31 Ocak 2018 Çarşamba

SAF FİLTRESİZ GERÇEK

Gerçek nedir, size göre ? Şu anın gerçek bir deneyim olduğunu nasıl ispatlayabilirsiniz? Muhtemelen 5 duyunuz ile algıladığınız verileri sıralayacaksınız. Ya bir illüzyonun içerisinde iseniz? Gerçekten şu an okumakta olduğunuz bu satırların var olduğunu nasıl kanıtlayabilirsiniz? Sadece görmeniz, dokunmanız, işitmeniz, koklamanız ve tadını duyumsamanız yeterli mi? Ya bunların hepsi beyninizin bir oyunu ise? 


 Gerçeklik ile  ancak öz yuvamıza döndüğümüzde bir diğer deyim ile 
kalbimizin gözü ile görmeyi yeniden hatırladığımız an temas edebiliriz. 
Bunun dışındaki her an gerçekliğin bir yansımasını yaratmaya devam ediyoruz. 

Şimdi, ayak tabanlarınız yeryüzü ile buluşurken eş zamanlı olarak kuyruk sokumunuzdan başınızın tepesine değin omurganız dik, esnek ve rahat bir biçimde oturun ve  nefes alışverişlerinize odağınızı yavaş yavaş yöneltirken; 
Ben kimim? sorusunu kendinize  yöneltin. Ve ardından, ilk zihninize düşen imgeye odağınızı yönlendirin, bu sizin mevcut bilinç boyutunuz hakkında birçok veri sunuyor aynı zamanda...


Kendimizi çoğu zaman; yaşımız--cinsiyetimiz--mezun olduğumuz okullar--icra ettiğimiz işler--çocuklarımız--soyismimiz--nerede dünyaya geldiğimiz ile tanımlayarak sınırlamayı tercih ediyoruz oysa ki bunların bizim gerçekte kim olduğumuza ilişin hiçbir anlamı yok iken, bu verilere belirli anlamlar yükleyerek varlığımızı ispat etmeye çalışıyoruz. Halbuki ne de nafile bir çaba  değil mi? :) 




Anlam yüklemeyi seçtiğimiz her an biraraya gelerek bizim kim olduğumuza dair bir hikaye oluşturuyor. Duyularımızdan yola çıkarak algıladığımız herşeye belirli anlamlar yüklüyoruz ve sonrasında bu anlamların her biri, anın içerisinde bir sürece bu süreçlerde birleşerek birer hatıraya dönüşüyor. 

Şimdi derin bir şekilde 3 kez nefes alıp verin ve sonrasında yavaşça göz kapaklarınızın gözlerinizin üzerine örtülmesine izin verin. Şimdi aklınıza gelen ilk hatırayı düşünün. Odaklanın. 

Acaba hatırladığınız hatıra, o olayın/durumun/sürecin deneyimlendiği an ile ne kadar birebir örtüşmekte sizce? Gerçeği mi anımsıyorsunuz? Yoksa zihninizin anımsamasına izin verdiği kadarı ile mi yetiniyorsunuz? 

Bilimsel araştırmalar göstermekte ki; deneyimlediğimiz bir olayı tekrar anımsadığımızda ya da bilinçli olarak zihnimize çağırdığımızda gerçekte olan şudur: o anıya ilişkin nöronlar arasındaki bağ yolları yeniden kurulur ve anınızda kimyasal olarak değişir. Zaman ile anılar değişir onları mevcut sinir sistemimizin yapısına bağlı olarak hatırlayabiliriz. Çünkü beden her daim bizden daha bilgedir ve bizim algılayabileceğimizin ötesinde bir gerçekliği biz hazır olmadan bize sunmaz.

Peki şimdi düşünün ki ; çok ciddi can kaybına mal olan bir trafik kazası gerçekleştirdiniz. Kaza sırasında sizin aracınız, güçlü bir biçimde diğer araca çarptı ve o araçta yer alan küçük bir kız çocuğu vefat etti. Anne ve babası da ağır yaralandı. Siz sağ salim kurtulmayı başarırken sizin yan koltuğunuzda oturmakta olan kardeşiniz de can verdi. Ancak son nefesini vermek üzere iken size birşeyler fısıldamakta idi. Bu anıyı her hafızanıza çağırdığınızda kardeşinizin dudak hareketlerini görüyor ancak bir türlü ne dediğini algılayamıyorsunuz.

Yukarıdaki paragrafta yer alan hikaye Peter Dinklage ın başrolünde yer aldığı "Rememory" isimli filmin senaryosunun bir kısmına ait. Peter Dinklage (Sam Bloom) mütavazı bir yaşam deneyimi sürmekte olan bir minyatür sanatçısıdır. Ölmeden önce kardeşinin ne söylediklerini hatırlamasına yardımcı olabilecek olanın peşinde iz sürerken yolu beyindeki hatıraları olduğu gibi tüm gerçekliği ile saf bir şekilde kaydedebilen bir cihaz geliştiren bilim adamı Gordon Dunn (Martin Donovan) ile kesişir.

HAFIZANIZIN ÖZÜNDEKİLERİ BEYAZ PERDEDE SEYRETMEK İSTER MİSİNİZ? 

Gordon Dunn (Martin Donovan), adeta bir "hafıza sineması" icat etmiştir. Kulaklık biçimindeki bir aleti kafanızın üzerine yerleştiriyorsunuz ve tek yapmanız gereken hatırlamak istediğiniz anı zihninize çağırarak o an"a odaklanmak, hepsi bu. Geri kalanını cihaz sizin gözlerinizden gördüğünüz herşeyi cam ekrana yansıtıyor ve minik bir diske kayıt ediyor. Böylece istediğiniz "an"larınızı tekrar tekrar her
canınız istediğinde saf filtresiz bir geçekliğin kalitesinde izleyebiliyorsunuz, ne harika değil mi? :)


GEÇMİŞ HİÇ ÖLMEZ, O EBEDİ VAROLUŞUN ŞU ANININ ÖZETİDİR...
Ancak her neyi ne kadar anımsıyorsak bunun bir anlamı olmalı değil mi?
Bazı anlar zihnimizde tilkiler gibi dönüp durur sürekli beynimizin etini kemiren sorular üretir.
Bazı anları ise çok istesek de kısıtlı olarak anımsarız. Sizin de var mı böyle anılarınız peşinizi bırakmayan ya da sürekli izini sürdüğünüz belki de her iki tip anı da mevcuttur şu anki yaşam deneyimizde...Bu anıların size nasıl bir mesaj iletmek istiyor olduğunu hiç düşündünüz mü?




İLK SOLUĞUN RİTMİ, MEVCUT YAŞAM DÖNGÜSÜNÜN AHENGİNİ YARATIR...
Örneğin, doğduğunuz an bir insan varlığının Dünya yaşamındaki en kıymetli anıdır ki, o an çok değerli bir hazinedir. Dünya gezegenine nasıl gelmeyi seçti isek yaşamımızda deneyimleyeceğimiz her şey o tonda renk alacaktır.  Lakin biz bu hazineyi pek bilinçli olarak anımsayamayız. Oysa ki; bedenimizin hafızasında her bir salisesi kayıtlıdır. Sinir sistemimiz her anı zihnimizin şu an idrak edemeyeceği kadar detaylı bir şekilde kayıt altında tutmaktadır.
Bazı anlar özellikle travmatik deneyimler içeren anların (güçlü duygulanımlar ile perçinlenmiş her türlü deneyim) bilinçli olarak hatırlanmamasının yegane sebebi organizmanın kendisini koruma isteğidir. Çünkü her hatırladığımızda beynimiz o anı şimdi tekrar deneyimliyormuş gibi algılar ve geçmişte kalan o an da sinir sisteminde ne olmakta ise yine aynı nöron ağları ateşlenir. Bu da travmanın izinin güçlenmesine yol açar. Oysaki geçmişi dönüştürmek mümkün değildir. Yaşanan çoktan seçilmiş bir nedenden ötürü deneyimlenmiş ve sistem denge halini kurmuş ya da kuruyordur...Deneyimlediğimiz bizim gözümüze göre en küçük, en basit anın bile çok kıymetli bir işlevi vardır. Çoğu kez ,zaman adı atfedilmiş, bilge öğretmen bize büyük resmi görmeyi öğretir büyük bir sebatla,  sınırlayarak, kısıtlayarak biraz "acı" deneyimlettirerek yapar bunu ki; iyice öğrenelim ve hep hatırımızda tutalım diye :)
Çoğu zaman insanlar; geçmişi dönüştürerek geleceği yeniden yapılandırabilcekleri illüzyonuna kapılıp gidiverirler...
Gerçek; geçmiş-şimdi-gelecek, şu an'ın realitesinde yaratılıyor. İşte buradan yola çıkılarak tek eyleme geçirilecek olan: olanı olduğu gibi kabul etmektir. İşte bu an dönüşümün ilk adımı atılmış olur. Şu an farklı olarak eyleme geçireceğiniz herşey gelecek dediğiniz alan ve zamanının realitesini değiştirir.
Mutlak kabulün gücü ile teslim olmak ve deneyimlemekte olduğunuz herşeye güvenin ve inancın gücü ile izin vererek, yeniden doğuşunuzu gerçekleştirebilmek sizin ellerinizdedir. Her an bir doğum anı olabilme potansiyelini özünde barındırmaktadır.

KADERİNİZİ SEVİN  ve OLDUĞUNUZ KİŞİ OLUN (Nietzsche)

Nietzsche'ye katılmamak elde değil lakin kaderimizi yazan, çizen ve oynayan bizleriz. Ve sonrasında oyunu oynarken mızıkçılık ederek olduğumuzdan bambaşka biri gibi görünmeye yönelik delice bir sevdaya tutulup kendimizden uzaklaşan ve sonrasında gitgide yabancılaştığımız benliğimize koşar adım yeniden kavuşma arzusu ile yanıp tutuşan varlıklar olarak olanı olduğu gibi kabul etmeyerek hep birşeyleri değiştirir ve kendi istediğimiz doğrultusunda yeni formüller üretmeye çalışırız. Halbuki bu istek nereden geliyor diye sormaya tenezzül etmeden.

Rememory filmine geri dönecek olursak; "hayatlarımız hatıralarımızın toplamıdır" diyen bilim adamı Gordon Dunn  ve eşi  küçük kızını kaybetmiş yas sürecini deneyimlemekte olan acılı ebeveynlerdir. Dunn, kızı ile deneyimlediği mutlu anıları her daim hatırda tutabilmek ve istediğinde izleyebilmek, adına beyindeki tüm anıları ilk deneyimlediği gerçek hali ile kayıt eden bir cihaz geliştirirken belki de tek niyeti kendisi gibi olmakta olanı kabul alanına taşımakta güçlük deneyimleyen bireylere yardımcı olabilmekti, kim bilir? Ürettiği cihazın, kendi ölümüne attığı ilk adım olabileceğini olasılıklar dahilinde değerlendirmediğini var saymak yerinde olacaktır.
Dunn, bu cihazın yaratımı sürecinde bir araştırma grubu ile birlikte çalışır ancak araştırma grubunda yer alan her bireyin yaşamında halüsinasyonlar belirmeye adeta geçmiş hortlamaya başlar bu da araştırma grubunda yer alan bir bireyin kendi canına kast etmesine kadar ileri gitmişken, cihazın piyasaya hızla sürümünün gerçekleşmesini isteyen firma yetkileleri herşeye rağmen süreci hızlandırmışken bir gece aniden Dunn ofisinde ölü bulunur. Bu ölümün gizem perdesini aralayacak olan tabi ki, gerçekleştirdiği kaza sırasında Dunn ın kızının vefatına istemeden de olsa yol açmış minik adam Sam Bloom olacaktır...

SANKOFA MI & ZÜMRÜDÜ ANKA KUŞU MU?

Acılarımız bizleri yeni arayışlara yöneltirken çoğunlukla yoğun acı hissiyatı deneyimlediğimiz anları yok saymaya, bastırmaya veya yön boyut değiştirmeye çalışırken akıl sınırlarını zorlayacak birşeyler icat edebiliriz adeta bir bilim adamı gibi. Ancak şu bir gerçek ki; her ne deneyimleniyor isek bunu biz seçmişizdir, eve yuvaya dönüş yolunu hatırlayabilmek için. Acı, sıkıntı, huzursuzluk, mutsuzluk kaçtıkça büyüyen gölge gibidir. Siz karanlığa kaçtıkça gölgeniz büyür. Işık ile yüzleştiğinizde Güneş e (bilinç) bakmaya cesaretiniz olduğunda hakikati görürsünüz. Aksi takdirde analitik psikoterapinin kurucusu değerli Carl Gustav Jung un dediği gibi: "Bilincinize getirmediğiniz her şey karşınıza kader olarak çıkar."

Şimdi siz seçimizi yapın:
Bir Sankofa kuşu gibi: geleceği ön görebilmek için geçmişe dönmeniz gerektiği inancı ile geçmişin anılarına mı zihninizi konsantre ediyorsunuz?




Yoksa;
Bir Zümrüdüanka kuşu misali; olanı olduğu gibi kabul ederek an geldiğinde acıların içerisinden geçerek yeniden doğmak için cesaretle ölmeye hazır mısınız?



"Girmekten korktuğunuz mağara, aradığınız hazineyi barındırır." 
                                                                                                                                   Joseph Campell




ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisinin Kurucusu
www.vestaakademi.com











22 Ocak 2018 Pazartesi

HATIRLA BENİ




Saygı ve sevginin tılsımlı bağı ile bağlı olduğunuz geniş bir aileye mensup olduğunuzu hayal edin belki de mevcut bedeninizdeki yaşam sürecinizde böyle bir aileye mensup olma şansına sahip olmuş iseniz, aile dinamiklerinize odağınızı yöneltin... 

Sizin ailenizin nesiller boyu süregelen en biricik niteliği ne? 
Ailenizin bir sembolü olsa bu ne olur? 



Her ailenin özünde nesilden nesile aktarılan tılsımlı öğretiler vardır ki;  vakti zamanı geldiğinde tıpkı Pandoranın Kutusu nun açılması gibi kan bağınıza özgü nitelikler cesur bir aile bireyi tarafından yeryüzüne topraklanıverir... Miguel in mensup bulunduğu biricik ailesinin de kendilerine özgü niteliklerinin başında; ilişkilerindeki özveri, atalarını saygı ve sevginin huzurunda her daim onurlandırmaları, öz sevgiyi şefkat ile dillendirmeleri, iletişim kurma biçimlerindeki şeffaflık,  bunlardan sadece birkaçı ... 

Atalarından  miras alınan öğretilere oldukça kıymet yüklenen Rivera ailesinde, müziğin "m" sini dile getirmeye görün ki; anneanneniz birden elinde terliği ile
,  sanki sizi büyük bir canavardan korumayan çalışır gibi, burnunuzun dibinde bitiveriyor siz Miguel in yerinde olsanız hangi duyguları deneyimlersiniz?



EN BÜYÜK TUTKULARIMIZ, EN BÜYÜK YAŞAM SINAVLARIMIZI 
VERECEĞİMİZ DÖNEMEÇLERİ SEMBOLİZE EDER...

Her canlı yaşam gücünü;  farklı biçimlerde, formlarda, farklı bir titreşim frekansı ile tezahür eder. Öz yuvamız kalbimizin ikametgah yeridir ve kalbimiz ile bağlı olduğumuz bizi biz yapan özel niteliklerimiz mevcuttur. Birliğin bizim vasıtamız ile dillendirmek istediği bir melodi vardır. Ve tüm yaşam süreci boyunca deneyimlediklerimizin yegane hedefi o melodiyi tüm kainat ile paylaşmamız, yuvamıza sevgiyle geri dönebilmemiz üzerine kurgulanmıştır.


Sizin kalbinizin ateşi nerede tutku ile alevleniyor? Vestanızın nabzı nerede aşkla atıyor?
Yuvaya dönüş yolculuğunuzda sizin meledinizin ahengi nasıl? 


 En büyük tutkunuz "müzik" ise? Ve hayranı olduğunuz bir zamanların ünlü müzisyeni Ernesto de la Cruz gibi olabilmenin  gece-gündüz hayali ile soluk alıp vermekte iseniz... Lakin çok değerli aileniz mutlak bir tutumla sizi mütemadiyen müzik tutkunuzdn vazgeçirmeye yönünde çaba gösteriyor ise?Siz de yüce gönüllü Miguel gibi lanetlendiğinizi zihninizden geçirmeyi seçer misiniz?


İFADE BULMAMIŞ HER GERÇEKLİK HER ZAMAN KENDİNE 
YENİ BİR ZEMİN YARATIR VE KAHRAMANINI SEÇER

Nerede yasaklar, sırlar, mevcut ise bizi özümüzün derinliklere ulaştıracak bilgi de orada ışımaktadır.

Bazı ailelerin dinamiklerinde sürekli olarak zincirleme bir reaksiyon gibi çeşitli bedensel-zihinsel-davranışsal dengede olma halinden uzak semptomların, sendromların, rahatsızlıkların tekrar ettiğini görürüz. Burada tekar eden bir hastalık olabileceği gibi dargınlıklar, kızgınlıklar da olabilir ki; bunlar bizim gerçekte kim olduğumuza dair  çok önemli veriler sunmektadır. Yeter ki birazcık araştırmacı şapkalarımızı takmayı hatırlayarak kalbimizin ışığında merakla iz sürmeyi bilelim...

Yaşam gücü daima derin bir tutkuyla tamamlanmayı arzularken, yeni nesilden bir kahraman seçer. Psikiyatrist Naasson Muanyandamutsa bu konu ile ilgili;  "bu beklenen bir olgudur, söylenmemiş herşey sonrakilere aktarılmıştır." demektedir. Ve Dr. David Sack şu şekilde eklemektedir ki; "travmanın geçmişten uzanarak yeni bir kurban seçme gücü vardır. Ebeveynin travması çocuğun travması haline gelir ve çocuğun davranışsal ve duygusal problemleri ebeveynin durumunu aynalamaktadır." 

Atalarımız daima bizlerledir, nitekim onlar sistemde bizlerin var olabilmesi için alan yaratmış kişilerdir. Geçmiş daima şu andadır ve şu andaki geleceği oluşturmaktadır. Sistemde gerçekleştireceğiniz bir parçacık değişim, büyük dönüşümün kapısını aralıyıverir.

YARATICI MERAK 

Meraklı ve azimli Miguel ailesine derin bir sevgi bağı ile bağlı olsa da gerçek yuvasına doğru yelken açma yönünde seçimini yaptığında, ışığa giden bir yol uzanıveriyor önünde, ailesi tarafından tam da müzik yarışmasına katılıp kendini ispatlama arzusu ile yanıp tutuşurken anneannesi tarafından
gitarı kırılsa da yoluna azimle devam ediyor ve böylece azimle emekle ilerlemeyi seçtiği için kapı mucivezi turuncu ışıkla Miguel e aralanıyor...

Büyük babası zannettiği Ernesto de la Cruz un gitarını aldığı anda diğer aleme Ölüler Diyarına geçiş yapıyor. Psikiyatrist Norman Doidge der ki: "psikoterapi, genellikle hayaletlerimizi atalarımıza dönüştürmekle ilgilidir." Atalarımızın tüm yeteneklerini DNA mızın sonsuz kaydında taşımaktayız, bu yeteneklerimizi ortaya çıkartan ise duygu frekansımız olan RNA mızdır. Aile ağacımızda nesiller boyu tekralayan paternleri dönüştürmek bizim elimizdedir.. Bunu ancak, kalbimizle görerek mutlak bir kabulün gücü ile şefkatin zemininde zihnimizi terbiye ederek gerçekleştirebiliriz. En çok zihinde kendisini tekrarlayan sözler ve görüntüler gerçekliği yaratır. Bilinçdışımız ile kuracağımız dialogda bilinçli farkındalık zemininde olabilirsek travmalarımızı şifalandırır ve gelecek nesile neyi miras bırakmayı seçiyorsak bunu gerçekleştirebiliriz. Kanadalı nöropsikolog Donald Hebb; "birlikte ateşlenen nöronların birlikte bağlandığını" ispatlamıştır. Bu nedenle birşeyi sürekli tekrar olmadan tekrar ettiğimizde sinir sistemimiz yeniden yapılanır ve yeni oluşan nöral yollar sürekli tekrar ile güçlenerek yeni bir gerçeklik yaratır. 


ŞANSINI YAKALA


Ve Ölüler Diyarındaki Miquel, ailesinin diğer üyeleri ile buluşur. Büyükannesi Coco nun annesi onu hemen eve göndermek niyeti ile eyleme geçse de; Miquel in lanetin özündeki ışığı ortaya çıkarması için daha zamana ihtiyacı vardır. Ölüler Diyarından geri dönmenin tek şartı aile bireyinden birisinin rızasının alınmasıdır. Büyükanne; ona eve dönmesini müziği tamamen yaşamından çıkartması koşulunu öne sürer ancak Miquel yaşam diyarına döner dönmez eline gitarı alarak yeniden ölüler diyarına geçiş yapar ve büyükbabası zannettiği Ernesto de la Cruz u bulmaya, onun son şansı olduğuna inanır. İnacının yoldaşlığı ile ilerlerken Hektor Rivera ile karşılaşır. Hektor, yolunda ilerlemesi için ona yardımcı olurken  büyük aile sırrını ortaya çıkmasına adım adım yaklaşmaktadırlar.
Büyükbabasının gerçekte Ernesto de la Cruz olmadığı aslında gerçek büyükbabasının Cruz un tüm şarkılarının yazarı ve bestecisi olan Hektor olduğunu ve  bizzat Ernesto de la Cruz tarafından zehirlenerek öldürüldüğü gerçeğini ortaya çıkartmayı başaran Miquel o an varoluşsal mucizesinin şansını da idrak etmiştir...



Şimdi Ölüler Diyarına geçme şansınız olsa, hangi aile bireyini daha yakından tanımak ister, nasıl sorular sormak istersiniz? Haydi o zaman şimdi kendi şansınızı yakalamanız için, sizi  Ölüler Diyarına gönderiyoruz merak etmeyin orada ruhların yolculuklarına yardımcı olan ruh rehberleriniz (Alebrije) olacak. Sizin ruh rehberiniz neye benziyor? Rengarenk tüyleri olan bir köpek mi, bir ejderha mı? Belki de kanatları olan bir kaplandır?...


Siz, kendi şansınızı nasıl tanımlıyorsunuz? 
Belki de en büyük şans ete kemiğe bürünerek bu mucizevi Dünya gezegeninde soluk alıp vermektir,
 ne dersiniz? 


GERÇEK ÖLÜM UNUTULMAKTIR

Latin Amerikalıların Kasım ayında 3 gün boyunca kutladığı Ölüler Bayramının özel bir anlamı var. Onların inanışına göre; asıl ölüm artık anılarının paylaşılmadığında gerçekleşiyor. Ölüler bayramı boyunca ölüler ile yaşayanlar arasında özel bir bağ kurulduğuna inanıyorlar ve süreç boyunca yemekler, şarkılar, anılar, hatıralar paylaşılıyor. Ölen kişilerin mezarlarına özel objeler götürülüyor. 
Yaşamın her nefesinin hakkını vererek eylemde olmanın önemi vurgulanırken atalarımızı her daim onurlandırmamızın gerekliliği vurgulanıyor. Ne de olsa onlar olmasa idi bizler de var olamazdık.

Siz fiziksel beden realitesinden ayrıldğınızda, nasıl anımsanmak istersiniz? 
Ardınızda bıraktığınız sevdikleriniz sizin için neler söylerler, onların hikayelerinde nasıl yer alıyorsunuz? 
Sizi siz yapan tüm niteliklerinizin söyleme geleceği bir hikayeniz var mı?


Miquel, varoluş amacını gerçekleştirİyor peki ya siz?
Neyi tamamlamak üzere Dünya da benden almayı seçtiğinizi bulabildiniz mi?
Ailenizin biricik sembolünü keşfetmek buna yardımcı olabilir.Bunun için yüreğinizin derinliklerine uzanmanız yeterli size kadife çiçeğinin yumuşaklığında ışıklı bir yolculuk deneyimi dileriz...





SEVGİNİN GÜCÜ ADINA VESTA 77

















14 Ocak 2018 Pazar

BİRİ BURAYA AİT DEĞİL, ONU BUL...

Her yeni doğan olağanüstü güzellikteki gün ile birlikte somut forma dönüştürmekte olduğunuz varoluşsal yeteneklerinizi icra etmeye yol alırken  hangi yolu izlemeyi tercih ediyorsunuz?...

Şimdi, ilk paragrafta yönelttiğim soruyu somut Dünya realitesinde  algılamayı seçelim. Sıklıkla rotanızı değiştirir, vasıta aracınızı değiştirir ve yeni güzellikler keşfetmenin gizeminin izini mi sürersiniz yoksa, rutinden yana olup sürekli aynı vasıta ile aynı güzergahta ilerlemeyi tercih ederek her an aynılığın varoluşundaki farklılıklara mı odağınızı yöneltmeyi tercih ediyorsunuz?...


GÜVEN...
Diyelim ki; hergün işyerinize varabilmek için banliyö trenini kullanmayı seçen bir yolcusunuz. Hergün aynı saatte trende var olduğunuz için, trendeki birçok simaya doğal olarak aşinasınız. Tüm istasyonları biliyorsunuz, kompartımanların nasıl göründüğü, dokusu, kokusu bütünüyle hafızanızın en derinlerine işlenmiş. Dolayısıyla banliyö treni artık sizin en güvendiğiniz alanlardan biri haline dönüşüvermiş.  Sahi "güven" nedir? Nedir "güven"mek? "Sana güveniyorum"., "Kendime güveniyorum"., "Sürece güveniyorum"., ... ve benzeri ifadeler ağzımızdan istekle telaffuz edilirken asıl olarak özümüzden ne demeyi seçtiğimizi hiç düşündünüz mü? Hep beraber zihinsel akışımızı "güven" kelimesi üzerine yönlendirelim mi? 

Türk dil kurumu sözlüğüne göre "güven" sözcüğünün anlamları şöyle:

1. "korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat",
2. "yüreklilik, cesaret"

Özge'ce güven; herşeyin varoluşun ardında mükemmel bir matematiksel dehanın resmini her an yaratmakta olduğu bilinci ile teslimiyetle yol almaktır. 

Sizce? güven:..................................................................................................................................

.........................................................................................................................................................

Bir insan varlığı kendi yaradışının güzelliği ile buluştukça özündeki güven ve inanç eş zamanlı olarak çoğalarak maddi düzenekte tezahür eder. Dış dünyada azaldıkça iç dünyasında çoğalır insan... 

Yolcu, bazı anlarda ne kadar "güven" duyumsadığı üzerine sınanmalar deneyimler. Bu anlar genellikle "denge" de olma halimizin sarsıntıya uğradığı zaman süreçlerinde kapımızı tıklatırlar...
Örneğin Yolcu (The Commuter) filminde Liam Neeson ın hayat verdiği sigortacılık mesleğini icra etmekte olan emekli polis memuru Michael McCauley in tam da işten çıkartıldığını öğrendiği gün yüz bin doların sahibi olabileceği esrarengiz bir teklif ile karşı karşıya kalması gibi...
Şimdi kendimizi Michael in gözlerinden Dünya yı yorumlarken vizyonlayalım. İşten çıkartılmışız çok değer verdiğimiz sevgi dolu bir ailemiz var ve onlara henüz işten çıkartıldığımızı söyleyememişiz. Hergün işyerimize gitmek üzere yolculuk etmeyi tercih ettiğimiz banliyö trenine yine biniyoruz, kompartımanların birinde oturacak bir yer seçtikten sonra tam da büyük bir iştah ile kitabımızı okumaya dalacakken, karşımızda hoş, güzel, alımlı, zeki bakışları ile ilgi merak uyandıran bir kadın beliriveriyor ve bizden şu an bu trende aslında buraya ait olmayan bir kişiyi bulmamızı istiyor, üstelik o kişiyi bulmamız karşılığında yüz bin dolar teklif ediyor... Kendinizi nasıl duygular denyimlerken bulursunuz ve yanıtınız ne olur? 

HER SEÇİM YENİ BİR DOĞUM ANIDIR...

Sunulan teklifi kabul etmek ya da etmemek sizin seçiminiz. Ve her seçim bir an doğurur, yepyeni bir yol açar yolcuya...Ve her seçimde kendimize bir adım daha yaklaşırken yeni yolculukta çok şey öğrenme fırsatı yakalarız, en çok da kendimizi hatırlamaya dair...

Her gerçekleşen seçimin yönü, en yoğun olarak tatmin edilmesi gereken ihtiyaca yöneliktir. Para adını verdiğimiz maddeye yönelik ihtiyacınız var ise muhtemelen size sunulan cazip bir teklifi hemen red etmeyi seçmeyeceksinizdir. Michael'ın, merak duygusuna eşlik eden hamleler ile kendisini, kendi aynasında tanıyacağı bir oyun içersinde bulduğu gibi bakalım sizin seçiminiz size neler sunuyor? 

Eğer birşey planlamadığımız, istemediğimiz, ya da bizim kontrolümüz altında gerçekleşmiyorsa; yaşama istediklerimizi sunması için zorlayıcı tutumlar ile yaklaşmayı seçebiliriz, yaşama yönelik olumsuz tutumlar sergileyerek bir diğerini başımıza gelenler için suçlamayı veya yaşama küsmeyi tercih ederek seçim yapmama hakkımızı kullanabiliriz ki seçim yapmamak da bir seçimdir ne de olsa :) Halbuki seçimler çoktan gerçekleşmiş mevcut bedenimizdeki yaşamımızda hatırlamamız gerekenlere dair rota beden almayı seçerken belirlenmiştir. Ancak biz bu bilgiyi birçoğumuz hatırlayamadığımız için; şu an kendi zihinsel dünyamız içerisinde isteklerimiz gerçekleşmediğinde bunun pek de olumlu olmadığını düşünerek iç dünyamızda panik ve korku hissiyatlarını uyandırmayı seçmekteyiz. Ve çoğu zaman boyutunda,  kaybettiklerimizin ardından hemen daha fazla kazanmaya yöneltiyoruz rotayı. Oysa ki; durmak ve sindirmek için kendimize alan ve zaman tanıma yönünde ilerlersek, neden-sonuç döngüsünü daha net görüp algılayabiliriz. Ve hayatın bizlere sunduğu deneyimin,  neyi hatırlatmaya yönelik olduğunu kavrayabiliriz. İşte bu noktada cesaretle, yüreklilikle diğer bir deyim ile öz-e-güven ile yol almak yolcunun yolunu ışır...

Gelelim bizim yolcunun yoluna; Michael merak ile paranın bir kısmını bahsi geçtiği gibi saklandığı yerde bulur ve ardından trende oraya ait olmadığı öne sürülen yolcuyu bulmak için oyuna tam olarak gönülden istemese de dahil olmuş olur. Ve artık ona, kendisinden başka kimse yardım edemeyecektir. Kendi seçiminin sonuçları ile kendisi yüzleşecektir. İlk olarak değer verdiği bir arkdaşının ölümünü izlemek ile yüzleşir sonrasında trende birkaç kişinin daha ölümüne tanıklık etmek durumunda kalır. Seçimlerimizi gerçekleştirdikten sonra sonuçları için mutlak bir teslimiyet bilinci ile ilerlemeyi seçtiğimiz an gerçekten seçim yapmış oluruz ve hayat akar. Seçimimizin sonuçlarını başka insanlara yöneltiyorsak o zaman gerçekte bir seçim gerçekleştirmiş sayılmayız ve yeni baştan bir döngü yaratmış oluruz farkında olarak ya da olmayarak. Hatırlamamız gerekenleri hatırlayıncaya kadar yaşam oyunu yeniden kurar, tam bitti dediğimiz yerden yeniden başlar, yuvaya dönünceye dek...

Filmin sonunda ne gerçekleşiyor sizce? Michael ondan bulunması talep edilen yolcuyu buluyor mu? Ya da oyunu yarıda bırakıp kaçıp gidiyor mu? Siz olsanız nasıl davranmayı seçersiniz? 
Maalesef ki tahmin edeceğiniz üzere kaçıp gitmeyi çok istese de Michael oyunu sonuna kadar sürdürüyor ve en nihayetinde çok güvendiği eski bir meslektaşının kendisine bir oyun oynamakta olduğunu anlıyor. Herşeyi aslında onu çok iyi bilen bir arkadaşı planlamış.
Yaşam oyununda, güvenimizi kazanmış insanlara yönelik kartlarımızı hep açık oynarız. Ailemiz, ailemiz kadar bizi bilen insanlara yönelik derin bir güven duygusu besleriz. Ve bu insanlardan gördüğümüz saadakatsizlik derin yaralar açılmasına vesile olabilir. Lakin bu yaraların da anlatmak istedikleri hikayeler ve her hikayenin sonunda hatırlanacak bir mesaj gizlidir. Olay/durum her ne kadar olumlu ve iyi görünmese de bizim için en iyi gerçekleşebilecek olan ihtimaldir. Her bir yara bizim kendimize açılan kapımızdır, gerçekliğe bir adım daha yaklaşabilmemiz için...
Yolcumuz Michael için deneyimledikleri iyi bir sınanma olsa da sonunda kendi vicadının sesini dinleyerek yol almayı seçiyor. Seçtiğimiz yolda seçimimiz doğrultusunda yeni seçimler yapabilmekte özgürüz ve bunu ancak kalbin sesi ile buluşanlar gerçekleştirebilir. Trende hayatta kalan yolcuların kahramanı olan Michael vicdanın sesini dinleyerek yol almanın her daim aydınlığa çıkacağını gözler önüne bilgelikle sunuyor, özündeki kahramana bir adım daha yaklaşmayı seçerek...

Ya siz? Özünüzdeki kahramana kulak vermeyi seçiyor musunuz? Ait olmayanı buldukça, keşfettikçe ait olana bir adım daha yaklaşmakta iken...