olsun deyimini en az bir kez  telaffuz etmeyi seçmişsinizdir. Neye, nelere “en iyi” tanımınızı gerçekleştirdiğinizi su yüzeyine çıkardığınızda aslında en temelde ne (lere) yönelik bir ihtiyacınız ile buluşmaya da gereksinimizin yankılandığını fark edersiniz. Örneğin “en iyi öğretmen” bu bir deyim.  Bu kelime dizinini telaffuz ettiğinizde sizin özünüzdeki “öğretmen” nin ortaya çıkmasına vesile olabilecek bir kişiye gereksiniminiz olduğunu görürsünüz. Kimdir, nedir öğretmen? Zamanın çok ötesinden beri varoluşun damarlarına işlenmiş birtakım bilgileri bilincine açmış olandır dolayısı ile bu kişi ile buluştuğunuzda (ki zaten karşınızdaki kişi de sizsiniz! Yaşamınızda karşınıza çıkan her bir bireyi siz bizzat yaşamınıza davet ediyorsunuz hem de her an, farkında olun). kendisinde açılmış olan bilgilerin sizin bilinç yapınızın mevcudiyeti kadarını açan ve böylelikle sizin özünüzdeki öğretmenin doğmasına vesile olan kişidir öğretmen sıfatını taşımakla mükellef kişi. Haydi şimdi bu örnekten yola çıkarak “en iyi” olarak tanımladığınız herhangi bir şeyin (canlı-cansız) içsel dinamiklerinizdeki izini sürün bakalım nasıl bir hikaye ile karşılaşacaksınız? 

Gerçekten kalbiniz ile hiç “iyi” nin ne demek olduğuna dair zihinsel süreçlerinizi harekete davet ettiniz mi? 
Haydi şimdi beraberce gerçekleştirelim mi bu süreci? 
 Doğada “insan” varlığı dışındaki herhangi bir canlının “ben en iyiyim” dediğine veyahut bu deyimi tezahür ettirdiği bir davranışsal süreç deneyimine hiç şahit oldunuz mu? 

Herkes ve herşey mutlak “bir” in birer yansıması olduğuna göre herkes ve canlı-cansız herşey “en iyi” yi her daim özünde barındırmaktadır. Lakin bu “en iyi”yi nasıl tezahür ettireceği zamanın kalitesine bağlı olarak form kazanır. 

Bir insan varlığı için “en iyi” olan nedir? Kendi sınırlarını bilerek varoluşsal potansiyelini olduğu gibi ışımak ve böylelikle kendi ışığının gücü ile bir diğer varlığın potansiyelini görmesine vesile olmaktır. Bundan başka bir “en iyi” tanımı genel geçer insan varlıklarının, illüzyon sahnesindeki zihinsel süreçlerinin uydurma kalıplarından ibarettir. 

Şu zamanın insan realitesine baktığınızda birçok insan olma yolunda ilerlemekte olan varlığın; “en iyi” nin peşi sıra adeta bir deli misali arayışta olduğunu görürsünüz. 

Halbuki tek mutlak  gerçek; “en iyi öğretmen, en iyi okul, en iyi doktor, en iyi hastahane, en iyi anne, en iyi baba, en iyi arkadaş vb.,  deyimlerinin kendi içselliğimizde zamanın çok ötesinden beri var olan “iyi” yi ortaya çıkaracak olan kavramlar bütününden ibaret olduğunu görebilmektir asıl olan, farkında mısınız? 

Bazen şöyle bir yanılgıya her birimiz düşüveririz: “ben bu konuda en iyiyim…” kelimeleri sızıverir dudaklarımızın arasından. Halbuki bu kelimeyi telaffuz etmek ile ışıyabilme potansiyeline muktedir olduğumuz bir kapıyı sıkı sıkı kapatır bir de üzerine kilit vururuz.İşte o an çok şanslı olanlar, hayatın özünden bir ışık yansıması ile karşılaşır ve o ışık; herkes “a” derken, “b” deme cesaretini sergiler, genellikle o sürüden ayrılan cesur olanlar pek bi görmezden gelinse ve sevilmeseler de, sizi neyi/nasıl gerçekleştirdiğini bilmeksizin kendi merkezinden uzakta olanların bir diğer deyim ile sürekli alkışlayanların aksine size takkenizi önünüze koyarak düşünmeye davet edenler, sizi bütünü ile kendinizle buluşmaya davet edenler sizin öz gücünüzü görerek bunun ortaya çıkabilmesi adına destek verenlerdir, görüyor musunuz? Bu süreç biraz “acı” duyumsamaya açık olacaktır hatırlayalım ki hiçbir doğum “acı” olmaksızın gerçekleşemez. 
Ve belki de bütün bu yazının ana mesajı şöyle özetlenebilir; o varoluşumuzdaki  en iyi ile buluşabilmek adına yürünecek tek bir yol vardır: yüreğimizdeki öz mutlak adaleti gerçekliğe tezahür ettirmemiz gerektiğini hatırlamak!