30 Aralık 2012 Pazar

VAROLUŞUN GÜCÜ ADINA :: 'Pİ'nin YAŞAMI'


İnsanoğlunun hür iradesi ile kendisini gerçekleştirmek için kalbinin sesine kulak vererek, kendisi ve bütün adına harikulade bir yaşam oluşturabileceğinin en anlamlı özeti; Pİ’nin Yaşamında muhteşem bir görsel şölen eşliğinde sinema severler ile buluşuyor…

                Pasifik okyanusunun ortasında bir Bengal kaplanı ile 227 gün geçirmek zorunda kalsanız, nasıl hissedersiniz? Muhtemelen her birimiz korku duygusunu hissederiz. Korku duygusunu akıllıca kullanmayı başarabilirsek yaşamsal mücadelemiz için işlevsel bir araca dönüştürebiliriz tıpkı cesur Pi’nin yaptığı gibi.

                Kanadalı yazar Yann Martel’in 2001’de yayımlanan macera romanı ‘Life of Pi’, Ang Lee nin usta bakış açısı ile 3 boyutlu olarak beyaz perdeye taşındı.  Filmi mutlaka 3 boyutlu izlemenizi öneririm, hikayenin çoğunluğu okyanusta geçiyor ve okyanus canlılarının ve tabiatın olağanüstü canlılığı ve huzuru adeta ruhunuza terapi uyguluyor J

                Hindistan da doğmuş ve yetişmiş olan Piscine, inancın ve umudun varoluş mücadelemizdeki önemini aktarırken, yaşamımızdaki her insanın bizi kendi yaşam amacımıza nasıl hazırladığını da ustaca satır aralarında anlatmakta. Yaşamımızdaki sevdiğimiz-sevmediğimiz, inandığımız değerlerimizin bizi biz yapan en değerli hazineler olduğunu açıkça ifade eden yapıt bana göre 2012 yılının en iyi filmi.

 
 
 
                Filmin ilk yarısında, Piscine’nin Hindistan daki yaşamını izliyoruz. Hayatı öğrenme yolundaki genç adamın, cesur, istikrarlı, meraklı ve zeki kişilik nitelikleri hemen göze çarpıyor. Hayatı okuyarak ya da dinleyerek değil, yaşayarak –yaşamı iliklerine kadar hissetmeyi tercih ediyor. Babasının bir hayvanat bahçesi var fakat işleri yolunda gitmeyince bahçeyi satarak hayvanlar ile birlikte Kuzey Amerika ya gitmek üzere bir gemiye biniyorlar. Birkaç gün sonra korkunç şiddetli bir fırtına meydana geliyor, şimşekleri izlemeyi çok seven Pi, gece uyanarak güverteye çıkıyor ve gerçek yaşam serüveni belki de o dakikada başlıyor cesur kalpli Pi için. Sonrası mı? Bir insanın, kendisine olan sevgisi ve inancının onu nasıl yaşama arzusu ile her şeyin üstesinden gelebileceğinin muazzam görsel şöleni.Bence muhakkak bundan sonrasını sinemada kendiniz şahitlik edin…

                Yaşamda nefes almayı sürdürebilmek için;

Zihninizden daha çok kalbinizin sesine kulak verin,

 Her yeni gün bir şeyler öğrenin ve paylaşın,

Gerektiği durumlarda savaşın,

Başımıza her ne geliyorsa olayları etiketlemeden ziyade olduğu gibi kabul edin,

Evrende her şeyin bir enerji olduğunu her an hatırlayın,

En çaresiz, en karanlık anlarda dahi daima güçlü bir enerji tarafından desteklendiğimizi bilin,

Nefes aldığımız sürece her anın bir fırsat olduğunu özümseyin,

İnançlarımızı ve ümitlerimizi daima

Her ‘an’ a umutla bakın,

Ve belki de en önemlisi SEVGİNİN GÜCÜNÜ hissedin; bir çiçek, bir insan, bir ağaç, belki de bir kaplan her ne olursa olsun yüreğinizdeki sevgiyi aktarabileceğiniz bir şey olsun ki hayata sımsıkı bağlanın ve evreni ışığınızla aydınlatın…

               

14 Aralık 2012 Cuma

ZOR DOSTUM ZOR....:)) ZOR İNSANLAR &ZOR DAVRANIŞLAR



Birkaç dakikalığına kendi iç sesimiz ile hep beraber düşünelim;

İYİ İLİŞKİLERİNİZİ NASIL TANIMLARSINIZ?

* Kendimizi olduğumuz gibi ortaya koyabildiğimiz,

* Yanlış anlaşılmayacağımızı bildiğimiz,

* Karşımızdaki kişiye bir şeyler verebildiğimiz ve aldığımız; karşılıklı olarak ''eğlence'', ''güven'', ve ''açıklık'' temalarının yer aldığı ...

ZOR İLİŞKİLERİ NASIL TANIMLARSINIZ?

* Sürekli aynı ve benzer sorunların yaşandığı,

* Sorunların çözülemediği,

*Sınırlarımızı zorlayan,

* Anlaşılmamış hissettiğimiz,

*Karşımızdakini anlayamadığımız,

* Karşımızdaki kişiye bir şeyler veremediğimizi hissettiğimiz, karşılıklı olarak 'anlaşılmadığımızı' hissettiğimiz...

?? Yukarıda tanımlanan iki ilişki durumunun ortak yanı nedir? Kişilik niteliklerine vurgu yapmaması. Çünkü bir insana ay ne 'sinir' diyorsanız, aslında o kişinin belli bir davranışı ya da belli ifadeleri sizi bu yorumu yapmaya teşvik ediyordur.
O kişinin davranışı sizin çocukluk döneminizde öğrendiğiniz ve 'sinir' olarak adlandırdığınız düşünce kalıbına uygun olduğu için o kişiye 'sinir' diye hitab edersiniz.

Zor kavramının tanımı, kişinin içerisinde bulunduğu zamansal ve mekansal koşullara göre bir diğer deyiş ile kişinin yaşam koşulları ile şekillenir. Zor davranışlar sergileyen insanlar çoğunlukla davranışlarının farkında değildirler. İşlevsel olmayan davranış kalıbını çocukluk çağlarında öğrenmişlerdir. Ve unutulmamalıdır ki; bu davranış kalıbı mutlaka bir amca hizmet ediyor, bir ihtiyacı gidermek için kullanılıyordu.

A kişisinin geçmişte öğrendiği değer yargıları var. Bu değer yargılarına dayanan birtakım düşünceleri, duyguları, bedensel tepkileri var.
 
B kişisinin de geçmişte öğrendiği değer yargıları var. Bu değer yargılarına dayanan birtakım düşünceleri, duyguları ve bedensel tepkileri var.

Bu iki insan birbirleri ile ilişkiyi ''davranış'' düzeyinde yaşamaktadırlar.
Bu nedenle 'zor insan' değil, 'zor' davranışları sergileyen insanlar vardır.

SİZİN 'ZOR' DAVRANIŞLAR SERGİLEYEN İNSANINIZ KİM?

'Zor' davranışlar sergileyen kişiler kimi zaman eşimiz, kimi zaman çocuklarımız, komşularımız, arkadaşlarımız ve iş verenler/ iş arakdaşlarımız olabilir.
Zor davranışlar sergileyen kişiler duygularımıza etki ederek: öfke-umutsuzluk-çaresizlik-yorgunluk-güvensizlik-engellenmişlik-sıkıntı hatta bazen suçluluk duygusunu hissetmemize sebebiyet verirler.

''ZOR'' DAVRANIŞLAR SERGİLEYEN İNSANLAR İLE NASIL İLETİŞİM KURACAĞIZ?

1. İLETİŞİM BOYUTUNU DEĞİŞTİRMEK _ÜÇ ALTIN BASAMAK

a. Tanımla: 'zor' davranışlar sergileyen kişileri nasıl tanımlıyorsunuz? Lütfen birkaç kelime ya da cümle ile ifade halinde yazınız.

____________________________________________________________________________

b. Açıkla: sizce neden bu kişiler 'zor' davranışlar sergiliyor olabilirler?


______________________________________________________________________________

c. Çözüm: 'zor' davranışlar sergileyen kişiler ile 'nasıl' ve 'neden' başa çıkmalıyım?

______________________________________________________________________________


2. KEŞİF AVI

Kim...................................................................................................................................

Kime.................................................................................................................................

Hangi durumda.................................................................................................................

Ne yapıyor........................................................................................................................

Nasıl yapıyor....................................................................................................................

Ne hissediyor (eylemi uygulayan)...................................................................................

Ne hissettiriyor................................................................................................................

Sonuçta ne oluyor............................................................................................................

*** Keşif avında cevabını bulmanız gereken en önemli soru: 'Bu kişi hangi ihtiyacını tatmin etme yönünde davranıyor?'

3. KİŞİSEL FARKINDALIK-KENDİMİZİ TANIMAK

Bu kişi ile iletişim kuramamamın nedeni/leri ne/ler olabilir?

_______________________________________________________________________________

Bu kişi benimle iletişim kurduğunda ne hissediyorum?

_______________________________________________________________________________

Bu kişinin, bu davranışı benim hangi ihtiyacım ile temas etmekte? Ya da etmemekte?

_______________________________________________________________________________

4. MİZAH

Mizah kullanın. Farklılıkları ve benzerlikleri mizah yönünüzü kullanarak tolere edin ve herkesi olduğu gibi kabul edin :))


11 Aralık 2012 Salı

DÜŞÜNCELERDE HAPSOLMUŞ VEYA DÜŞÜNCELERDE ÖZGÜRLEŞMİŞ 'BENLİK TANIMI'

 
 
Yaşantımda bugüne kadar ebeveynlerim tarafından aydınlatılan zeminimi önce idrak etmeme sonrasında projektörü elime alarak aydınlatılmayan niteliklerimi keşif sürecini başlatan çok değerli hocam Hanna Nita Scherler le beni benliğimin gizli yönleri ile buluşmama vesile olduğu için sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Aşağıda okuyacağınız yazı yaklaşık 20 yıllır Türkiye de Gestalt felsefesi ile ışık tutan bir üstadın kalemindendir. Değerli hocam 2010 yılında Bahçeşehirlilere özel olarak hazırlayıp ücretsiz olarak dağıtımı yapılan ÖZGE'CE isimli dergim için beni kırmayıp bir yazısını bizlerle paylaşmıştı, keyifle okumanız dileğiyle...
 
 
 
Parkta, fırından aldığım taze somunu ufalayıp etrafımı sarmış olan güvercinleri besliyordum. Bir kadının, elinden tutmuş olduğu çocuğa eğilerek ''şu taraftan gidelim, orada ekmek var'' dediğini duydum. ''Ekmek kutsaldır, yere atılmaz, üstüne basılmaz'' gibi değer yargılarından habersiz, anne ve babasının ortasında, çekiştirildiği yöne doğru ilerlerken, kafası arkasına dönük çocuğun, gözlerini güvercinlerden ayıramadığını fark ettim.


Çok küçük yaşlardan başlamak üzere, karşılaştığımız uyaranlardan hangilerine odaklanacağımız ve onlara ne isim vereceğimiz, hangi sıfatları atfedeceğimizi öğrenmeye başlarız. Nelerin ''kaka'' nelerin ''cici'' olduğunun ayırdına varırız.

Evde çoğunlukla ne tür müzik dinlersiniz? Daha çok hangi tür dergi, mecmua, kitaplar evinize girer? Dışarı yemeğe gittiğinizde üç-beş lokanta ile kısıtlı mıdır seçimleriniz yoksa farklı lokantaları dener misiniz? Tatile çıktığınızda heğ aynı bölgeyi ve aynı oteli mi tercih edersiniz? Sabah kalktığınızda o günü nasıl geçireceğinizin ayrıntılı bir planı var mıdır kafanızda yoksa hayatı geldiği şekilde mi yaşarsınız? Bunların ne önemi var diyeceksiniz. Çok önemi var. Çocuk, anne-babanın algılamaları doğrultusunda kendi benlik tanımını yapılandırmaktadır.

Bebeğe bir oyuncak gösterdiğiniz zaman dokunup ağzına götürür. Tadına bakar, koklar, sallar. Gördüğü her şeye ilgi gösterir. Ayırt etmez, reddetmez. Çevresi ile etkileşimde bulundukça 'ben kimim' sorusuna yavaş yavaş yanıt oluşturabilecek verileri toplamaya başlar. Önceleri oyuncaklarının ve annesinin kendisinin uzantıları olduğunu sanarken, edindiği tecrübelerle, fiziksel varlığının içindeki herşeyin kendisi, dışında kalanlarında diğeri olduğu kanısına varır. Kendisi ve çevresi arasına sınır koyar.

İki yaşından itibaren fiziksel varlığının içinde de bölünmeler başlar. Tuvaletini, annenin istediği yer ve zamanda yapmadığı için azarlanır, cezalandırılır. Kendisi için zevk kaynağı olan bedeni, anlayamadığı bir şekilde anne-babası ile çatışmasına neden olur. 'Ben vücudumum' algılamasından, ''benim bir vücudum var'' algılamasına geçiş artık tek kurtuluştur. Ben kimim sorusunun yanıtı ''ben düşüncelerim'' şeklinde gelişerek, zihinle beden arasına sınır koyar.

Çocuk okul çağına yaklaştığında, zihin-beden bölünmüşlüğü şeklindeki benlik tanımı ek bölünmelere gebedir. Doğrular/ yanlışlar, ayıplar, meliler/malılar girer hayatına. Erken yatmalı, ders çalışmalı, en az komşunun oğlu/kızı kadar başarılı olmalı, giysilerini katlamalı, odasını toplamalıdır. Anne babasının sevgisini, kabulünü kaybetmeyi göze alamaz. Dolayısı ile onların istediği şekilde davranmaya başlar. Kabul gören taraflaırnı ''ben'', görmeyen taraflarını da ''benim dışımda'' şeklinde algılamaya başlar.
 
Özetle, ben kimim sorusuna cevap vermek sınır koymaktır. Bu sınırlar gelişim çağında, kişinin içinde büyüdüğü aile ile etkileşim sonucunda oluşur. Her çocuk kabul görmek, sevilmek, değer verilmek ister. Dolayısı ile, ebeveynleri tarafından kabul göreceğini öğrendiği duygu, düşünce ve davranışları benlik tanımının içinde tutar, bunun dışında kalan her şeyi ben değilim şeklinde tanımlar.

Sınır koymak bir yaşam biçimidir ve kaçınılmazdır. Aldığımız her karar, her davranışımız, her sözümüz bilinçli veya bilinçsiz sınır koymakla ilgilidir. Birbirimizi anlamak, aynı olguya ilişkin tutarlı anlam üretebilmek, tanı koyabilmek için sınır koymak zorundayız. Sınır koymanın hayatı kolaylaştıran bir yanı olduğu kadar sorun üreten bir yanı da vardır. Sorun sınır koymakla değil, koyulan sınırlara işlevlerini aşan anlamlar yüklendiğinde ortaya çıkar. Örneğin; parkta çocuğun güvercinleri izlemesine engel olan yerdeki ekmek kırıntıları değil, anne babanın onlara ilişkin geliştirdiği katı değer yargısıdır.

SINIRLARIN NASIL ÇİZİLDİĞİ, NASIL BİR HAYAT YAŞANACAĞININ      BELİRLEYİCİSİDİR

Sınırlar ne kadar geçirgen ve esnek ise yaşam o kadar doğal akışında, doyurucu ve gelişimi destekleyici olacaktır. Sınırlar ne kadar katı ise, zorlanma da o kadar fazla olacaktır.

Örneğin başarının peşinden ne kadar çok koşulursa başarısızlıktan o kadar çok korkulur. Bir şeye ne kadar çok değer verilirse, onun kaybı halinde o kadar çok etkilenir. Sorunlarımızın çoğu katı, geçirgen olmayan sınırlar edinmiş olmamızdan kaynaklanır. Kendimizi, düşüncelerimizin hapsinde tutar, hapsi tanımlayanın ise kendimiz olduğunun farkına varmayız.
 
Kabul ettiklerimiz ile etmediklerimiz arasında bir sınır oluştururuz. Sınırları sorgulamak pek aklımıza gelmez. Onları mutlakmışlarcasına yaşarız. Sorgulamaya, ancak mevcut sınırlar yaşamımızı desteklemediğinde başlarız. O zaman, benlik tanımımızın dışında tuttuklarımızın, tekrar bizim parçalarımız olarak keşfedilebileceklerini anlarız. Olumluluğun sadece olumsuzlukla birlikte anlam kazandığını algılamaya başlarız.

'Ekmek kırıntılarına basılmaz' değer yargısı, bir yandan çocuğun belirli bir inanç sistemi çerçevesinde yetişmesini sağlarken, diğer yandan çocuğu öğretici bir deneyimden de mahrum etmekte, varoluş alanını kısıtlamaktadır.
 
Yıllar sonra aynı çocuğu, bir yetişkin olarak, elindeki ekmeği ufalayıp etrafına saçarak güvercinleri beslerken hayal ettim. Benlik tanımının dışında kalması öğretilen bu davranışı tekrar benlik tanımına katması için aradan çok yıl geçmesi gerekiyordu.

             Bulmak için önce kaybetmek veya bütünleşmek için önce ayrışmak gerekiyor!...
 
Doç. Dr. Hanna Nita Scherler
 
Hanna Nita Scherler kimdir? (kendi kaleminden- iletişim ve Gestalt hakkında bilgi için: http://www.hannascherler.com )
 
Birey ve çiftlerle danışmanlık, meslekdaşlarıma eğitim ve süpervizyon ve farklı zeminlerden kişilerin oluşturduğu gruplara kişisel gelişim eğitimi sunan, serbest çalışan bir klinik psikoloğum. Aynı zamanda, Bilgi Üniversitesinde sözleşmeli olarak ders veriyorum ve Gestalt Training in Israel programının (önceki Gestalt Institute of Cleveland’ın İsrail’de yılda iki kez düzenlediği eğitim programı) eğitmen kadrosundayım. İstanbul’da da bir Gestalt topluluğu oluşturdum, ve Gestalt temel kavramları ve metodolojisini bir yaşam biçimi olarak öğretmeye devam ediyorum.
1999 yılından beri çok uluslu şirketlere danışmanlık hizmetleri veriyorum. Bu alandaki çalışmalarım performans, geçiş ve dönüşüm alanlarında koçluk ve süreç müdahalesi faaliyetlerini içermektedir.
Boğaziçi Üniversitesinden İş İdaresi-Pazarlama dalında BS derecem, aynı üniversitenin Sosyal ve Klinik Psikoloji dallarından da MA derecelerim var. Bir çocuk ve aile danışmanlık merkezinde yarı-zamanlı çalıştıktan ve iki yıl bir devlet hastanesinde gönüllü hizmet verdikten sonra ABD Santa Barbara’daki Fielding Graduate Üniversitesinde Klinik Psikoloji dalında doktora derecesini aldım. ABD’deki çalışmalarım esnasında Gestalt Institute of Cleveland’da temel Gestalt eğitimimi tamamladım. Aynı zamanda profesyonel gelişimim için psikoterapi ve organizasyon ve sistem geliştirme alanlarında çeşitli mesleki eğitim programlarına katıldım. Lisansüstü çalışmalarımı tamamladıktan sonra 1994-1998 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesinde yardımcı öğretim görevlisi olarak çalıştım. 1994 yılından beri meslekdaşlarıma ve ilgi duyan meslek dışı gruplara çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşlarda alanımla ilgili konferanslar veriyorum.
Uzmanlık alanımı süreç müdahalesi olarak tanımlıyor, klinik psikolog, koç ve fasilitatör olarak işlevimi “değişim katalizörü” olarak açıklıyorum. Süreçlere, mevcut verilerin tümünü değerlendirerek, farkındalık arttırmak ve tekrarlanan kalıpları kırmak amacı ile, yaşantısal boyutta müdahale ediyorum.
Çeşitlilik içeren bir sosyo-kültürel ortamda yetişmenin yanı sıra, kariyerim boyunca farklı kültürlerle, farklı etnik ve dini gruplara mensup bireylerle temas etmem sayesinde esnek bir gerçeklik yaklaşımı ve çok kültürlülük yetkinliğini geliştirme fırsatı buldum. Akademik çalışmalarımın iş idaresi, sosyal psikoloji ve klinik psikoloji gibi farklı alanlardan oluşan özel bileşimi sayesinde, algıladıklarımı yaratıcı ve yapıcı bir biçimde yorumlayıp uygulama becerisi de geliştirdim.
Son yıllarda, Gestalt bakış açısının temelini oluşturan evrensel bilinç kavramına ilgim arttı. Konuya ilişkin çalışmalar sürdürüyorum.
Avrupa Gestalt Terapi Derneği üyesiyim, aynı zamanda, Avrupa Psikologlar Dernekleri Federasyonu (EFPA) tarafından verilen “Psikoterapi Uzmanlığı olan Avrupa Psikologu” unvanını taşımaktayım ve Türkiye’de bu unvanın edinilmesi sürecini yönetmek üzere kurulmuş olan Ulusal Değerlendirme Komitesi üyesiyim.

 

Anne Baba Sizinle Birlikte Uyuyabilir Miyim?


     Korku, kendi benliğimize karşı tehdit edici bir uyarana verdiğimiz tepkidir. Korku, beynin limbik sisteminin içerisinde yer alan amigdala bölgesini uyarır ve beyne ‘kaç ya da savaş’ komutunu verir. Beyin hızla analiz yapar ve organizma savaşacak durumda ise vücudumuza adrenalin ve depomin depolanır, kendimizi hiç olmadığımız kadar güçlü hissederiz. Eğer benliğimizi tehdit edici uyaran, baş edemeyeceğimiz güçte ya da boyutta ise beynimiz ‘kaç’ mesajını verir.   


     Okul öncesi dönem korkuları arasında en sık rastlanan korkular;  karanlık, yalnız kalmak, canavar-hayalet korkuları, hırsız, gök gürültüsü olarak belirlenmiştir.

      Okul öncesi dönem çocuğunun korkularının nedenleri çok çeşitlilik gösterebilir; beklenmedik korkutucu bir uyaran ile karşılaşmak, klasik şartlanma, kitaplar, çizgi filmler gibi uyarıcılar çocukta mantıksız irrasyonel korkuların oluşmasını sağlayabilir.

      Örneğin; asansörde kalan bir çocuk, kendisini hem korkmuş hem de kaygılı hissetmektedir. Asansörün karanlık oluşu farkında olmadan çocuğun zihnine yerleşir. Her karanlık olduğunda çocuk kendisini kaygılı ve korkulu hissederek kendi yatağında yatmak istememesi klasik koşullanma yolu ile öğrenilmiş bir karanlık korkusudur.

      Her ailenin dikkat etmesi gereken en hassas husus; KORKUYLA ALAY ETMEMEK olmalıdır. Korku, bir disiplin aracı olarak kullanılmaktan kaçınılmalı ve korkunun yaşanması engellenmemelidir. Çocuğunuzun korkuları varsa, korkuları üzerine paylaşımcı bir yaklaşım sorununuzun üstesinden gelmenize daha kısa sürede yardımcı olacaktır.

 


Örneğin ; gece korkuları olan ve kendi yatağında uyumayan bir çocuğu düşünelim.
 Bir ek not olarak belirtmeliyim ki; ‘her çocuk dünyaya geldiği andan itibaren ayrı bir yatakta ve ayrı bir odada uyumalıdır.
       Uyku davranışını değiştirmek ya da yeniden yapılandırmak kolay bir iş değildir, belki de işler şimdikinden daha olumsuz/ kötü bir hale dönüşebilir bu durumda sakın endişelenmeyin demek ki doğru yoldasınız gereken sadece biraz sabırlı ve tutarlı davranmak.
 
1.     Adım: ‘uyku vakti ritüelleri’
 
Her çocuğun bir uyku rutini yapılandırılmalıdır, herkesin ki, farklı olabilir. Örneğin; ılık bir banyo-dişlerini fırçalama-pijamalarını giyme- yatağa oturma-kısa bir hikaye ya da masal-iyi geceler öpücüğü- ebeveynlerine sarılmak-ışığı kapatmak (gece lambası açık kalabilir)-uyku.
 
2.     Adım: ‘aşamalı geri çekilme’ --- eğer çocuğunuz sizin ile uyumak için direnç gösteriyorsa’ !
 
Çocuğunuza iyi geceler diledikten sonra odasında bulunan bir koltuğa ya da mindere oturun (yatağına en yakın mesafede yer alın). Odada bulunduğunuz süre içersinde kesinlikle çocuğunuz ile sözlü/ sözsüz ilişki kurmayın. Odada bulunmanızın tek sebebi çocuğunuzu rahatlatmak ve çocuğunuzun kendisini güvende hissetmesini sağlamak. Çocuğunuz sizden bir şey talep ederse ona;  ‘ burada olmamın sebebi senin rahatça uyuyabilmen, tatlım konuşmak istediklerini yarın sabah konuşacağız, şimdi sessiz olmanı istiyorum’ şeklinde cevap verin. İlerleyen sonraki günlerde çocuğunuzun yatağından giderek daha uzak bir yere oturun ve oda içerisinde kaldığınız süreyi her gün 2 dak. kısaltın ve sonunda odadan çıkın.
 
3.     Adım: ‘korku ile baş etme’eğer çocuğunuz odasının içerisinde bulunan hayali bir varlık ya da sesten dolayı sizin ile uyumak istiyorsa!
 
Okul öncesi çocuklarının hayal dünyası çok zengindir. Genellikle üç yaşındaki çocuklar kendilerine hayal bir arkadaş yaratma eğilimi gösterirler.
 
Hayali bir canavar ya da hayalet ile baş edebilmenin ilk yolu, çocuğunuzun bu varlığı gördüğünü, hissettiğini kabul etmenizdir. İkinci olarak yapmanız gereken; bu hayaleti, canavarı ya da çocuğunuzun gördüğünü ve hissettiğini anlattığı yaratığı detaylı olarak tasvir etmesini isteyin hatta mümkünse çizim yolu ile dışsallaştırmasını sağlayın. Üçüncü olarak, çizim bittikten sonra çocuğunuz ile birlikte sakin olan bir mekanda çocuğunuzun çizmiş olduğu ve onu korkutan varlık üzerine sohbet edin; ‘sence nerede yaşıyor? Onun da ailesi var mıdır?, En çok neler yapmaktan hoşlanır acaba? Böylece çocuğunuza hayal etmiş ve onu korkutan varlığın aslında iyi yönleri olabileceğini göstererek çocuğunuzun durumu özümseyerek kontrol altında tutmasına yardımcı olabilirsiniz.
 
4.     Adım: ‘ödüllendirme’
 
Çocuğunuz ile birlikte bir hedef belirleyin. Örneğin; beş gece tek başına rahat ve huzurlu bir şekilde uyumayı başardığın takdirde birlikte ne yapmak istersin? Sorusunu önce çocuğunuza yöneltin sonra da çocuğunuzun aynı soruyu size yöneltmesini isteyin. ‘beş gece tek başıma rahat ve huzurlu bir şekilde uyumayı başardığım takdirde birlikte ne yapmak istersin?’ Birkaç tane ödül belirledikten sonra kendi aranızda ilk haftanın ödülünü belirleyin. Ödüllendirme için yıldız tablosu’ da kullanabilirsiniz böylece çocuğunuz başarılarını ve başarısızlıklarını somut bir şekilde gözlemleyebilir. Ve yaratıcılığını kullanması için güzel bir yöntem oluşturabilirsiniz. Haftanın günlerine isim vermektense, her bir gün için bir sembol çizmesini isteyebilirsiniz. Kendi başına uyumayı başardığı günün altına kendi istediği onun için ‘başarı’ yı ifade eden bir resim çizebilir ya da bir sticker yapıştırabilir.
 


10 Aralık 2012 Pazartesi

NASIL SÖYLEMELİ?


 
 
 
Evlilikler sevgi, aşk, dostluk, arzu duygularının yanı sıra kırgınlıkları, hayal kırıklıklarını da barındırır. Ne zaman ki; ilişkinin niteliği terazinin olumsuz duyguları kapsayan kısmında ağırlaşmaya başlayınca var olan denge sarsılır ve kişilerin içsel süreçlerindeki mayınlar patlar.

Bazen ‘boşanma’ süreci, evliliği yürütmekten daha zor olabilir. Bazen de tıkalı bir kanalı açmak için tek çözüm yolu ‘boşanma’ olabilmektedir.

Hiçbir boşanma olgusu birbirine benzemez çünkü her aile dinamiği birbirinden benzersizdir. Örneğin; Ayşe’nin babasının zihinsel süreçlerindeki anlamı ile Ahmet’in babasının zihinsel süreçlerdeki anlamı birbirinden oldukça farklıdır. Bu nedenle boşanma evresindeki ebeveynlere çocuğunuza şunları söyleyin, şu ve benzeri şekillerde davranın gibi birtakım reçeteler vermek doğru olmaz, sadece seçenekler sunulabilir.

Boşanma kararınıza çocuğunuzun nasıl tepkiler vereceği, bu tepkilerin ne kadar süreceği ve ‘boşanma’ olgusunun çocuğunuzun düşüncesinde, duygusunda ve bedeninde nasıl bir yer bulacağı; ebeveynlerin tutumu ve çocuğun yaşı ile şekillenmektedir.

 

‘Boşanma’  Kararı Açıklanırken İzlenebilecek Yol Haritası

 

·        İki ebeveynin de birlikte olduğu ve eşit ölçüde konuşabileceği bir düzenekte,

·        Çocuğunuza, ayrılma kararınızın onunla ilgili değil, kendi kişisel sorunlarınız olduğunu net bir şekilde belirterek,

·        Boşanmanın ardındaki süreci aşama aşama güvenli bir zeminde açıklayıcı bir şekilde ifade ederek; örneğin: evden kim ayrılacak, ne zaman ayrılacak ve ayrılan ebeveyn ile görüşmeler nasıl, nerede, hangi sıklıklarla devam edeceği mutlaka yanıt bulmalıdır.

·        Ebeveynler, evlilik sürecinde birtakım rolleri olduğunu ve bu rollerden birisinin anne-baba olmak; diğerinin ise eş olmak/ çift olmak olduğunu belirterek; şu anda sadece ‘eş olma/ çift olma’ rollerini sonlandırma kararını aldıkları ve anne-baba rollerinin devam edeceğini vurgulayarak,

·        Ebeveynler aktarmak istedikleri cümlelere mutlaka duygularını da ekleyerek ve aynı zamanda konuşma sürecinde küçük molalar vererek çocuğun da duygularına yer verilmelidir.

 

Şu unutulmamalıdır ki, bir insanın yaşı ister 4 olsun ister 40, her zaman ebeveynlerini bir arada görmek ister. Bu bağlamda boşanmış ya da boşanma sürecindeki ebeveynler sadece ‘karı-koca’ lık makamından ayrıldıklarını her zaman hatırlamalıdırlar. Yaşamları süresince ebeveynlik rolleri sürecek.

ÇOCUKLARIMIZI ANLAYABİLİYOR MUYUZ?


       
         Yaşamın ilk altı yılında bir çocuğun temel amacı ‘inisiyatif’ alabilmektir. Bir başka deyim ile çocuk bir yandan ‘ben kimim? sorusuna yanıt ararken diğer yandan da ‘bağımsız’ hareket edebilmek için çaba sarf eder. Yaşamın ilk yıllarında çocuklarımız genel olarak iki sorunun cevaplarına  yanıt ararlar;  ‘‘1. Dünya yaşanılabilir ve güvenilir bir yer midir?, 2. Ben kimim?’’ Çocuklarımız dünyanın güvenilir bir yer olduğuna karar verdiklerinde kendilerini tanımaya da yavaş yavaş  başlarlar. Çocuklarımızın kendilerini tanımalarına yardımcı olabilmemiz için öncelikle ev sonrasında okul ortamında ‘güvenli’ zemin hazırlayabilirsek;  çocuklar kendilerini  nasıl göreceğini-başkalarının kendi hislerine nasıl tepki vereceğini-hisleri hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini-tepkilerinin seçenekleri olduğunu- farklı duygulara sahip olduğunu ve bu farklı duyguların farklı zeminlerde ifade edebileceğini öğrenir.
              Çocuklarımızın kendilerini güvenli sahada ifade edebilmeleri motive etmek için etkili iletişim kurabilmek önemli bir yere sahiptir. Dünyayı anlamlı kılabilmek için ‘iletişim’ temel bir mekanizmadır.












 
Çocuklarla İletişim Nasıl Kurulur?

         Çocuklarla iletişimimizde etkin dinleme metodunu kullanmalıyız. Nedir etkin dinleme? Etkin dinleme;  söylenenlerin barındırdığı duygu durumunun kavranması ve bunun dinleyiciye sözel ve sözel olmayan mesajlarla iletilmesidir. Etkin dinleme çocukların duygularını tanımasına yardımcı olabileceği gibi aynı zamanda duyguların güvenli bir zeminde aktarımına da yardımcı olur. Dilerseniz birkaç alıştırma yapalım:

·        Çocuk: Ayşe benimle bugün hiç oynamadı.

·        Ebeveyn: ???? (siz olsaydınız nasıl bir cevap verirdiniz?) ????

·        Ebeveyn 1: Arkadaşlarınla güzel/ iyi geçinmeyi öğrenmelisin.

·        Ebeveyn 2: O zaman sende oynayacak başka bir arkadaş bul.

 
          Ebeveynlerin tepkilerini çoğaltabiliriz. Ancak 1. Ebeveyn tepkisinden çocuk hayatının sınırlı olduğunu ve hataları hep kendisinde araması gerektiğini öğrenir. Yetişkinlik döneminde mutlu olmayı ve sevmeyi bilir ve kızmaması gerektiğini bunun kötü bir şey olduğunu düşünür ve bu nedenle kızgınlık hissettiğinde nasıl
davranacağını bilemez.  2. Ebeveynin tepkisi karşısında çocuk ebeveynden şu mesajı alır: ‘Beni ebeveynlerim dışında kimse koruyamaz ve anlayamaz, karar vermem gerektiğinde mutlaka ebeveynlerime danışmalıyım.’’ Her iki durumda da çocuğun duygusal ve düşünsel yaşantısı sınırlı bir yapı içerisinde şekillenmektedir.

              Olması gereken ebeveyn tutumu: ‘ sanırım sen biraz Ayşe ye kırılmışsın belki de kızmışsın. Ayşe sence seninle neden oynamak istememiş olabilir, birlikte düşünelim mi?’ Çocuklarımızın duygularına ve düşüncelerine aynalama yaparak yaklaşabilirsek çocuklarımızın dünyalarında bir yer açmış oluruz. Böylece çocuklarımız yaşamlarında her şeyin istedikleri gibi olamayabileceğini deneyimlerken, olumsuz durumlarla nasıl başa çıkabileceklerine dair stratejik düşünme becerisi geliştirirler.



6 Aralık 2012 Perşembe

2012 yılında yer aldığım projelerden biri: 88 KADIN 8 AŞK

 

      Uzm. Psikolog Tarık Solmuş'un editörlüğünü yaptığı projede yer almak benim için büyük keyifti. Genellikle meraklı ve bilinenin arkasındakini çözmeye azimli bir kişilik donanımım var, bu nedenle bu projenin bütününü okuduğumda, işte nasıl da parçalar bütünü oluşturuyor sorusunun somut idrakına erişiyorsunuz.

     Tarık Bey proje için 88 kadın ile tek tek elektronik ortamda haberleşti, hiç birimizin birbirinden haberi yoktu taaaa ki proje kitap formatına gelinceye kadar. 88 kadın 8 aşk öyküsü yazacaktı, ama nasıl? Her bir öykü için 11 kadın yüreğini kalemine döktü. Yalnız öykünün tamamını bilmiyorsunuz! Bir sabah sıra bana geldiğinde benden önceki arkadaşımın yazdığı satırları okuyabiliyordum ancak sonra onun kaldığı yerden öyküyü devam ettirdim. Benden sonraki arkadaşımızda sadece benim yazdığımı görebildi.... Böylelikle mozaik tamamlandı.

      Halen bu kitabı okumamışsanız, gönül rahatlığı ile alın ve okuyun derim. Çünkü hiç sıkılmıyorsunuz 88 beyinden çıkmış bir kitabı pardon Tarık Bey i de eklersek 88+1=89 kişinin beyninden, kalbinden yaratılmış bir kitabı okumak herkese nasip olmaz !

Kitabı internet üzerinden = http://www.dr.com.tr/Kitap/88-Kadin-8-Ask/Tarik-Solmus/Egitim-Basvuru/Aile-Cocuk/Kadin-Erkek-Iliskisi/urunno=0000000413682  adresinden temin edebilirsiniz.


Kitabın önsözünü ve kitapta yer alan kişileri merak ediyorsanız isimlerini = http://www.tariksolmus.org/ adresinden okuyabilirsiniz.

O SES : STRES


21. yüzyılın insanının yeni sloganı: zamanım yok, hiçbir şeye yetişemiyorum! Doğrusu kendimizi; fiziksel-duygusal-davranışsal yapı taşlarımızı tanımaya vakit ayırmak yerine teknolojinin bize sunduğu cep telefonlarını, mini bilgisayarlarını, yeni bilgisayar programlarını anlayabilmek uğruna ne kadar zaman harcıyoruz? Bilgisayarlar ve diğer teknoloji ürünleri bilişsel faaliyetlerimizi hızlandırırken acaba bedenimizi duyuyor muyuz?

Endüstri toplumunun ve Batı tarzı yaşama biçiminin insanları getirip bıraktığı yer;

                                               ‘ALMAK’

                                  ‘DAHA ÇOK ALMAK’

                              ‘DAHA ÇOK SAHİP OLMAK’

Endüstrileşme ve modern teknoloji, sadece eski ihtiyaçlarımızı karşılayıp, hayatı bizler için kolaylaştırmakla kalmamış aynı zamanda, eğer varlıklarından haberdar olmazsak hiçbir zaman ihtiyaç duymayacağımız bir sürü ürünü elde etmek için çalışmak zorunda kalmamıza vesile olmuştur. 

Gerçek şudur ki: İnsan bedeni, çalışarak gelişen ve performansını arttıran tek araçtır. Bizler bedenlerimizi çalıştırmıyoruz, bedenlerimiz zihinlerimizin içine hapsolmuş durumda. Zihin-bedenlerde yaşamıyor muyuz? Hal böyle olunca örneğin; metabolizma hızımız azalıyor, kilo alma eğiliminde artışlar meydana geliyor. Sonra istediğimiz gibi görünmediğimiz için hayıflanıyoruz, sosyal paylaşımlarımız azalıyor….Kapı çalıyor kim o: Ben DEPRESYON J

Yeri gelmişken depresif bozukluğun iyileşme sürecinde öncelikle bedensel yapılandırmalardan başlamanın daha işlevsel olduğu araştırmalar tarafından ispatlanmıştır. Doğada açık hava yürüyüşleri yapmak depresif bozukluğun bir numaralı antidepresanıdır.

Çağımızın altın problemi: STRES olgusuna geri dönelim:


  • Stres nedir?

Organizmanın bütünselliğini korumak amacı ile kendisine yönelik tehditkar uyarana yönelik verdiği tepkidir. Stres duygusunu hissedebilmemiz için öncelikle meydana gelen durumun, olayın fizyolojik-duygusal-zihinsel boyutlatın birinde ya da hepsinde kişinin bilincinde tehditkar olması gerekmektedir. Bu bağlamda ‘stres’ bir savunma mekanizması olarak da değerlendirilebilir. 

Hani çoğu zaman trafikte iken yolda yoğunluk meydana geldiğinde ya da yetişmemiz gereken bir yere geç kaldığımızda ‘strese girdim’ deriz. Halbuki stres duygusunu yaşamamıza neden olan bizlerin bu olaylara yüklediği anlamlardır. 
Yetişmeniz yere geç kaldığınızda ne olacak? Bu soruya vereceğiniz yanıt/lar stres olgusunu tanımlar, bir başka deyim ile stres geleceği olumsuz düşleme ile bağdaşmaktadır.

  •   Organizma stres olgusunu deneyimlediğinde bedensel ve psikolojik düzlemde ne gibi değişiklikler olmaktadır?



}  Tehdit karşısında organizma hayatını sürdürme amacına yönelik bir dizi faaliyette bulunur:

1) Depolanmış yağ ve şeker kana karışır,

2) Solunum sayısı artar,

3) Kanda alyuvarlar artar,                            

4) Kan basıncı yükselir,

5) Kan pıhtılaşma mekanizması harekete geçer,

6) Kas gerilimi artar,

7)Sindirim yavaşlar veya durur,

8) Gözbebekleri büyür,

9) Bütün duyumlar artar,

10)Hipofiz bezi uyarılır.


}  Stres karşısında psikolojik değişiklikler ise kişiye özgü, biriciktir. 
Stres onu zihninde taşıyan kişiye aittir. Dolayısı ile geçmiş yaşantılarımız, hayata bakış açımız,
inanç sistemlerimiz, ihtiyaçlarımız, kaynaklarımızın farkındalığı, karşılaştığımız olay ve
durumlara yönelik tepkilerimizi belirleyici temel etkenlerden bazılarıdır.  

  •    Stresten korunmak için stres aşısı olalım mı?


1)      Kendimizi tanıyalım ( değerlerim, inançlarım, güçlü yönlerim, bedensel duyumlarım, yaşama amacım)

2)      Güvenli yer egzersizi yapalım. Yaşamımızı bir zaman çizgisi üzerinde gözden geçirelim ve en mutlu, en huzurlu, en umutlu olduğumuz bir anı zihnimizde tüm detayları ile canlandıralım, bunu her gün bir detay ekleyerek 21 gün üzerinde çalışalım.

3)  Her gün en az 15 dakikayı kendimize ayıralım ve nefes egzersizleri yapalım, nefesimizi izleyelim.

4)    Her gün kendimizi ne kadar sevdiğimizi sözel ya da yazı dili ile ifade edelim. 

   Örneğin her gün şöyle bir cümle tamamlamaya çalışalım: 
   Kendimi çok seviyorum çünkü........................................................................................................

5)      Beden ve zihin bütünselliğimizi güçlendirmek için her gün meditasyon yapalım.


Şimdi yazının sonuna kadar okuyanlar ‘Eeee, tamam biz zaten bunları biliyoruz diyorsanız’ Ben de size diyorum ki; ‘Bir şeyi bilmen için bunu uygulaman gerekir, eğer bir şeyi bilip de uygulamıyorsanız, o şeyi bilmiyorsunuz demektir !’


3 Aralık 2012 Pazartesi

SUSAM SOKAĞI ORKESTRASININ SESİ: ÇALIŞIRSAK HİÇBİR ŞEY İMKANSIZ DEĞİLDİR!!


Susam sokağının sevimli karakterleri,; minik kış, kurabiye canavarı, kırpık, edi ile büdü ‘Susam Sokağı Live ’ isimli gösterisi ile Aralık ayında çocuklar ve içindeki çocuk ile halen temas halinde olan ebeveynler ile buluştu.

2 Aralık Pazar günkü gösteride bazı gözlemler yapma fırsatım oldu. İşte gözlemlerimden bazıları:

Gösterinin ana mesajı=  ÇALIŞIRSAK HİÇBİR ŞEY İMKANSIZ DEĞİLDİR!

         Gösterinin ilk yarısında ‘hadi şarkı yapalım’ dedik beraberce. Sırası ile sayılar, harfler sonra alfabedeki tüm harfler ile şarkı yaptık J 1990 lı yıllarda izlediğim Susam Sokağında buldum bir anda kendimi. Özellikle 3-6 yaş çocuklarının bilişsel ve sosyal gelişimine ne kadar önemli katkılarda bulunduğunu daha gelişmiş bir bilinçle izlemek farklı bir deneyimdi benim için. Kurallara uymakta zorluk çeken, hatta zaman zaman kavgacı ve hırçın olabilen ben merkezci okul öncesi çağı çocukları bol renkli dans gösterileri ile  Susam sokağı karakterleri  tarafından adete hipnotize edildiler J 

         İkinci yarıda ise Emmo, bir orkestra kurmak istiyordu ancak orkestradaki enstrümanlar ne olacaktı? Hepimiz ayaklarımızı yere vurduk, sonra ellerimizle tempo tuttuk J Hep beraber olursak ne kadar anlamlı şeyler üretebiliyoruz böyle! Sonra kurabiye canavarı kurabiye kutusunu sallamaya başladı. Edi nin minik oyuncak ördeği, Büdü nün kuşu… Harika bir orkestra oluşuverdi!
 

         İkinci bölümün en önemli ana fikri; kendimizden yola çıkarak, çözümler üretebilmekti. Her birimizin birbirinden ayrı biricik özellikleri var ve bu özelliğimizi yaşamımızın her alanında kullanarak fark yaratabiliriz! En çok sevdiğimiz, tutku ile yaptığımız, içimizde heyecan duygusunun uyandığı her ne ise o olmayı başarabilirsek, diğer canlılara ışık olabiliriz…

         Eve döndüğümde hem kendi niteliklerim hem de bugüne kadar çalıştığım, konuştuğum, paylaştığım insanların niteliklerini düşündüm düşündüm düşündüm… Sonra şöyle dedim bir orkestra kurmak istesem kimi hangi niteliği ile seçerdim, orkestram hangi şarkıyı söylerdi? Ve izleyicilere ne gibi duygular hissettirirdi? Peki ya sizin orkestranız kimlerden oluşuyor, hangi şarkıları söylüyorsunuz?