Güzel tam bir nefes alın, bedeninizin içerisine adım adım süzülen havanın farkındalığı ile eş zamanlı olarak göz kapaklarınızı gözlerinizin üzerine kapanmaya davet ederken zihninizdeki kendinize şimdi '2045 yılındaki Dünya yı deneyimlemekteyim', diye usulca fısıldayın....
Yıl 2045; nasıl bir zeminde var olmaktasınız? Etrafınızdaki manzara nasıl? Neler görüyor, hangi ses tınıları kulaklarınızla buluşuyor, hangi duyumsamaları algılıyorsunuz tüm varolşunuzla, şimdi ve burada?...
Bilge zihin Ernest Cline ın gözlerinden 2045 dünyasını seyre dalarsak pek de iç açıcı bir manzara ile karşılaşmadığımızı görüyoruz lakin zaman ve mekan illüzyonunu usta bir dil ile aktardığı için bu zekaya şapka çıkartmak gerekir doğrusu. Başlat Ready Player One, Cline'ın kaleminden aslında şu anda deneyimlemekte olduğumuz Dünya yı, bir başka deyim ile; bizi bize anlatan, kitabın yayınlandığı tarih itibari ile uzun süre çok satanlar listesinin ilklerinde yer almayı hak etmiş, Dünyanın özündeki kendini arayan insanoğlunun hikayesi...
Bir kitabın özüne sadık kalarak ekrana yansıtmak da ayrı bir zaanattır. Ancak, Steven Spielberg gibi bir deha bu eşsiz eseri bu kadar ahenkli bir biçimde beyaz perde ile buluşturabilir...Her şey nasıl da olması gerektiği gibi oluyor her an, değil mi?
Kitabı okuyanlar eminim ki, beyaz perdede de aradıklarını buluyorlar. Lakin kitabı edinip okumanızı öneririm, bazı detaylar vizyona yansıtılmamış hali ile, detaylar her zaman önemlidir...
Burası OASIS Burdan Çıkış Yok
Başlat Ready Player One; 2045 yılında insanlığın bedbaht , kendi gücünü yadsıyan, herşeye boşvermiş, varoluşun anlamını sorgulayı bırakmış halini yansıtıyor. Ancak öyle bir diyar var ki; istediğiniz herşey olabiliyorsunuz, dilediğiniz herşeye sahipsiniz, tüm hayallerin gerçeğe dönüştüğü,
gidilecek varılacak hiçbir yerin kalmadığı zamanın kalitesinde varoluşun anlam bulduğu tek bir mekan ve zaman var adı: OASIS.
OASIS, James Halliday in yaratmış olduğu similasyon bir evren. Dünyanın her hangi bir yerinden oyuna dahil olabiliyor, oyunun içerisinde kendi öz kimliğinizden çok başka bir karaktere bürünebiliyorsunuz. Bu karaktere istediğiniz görünümü, istediğiniz güçleri yüklüyor ve gezegenin farklı varoluş formları ile arkadaşlıklar, dostluklar kurabiliyorsunuz. Aslında her şekilde kendinden başka birşeye benzemek arzusu ile yanıp tutuşan insanoğlunun gerçeğini anlatıyor OASIS. Dünya bir oyun sahnesi, her birimizin farklı yaşam senaryolarında form kazanan başka başka karakterlerimiz var. Ve istediğimiz herşey olabilme gücüne sahibiz, çok farkında olmasak da, özümüz herşeyi biliyor ve hatırlıyor. OASIS, özünde meditatif bir alan ve zaman. Şöyle ki; dış dünya realitesinde odağını kaybetmiş, konsantrasyon ve dikkat dağınıklığına sebebiyet veren herşeyden uzaklaşarak, insanlar burada potansiyelleri ile yüzleşerek aslında "öz" leri ile derin bir bağ kuruyorlar. Bu nedenle, OASIS'i yanlızca simülayon bir dünya olarak nitelendirmek yerine meditatif bir dünya olarak görmeye yönelmek daha gerçekçi olur. OASIS; "öz" den "öz"e doğru bir yolculuk...
James Halliday'i filmin son sahnelerinde OASIS in varisi Wade Watts, nam-ı değer Parzival ile gerçekleştirdiği bir diyalog var. Bu sahnede Halliday, atari oynayan çocukluğunun hemen yanı başında duruyor ve şöyle diyor: "insanlarla bağ kurmakta iletişimde zorlanıyordum, bir aile olmak nedir bilmiyordum..." Bu sahnede geçmiş-şimdi-gelecek zaman boyutlarına aynı anda tanık oluyoruz. Ve zamanın yatay değil, dairesel olduğu gerçeği ile yüzleşiyoruz. Eş zamanlı olarak geçmiş, şimdi ve gelecekte enkarne olmuş kendimizin versiyonunu "an" da deneyimlemekte olduğumuzu özetleyen en can alıcı sahnelerden birisi, bu sahneye konsantrasyonunuzu yöneltmeyi hatırlayın.
ZAMAN, BİZİM YAŞAMIMIZDIR...
Çocuk formundaki biz hiçbir yere gitmedi o şu an burada var olmaya devam ediyor hani diyorlar ya; "özünüzdeki çocuğu kucaklayın, özünüzdeki çocuğu dinleyin vb...", işte asıl aktarılmak istenen; o saf, herşeyin olabileceğine yüreği ile inanan gerçekliğiniz ile temas etmeniz. Gelecekteki yaşamımızı da şu an da deneyimlemeye başladık bile...Tahmin edeceğiniz üzere Halliday in ölümünden sonraki var oluşunun sembolü Parzival...Ve en önemlisi her birimiz birbirimizin ailesiyiz. Her birimiz birbirimizin varoluş döngüsünde muazzam güçlü bir dokunuşa sahibiz. Öz ailemiz ise; yüreğimizin olduğu mekan ve zamandır. Ve öz sevgi yüreğimizin merkezindedir...
GERÇEKLİĞE UYANIŞ..
OASIS in yaratıcısı James Halliday, mevcut bedenindeki yaşamına veda ederken, maddi kaynaklarını ve OASIS in tüm kullanım yetkisini kendini bilen özgür bir bireye bırakmak niyeti ile oyunun içerisine bir yumurta gizliyor, yumurtaya uzanan 3 yol, bu 3 yolu açacak 3 adet anahtar mevcut.
3 anahtarı da bulan şanslı özgür birey yumurtayı kazanmaya hak kazanarak Halliday in varisi oluyor...
3 anahtarı da bulan şanslı özgür birey yumurtayı kazanmaya hak kazanarak Halliday in varisi oluyor...
Hayatın tüm potansiyeli ile ne kadar buluşabildiğimiz, ne kadar özgür bir varoluş formu olduğumuz ile eş zamanlı tezahür etmektedir. Halliday ın OASIS oyunun içerisine gizlediği yumurta; hayat/yaşam potansiyelini bir diğer deyim ile aydınlanmayı, ölümsüzlüğü sembolize etmektedir. Filmde göreceğiniz üzere 2 birbirine dolanık ejderha başının arasında parıl parıl ışıldayan bir altın yumurta. Ejderhalar; yaşamın soluğu, öz gücün sembolüdür. Anahtarlar ise; hem açarlar hem kaparlar. Kilit altında tutmayı seçtiğimiz herşey çok kıymetlidir. Ruhsal potansiyelini uyandırma yolunda ilerleyen her bireyin önüne anahtarlar çıkacaktır. Anahtarları nasıl kullanacağımızı bilen birisine sormak gerekir ki; o tek bilen: yüreğimizdir.
"An" ile temas edilebilecek tek alan ve zaman: ölüm anıdır. James Halliday in ölümünün hemen ardından, ölüm mesajının yayınlanması ve "gerçekliğe uzanan maceranın başlat" ılması herhalde tesadüfi değil, gerçekten çok keskin bir bilinç seviyesini aktarıyor Ernest Cline...
YÜRÜNMEMİŞ OLAN YOLU SEÇ, ADIMLARINI YÜREĞİNİN SESİ İLE TEZAHÜR ETTİR...
James Halliday in ölüm mesajının ardından 5 yıl geçmiş ancak oyunda yer almayı seçmiş kimse henüz ilk anahtarı bulamamıştır. Ta ki bir özgür zihin oyunun kurallarını bizzat bizlerin var ettiğini hatırlayıcaya dek... Parzival, James Halliday in yaşam anlarından oluşan videoları tüm konsantrasyonu ile izlerken; aslında Halliday in hiçbir zaman oyuna kurallar getirmek istemediğini içeren diyaloglarından yola çıkararak herkesin yaptığının tam tersini yapmaya karar verir.
Bir otomobil yarışı, bu yarışta pek çok engel var. Ancak karşınıza çıkan engeller ile savaşmaya çaba gösterirseniz, enerjinizi olumsuz yönde besleyerek daima yolda olmayı seçersiniz. Siz çaba gösterdikçe önünüze çıkan engeller de eş zamanlı olarak büyüyecektir. Ancak, her birey kendi yaşamının yazarı ve oyuncusu olduğuna göre bir an durup, karşınıza çıkan engellerin tam tersi yönünde hareket ederseniz, istediğiniz noktaya varırsınız.
Her birimiz bir anne (mekan), ve bir baba (zaman) dan ete kemiğe bürünüyoruz. Nefes aldığımız ilk an Dünyaya doğarken, rahme ölüyoruz. Bundan sonra ise ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz, çevremizdeki kişiler tarafından bizlere aktarılanları "mutlak doğru"lar mış gibi yaşamayı içselleştiriyoruz. Sonra bir gün birşey oluyor ki çoğu zaman "ruhsal bir bunalım" deneyimleri gerçekleşir, ve birşey en derinden fısıldar: "uyan ve kendi yaşamını yaşamaya başla"...
Karmaşık düşünce akımları, karmaşık eylemleri doğurur. Halbuki öz olan daima ortada ışıl ışıl parlamaktadır. Basit düşünmeyi ve tüm kuralları bizzat kendinizin yazdığını hatırlayın ve hiçbir şeyin mutlak geçerliliği olmadığını da zihninize çağırın.
2. ANAHTAR: ATILMAMIŞ ADIMLAR /HİSLERİN İLE EYLEMLERİN EŞ ZAMANLI OLSUN...
Ah şu "keşke" ler... Yapacaktım, söyleyecektim, gerçekleştirecektim....Bizleri alıkoyan ne?
Yapamayacağımıza ilişkin oluşturduğumuz inanç kalıpları ve şu meşhur " elalem ne der? zihinsel hapishanaesi...Yapamazsak ne olur? En olumlu olmayan senaryonuzda neler var ediyor kendisini?
Bir düşünün bakalım; ne/neleri gerçekleştiremeyeceğinizi zannediyorsunuz?
3. ANAHTAR: YAŞAM BİR OYUN
HEDEF OYUNU KAZANMAK DEĞİL, OYUNUN İÇERİSİNDE VAR OLMAK...
Genellikle içerisine yuvarlandığımız yanılsamalardan birisi de; sanki yaşam bir yerde son bulacak algısı. Bir başka deyim ile; "ölüm"ü bir son gibi görmeyi seçmek. Oysaki ölüm-doğum iç içe; yaşam sonsuz. Ölüm; okyanusun ta kendisi kısa bir süre için doğmayı seçerek okyanusta bir dalga oluşturuyoruz. Halbuki ölüm; yaşamın anlamı ve ölüm anı varoluşun en huzurlu olarak "an"ı tattığı tek varoluş deneyimi. Günlük yaşamın temposunda bunları unutmayı seçerek sanki bir yere varacak gibi hırslarımıza dört elle sarılıveriyoruz ve herşeyi kontrol altında tutmaya çaba göstererek, kendi özümüzden uzaklaştığımızı farkında mısınız?
Gidilecek, varılacak bir yer, alan, zaman, mekan bulunmamaktadır.
Tek varılacak ve tek gidilecek yer: kendinizsiniz.
Bilgisayar oyunlarını oynarken ki sizi gözünüzün önüne çağırın şimdi. Her can öldüğünde yeni bir can veriliyor ve haydi yeni baştan başla demiyor mu ekranda yazan yazı ?
Ve her aynı bölümü oynarken yeni birşey keşfetmiyor musunuz? Her oynayışınızda daha iyi hissediyor ve kendinize güveninizin arttığını deneyimlemiyor musunuz? Aynı mekandan geçerken farklı bir hamle gerçekleştirdiğinizde "bu daha iyi" dediğiniz olmuyor mu?
İşte hayatın özü de bu. Aynı yollardan defalarca geçseniz bile hatırlayacağınız anın özünde sonsuz potansiyel mevcut. Öldüğünüz an yeni her zaman yeni bir can veriliyor, rahat olun ve yolculuğun keyfini çıkarın...
ÖZGE GENLİK
Uzman Psikolog
Vesta77 Psikolojik Dönüşüm ve Yaşam Akademisinin Kurucusu
www.vestaakademi.com
www.vestaakademi.com
HAKİKATEN MUHTEŞEM BİR YAZI YAZMIŞSINIZ,BENDE BU FİMİ SEYRETTİM,YORUM HARİKA,ELLERİNİZE SAĞLIK,ÇOK SEVGİLER :)
YanıtlaSil