“Sadece sessizlikte sözcük,
sadece karanlıkta ışık,
sadece ölümde yaşam:
şahinin boş semada uçuşunu aydınlatır.”
Ursula K. LeGuin
BANA LAMBAYI GETİR, HAYATIN ŞİMDİ BAŞLIYOR…
Şimdi hayal edin sarı renginin harikulade binbir tonunun dalga dalga yayıldığı Güneş ışınlarının, sıcak gücünü, canlılığını tüm varoluşunuzla duyumsadığınız uçsuz bucaksız bir çölün tam ortasında tek başınasınız. Gözlerinizi kapatın ve bu deneyime birkaç dakika boyunca kucak açın …
“Tam bir anlayış, yalnızca tam bir kabulden geçer.”
Dane Rudhyar
Bütünüyle teslim ediyorsunuz kendinizi çölün sıcaklığının ardındaki apaydınlık yaşamsallığın özüne. Burnunuzu gıdıklayan kokuyu, kalbinizin ritmi ile içeriye davet ederken, sessizliğin özündeki sesi dinleyebilmek adına, zihninizin sesini her solukta biraz daha kısıyorsunuz. Özünüzdeki ses; bu uçsuz bucaksız harikulade incecik, sımsıcacık kum taneleri ile örülmüş zeminde neyi (neleri) fark etmenize vesile oluyor?...
Gözlerinizi dış dünyaya açtığınızda o da nesi? Tam karşınızda, sapsarı kumların üzerinde altın gibi parıl parıl parlamakta olan bir obje fark ediyorsunuz bu da nedir, diyorsunuz kendi kendinize bir lambaya benziyor sanki... Elinizde evirip çevirdiğiniz lambayı açmaya çalışırken birden bire sihirli birşey oluyor ve toz bulutunu andıran dumanların ardından masmavi dev gibi bir o kadar da sevimli bir varlığın size doğru bakmakta olduğunu fark ediyorsunuz. Bu ilginç beden formundaki mavi sevimli varlık; size üç dilek hakkınızın olduğunu ne dilerseniz, gerçeğe dönüşeceğini söylüyor…
Şu an neler duyumsamaktasınız? Hayal etmesi bile güzel değil mi? Hatırlayalım ki; her hayal bir gerçekliği özünde barındırır, gerçeklikte her anın ritminde hayal ettiklerimizi gerçeğe dönüştürebilmek adına emek verdiğimiz bir süreç boyutu deneyimlemiyor muyuz biricik yolculuk serüvenimizde, öz olarak?...
“Öz, gitmeden bilir, bakmadan görür, yapmadan gerçekleştirir.”
Lao Tzu
Haydi şimdi üç adet dilekte bulunun, ister yazılı ister sözel olarak belki de renklerin çoşkulu gücünü de kullanmayı seçerek resmederek dileklerinizi ifade etmeyi seçebilirsiniz…
Tamam mı ? Hazır mıyız? Dileklerimizi dilediğimize göre biraz hafifleyerek bu dileklerimizi nasıl bir coğrafyada köklendirmek istediğimize karar vermek için, uçan halımıza atlayıp minik mavi, yeşil gezegenimizde ufak bir tura çıkalım mı beraberce? Nereye gitmek istiyor canınız? Neleri keşfetmeye can atıyor bedeniniz? Yüreğiniz neler fısıldıyor heyecanın ritmi ile? Her nereyi görmek ve duyumsamak istedi ise de canınız bu alanda öncelikle ziyaret etmemiz gereken bir mağara var, adı da “Mucizeler Mağarası”. Merakınızın iştahı kabarıyor gibi sanki… Nasıl mucizeler sizi bekliyor acaba?
Tıpkı şu an gibi her an da bir mucize, varoluşun her tonunun mucizenin özünü yansıtmakta olduğunu hatırlıyoruz şimdi ve daima.
Mağara (lar) size neyi anımsatıyor? İnsanoğlunun varoluşundan bugüne değin en önemli sığınak alanlarından birisi olmuştur, mağaralar. Peki neden, kimden, nasıl sığınma ihtiyacı duyumsarsınız? Hiç şüphesiz ki; en çok kendi kendimizden sığınmaya ihtiyaç duyumsuyoruz hele ki şu an deneyimlemekte olduğumuz alan ve zaman boyutunda? Bu bağlamda mağara, ana rahmini ve bilinçdışını en iyi sentezleyen metaforlardan birisidir. Dışarıda gördüğümüz, algıladığımız, duyumsadığımız Dünya, üstümüze üstümüze geldiğinde şöyle bir kendi öz sesimizin tonu ile buluşabilmek adına çekilmek istediğimiz bir yer vardır, hani mabet gibi…Sizin mabediniz neresi? Ve içerisinde ne(ler) ile buluşmayı seçiyorsunuz?
“Girmekten korktuğumuz mağara, aradığınız hazineyi barındırır.”
Joseph Campbell
Yeniden doğabilmek adına zamanın belirli boyutlarında kendi mağaramıza çekilme gereksinimi duyumsarız, bilinçdışımızdaki hikayeyi bütünü ile apaydınlık biçimde bilincimizde görebilmek adına… Bunun için de mağaranın içerisinde bir lambaya gereksinimiz var değil mi? Yazının başında bahsettiğimiz ve çölün kızgın kumları üzerinde bulduğunuz sihirli lambanız cebinizde merak etmeyin… Gerçekten lambanın neyi sembolize ettiğine dair düşünce odağımızı yöneltmeyi seçersek, lambanın özümüzdeki bilgeliğin ve inancın ışığından başka birşey olmadığını fark ederiz.
Özümüzdeki lamba bizlere her daim ölümsüz ve biricik bir varlık olduğumuzu ışımaktadır, görmeyi seçiyor musunuz?
Buraya kadar olan yolculuk sürecimizde özümüzde temas etme gereksinimi duyumsadığımız olgulara göz gezdirmiş olduk. Haydi gelin şimdi Arap edebiyatının en güzel eserlerinden birisi olan Binbir Gece Masalları arasında yer alan Aladdin in dünyasına hep birlikte tanık olalım mı?
Burada şunun altını çizelim Aladdin’in özündeki aşkı uyandıran prenses Yasemin’in gerçek adı: “Princess Badroulbadour” Arap dilinde; “dolunay” anlamına geliyor. Aladdin’in kendi gölgeleri ile yüzleşerek adım adım kendine yürüdüğü yolculuğu dolunay’ın motivasyonuna da oldukça uygun. Dolunay süreçleri; farkındalığımızın en yoğun olduğu zaman dilimleri olduğu kadar duygularımız ile temas etmemiz yönünde destekleyici unsurlar ile yüzleşebilmemize de olanak sağlayarak özümüzdeki güç ile buluşabilmemiz adına bizleri, kendimize doğru uyanışa çağıran tamamlanma dönemleridir.
DİLE BENDEN NE DİLERSEN…
Lamba, cin, mağara, uçan halı, maymun, prenses, gizemli ve bir o kadar da büyülü Agrabah şehri…, kelimeleri muhtemelen çok iyi bildiğiniz Aladdin masalını zihninizde uyandırıyor. Aladdin masalının size göre ilettiği, en temel mesaj ne olabilir?
Yakın geçmişte Aladdin filmi, Disney in yeni, özgün bir versiyonu ile beyaz perdede tüm ihtişamı ile bizlerle buluşmuş iken masalın zeminindeki bazı önemli olgulara ilişkin bir keşif yolculuğu gerçekleştirelim. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek, güç, özgürlük, mutluluk ve aşk temaları çerçevesinde farkındalığımızı kendi içsel öz kuvvetlerimize odaklamamıza vesile olan meraklı ve cesur kahramanımız; Aladdin ile “kendimiz olmanın tüm kainattaki en yüce mutlak güç olduğunu bir kez daha hatırlamaya, ne dersiniz?
sokaklarında; algıları yolu ile deneyim toplayan, yaşamın mucizesini kalbinde hissederek merakla, aşkla deneyimleri yolu ile dünyaya şahit olan kahramanımız Aladdin sıradan bir gün deneyimlediğini zannederken nereden bilecekti ki gerçek aşkın ritmi ile öz benliğinin ışığını idrak edeceğini, nefsini fark ederek boyunduruk altına alacağını, kendi içselliğinde uzun ve keyifli bir keşif serüvenine adım atıyor olduğunu, değil mi?
Aşk; gerçeklikliğin ta kendisidir…
Bir kez gerçek aşkın ritmini duyumsadığınızda bir daha
asla eski benliğinizdeki deneyimlerinizi sürdüremeyeceğinizi yüreğinizle bilirsiniz.
Gerçek aşk; sizin tüm varoluşsal potansiyelinizi en yüksek oktavda ışımanıza vesile olan oldukça baharatlı leziz bir süreç deneyimidir, bu süreçte aynı anda acıyı ve keyfi; inancı ve hayal kırıklığını deneyimler sonunda öz benliğinize yeniden doğarak bambaşka bir bilinç perdesinden seyre dalarsınız dünya alemini.
SİZİN PRENSESİNİZ KİM?
Kahramanımız Aladdin; öze güvenen, koşulsuz şartsız adaleti her soluğunda savunan güzel prenses Yasemin’in gözlerinde gerçeklik ile buluştuğunda, onunla birlikte olabilmek adına bir prens olması gerekliliğine o kadar inanmıştı ki; Prensens Yasemin’in babasının hırslarından gözleri adeta kör olmuş, kalbi tutsak olan vezirini, yaşamına davet ediyor ve sihirli bir serüveni başlatarak ona gerçek gücün ve özgürlüğün tadına bakmasına vesile olacak sevimli mavi cini de yaşamına davet ediyordu.
Şimdi düşünün şu an ne gerçekleştirmek istiyorsunuz? Peki bu isteğinizi gerçekleştirmeniz için ne(lere) gereksinim duyumsamaktasınız?
Gerçekçi olalım, bir şey istediğimizde genellikle istediğimize ulaşabilmek adına bir sürü süreç deneyimi sıralayıverir ve ilk adımı atmayı genellikle ertelemeyi seçeriz ya da zaman zaman, o isteğin olmayacağına inandırırız kendimizi.
Zihnimizden geçen her düşünceyi fiziksel realitede gerçekliğe dönüştürebilme potansiyeline sahip yaratıcı varlıklar olduğumuza göre, bize engelmiş gibi görünen herşeyi de bizzat kendimiz oluşturuyoruz. Öyle ise; isteklerimizin gerçeğe dönüşmesi için bir diğer varlığa değil sadece kendimize biricik özümüzden başka hiçbir şeye gereksinimiz olmadığını hatırlıyor olduğumuz bir zamanın kalitesindeyiz, farkında mısınız?
Her birimizin ulaşmayı hedeflediği hayalleri/umutları/düşleri var bir diğer deyim ile her birimizin iç dünyasında güzeller güzeli bir prensens soluk almakta, peki prensesinize giden yolda ne(leri) deneyimlemeyi umuyorsunuz? Karşınıza her ne çıkarsa çıksın ilerleyebilecek motivasyonu hissedebiliyor musunuz, yüreğinizin ateşinde? İlhamın gücü ile ne kadar risk alabilmeye gönlünüz var?
Uçan halınız şu an tam önünüzde sizi selamlıyor. Hazır mısınız herşeyi bırakabilmeye, işlevsel olmayan her türlü yaşam kalıbınızdan özgürleşmek için şu anki mevcut sizden vazgeçmeye ? Ve sadece yüreğinizi dinlemeye cesaretiniz var mı ? Haydi bakalım, istikamet…..
Yaşamımızdaki kaosu çözüme kavuşturacak olan; ayrıcalıklarımıza, destekleyenlerimize odağımızı yöneltmek yerine bütünün harikulade ihtişamlı parçalarından birisi olduğumuzu hissederek kendi öz benliğimizi hatırlamak üzere uyum içersinde daima ahenkle yüreğimizdeki ışığın izini sürerek yolda olmaktır, yaşamak adını atfetttiğimiz süreç deneyimi.
Kaosu deneyimlediğimiz ve belirsizlikler hissettiğimiz mevcut süreçte şu an alın elinize sihirli lambanızı, ilk adım nedir? İlk adım lambayı ovalamak! İçselliğimiz ile temasa geçmek adına eylemde var olmayı seçmek; peki ikinci adım nedir? Ne istediğini söylemek. Gerçekten farkında mıyız, öz olarak ne (ler) istediğimizin?
Buraya esprili bir minik hikaye eklemek istiyorum, her sözün yaratıcı bir potansiyele sahip olduğunu ve kelimeleri özenle seçerek kullanmayı hatırlamamız dileğiyle… :
“Yaklaşık yetmiş yaşlarındaki kırk yıllık evli bir çift tropik bir adada sahilde yürürken, ansızın kadın kumların arasında parlayan birşey fark ediyor.Ve kocasına gösteriyor bunun üzerine kadının eşi: “acaba bu masallardaki gibi sihirli bir lamba olabilir mi, acaba?
Kadın gülerek lambayı ovalıyor o da ne, gerçekten karşılarında bir cin beliriveriyor…
Cin: ‘Oh, çok teşekkür ederim. Uzun zamandır burada kilitli idim. Beni serbest bıraktığınız için ikinize de birer dilek hakkı veriyorum.’
Bunun üzerine ilk olarak kadın dileğini belirtiyor: ‘Eşimle birlikte dalgaları yararak ilerleyen bir seyahat gemisinde olmak istiyorum, bu evliliğimizin kırkıncı yıldönümü için harika bir hediye!’
Ve cin, kadının dileğini yerine getirir okyanusun ortasında Titanik gibi harikulade bir seyahat gemisindeler, etraflarında hoş, çoşkulu insanlar var. O sırada gözü kendisinden genç hanımlara ilişen adam henüz dileğini dilememişti.
Ve adam şöyle bir dilekte bulunuyor: “burada olmak istiyorum ama benden otuz yaş genç bir kadın ile birlikte olayım.”
Bunun üzerine cin adımın dileğini de yerine getirir ve bir anda adam yüz yaşında olurJ
Kıssadan hisse; ne dilediğinize dikkat edin!”
Dilekleriniz net, gerçekçi ve sizi size yaklaştıran nitelikte olsun!
BAŞKASI OLMA KENDİN OL…
Bu kelime dizisinin, şarkısı bile mevcut değil mi?
“Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin…”
Bizim haylaz kahramanımız Aladdin’in ilk dileği kendisinden uzağa düşeceği bir süreç deneyim
i oluyor. En uzak bazen en yakındır. Uzaklaştıkça, kendimize daha çok yakınlaşırız… İlk dilek: “ birprens olmak” Bir prensesi ancak bir prens etkileyebilir? Bu süreçte olmadığı biri gibi rol yapmayı deneyimliyor, kıvrak zekalı Aladdin. Her birimiz, yaşam döngümüzde; hedeflerimiz, isteklerimiz uğruna birtakım maskeler takmayı seçiyoruz. Özellikle dijital iletişim kanallarının oldukça revaçta olduğu günümüz sanal toplumunda, sosyal medyada öz kimliğimizden farklı ve bağımsız bambaşa bir kimlik sergilemeyi seçebiliyor ve diğer insanlara kendimizi olduğumuzdan çok başka gösterme yönünde çaba sarf ediyoruz. Böylelikle dışarıda çoğalırken, iç sesimizi dinleyemez oluyoruz, kendimizden, hissiyatlarımızdan uzaklaştıkça, ruhsal ardından fizyolojik rahatsızlıkları yaşam sürecimize davet etmeyi seçiyoruz.
Toplumsal süreçte sosyal statüler, ekonomik değerler nedeni ile, her birimiz kendimizi zaman zaman yetersiz ve değersiz hissederek kendimizi olduğumuz halimizden daha bir başka göstermeye meyil ediyoruz lakin ne kadar rol yaparsak yapalım öz sahne olan yüreğimiz hep gerçeği ışırken vicdanımız ile zihnimizin arasında sıkışıp kalıveriyoruz. Bu bağlamda dengede olmama hal deneyimleri yaşantılarken sıkılmış, bunalmış, ne yapacağını bilemeyen sanki kaptanı olmayan bir gemide okyanusun dalgaları arasında sürükleniverirken buluveriyoruz kendimizi. Geminin kaptanı yok ise belki de özümüzdeki kaptanlık becerilerini hatırlama ve ortaya koyma vakti gelmiştir, ne dersiniz?
Nitekim bizim zeki kahramanımız Aladdin’nin de ikinci dileği boğulmaktan kurtarılmak oluyor. Ve gerçek gücün tüm kırılganlıkları ve hassasiyetleri ile kendimiz olabilmek olduğunu hatırlıyor. Peki ya sizler? Dileğinizin ya da dileklerinizin realitede form kazanması için öncelikle ölümü deneyimlemeniz gerektiğini hatırlıyor musunuz? Gerçek özgürlük; kendi sorumluluk ve sınırlarımızı bilerek tüm arzulardan özgürleşmedir.Bu bağlamda kendimizin olumlu olmayan yönlerini de kolaylıkla kapsadığımız kendi niteliklerimizin olumlu olumsuz yönlerine bütünü ile alan açtığımızda tıpkı dolunay ın muhteşem tamamlanmışlığı yansıtan ışığı gibi kendi içselliğimizde bütünselliği deneyimleyebileyek öz parlak ışığımızı yansıtabiliriz tüm kainata.
GERÇEKTEN ZENGİNLİĞİ DENEYİMLİYOR MUSUNUZ?
Size göre “zenginlik”in en yalın tanımı nedir? Öz değerleri maddi birtakım unsurlar ile bir görmek ve bu uğurda yaşamak zenginlik midir? Tabi ki “hayır” dediğinizi duyar gibiyim. Hıım öz zenginlik; yaşamlar boyu atalarımızdan miras aldığımız sözleri en güzel biçimde varoluşa ışımaktır. Bu bağlamda öz başarı zenginliği beraberinde getiriyor. Yaşamda başarının tadına bakmak istiyor isek, mevcut bedenimizdeki yaşam döngümüzdeki mesajımız ile buluşabilmek adına her solukta gerçekleştirdiğimiz seçimlerin sorumluklarının bilincinde olarak, öz mutluluk ile yolculuğu deneyimleyemeye iştahımız var mı? Sualini kalbimize yönlendirmeyi hatırlayalım ve tabi kalben dinlemeyi de…
Şu an bir yıldız kayıyor, haydi bir dilek tutun!
Abra Kadabra
(konuştuğum esnada yaratırım)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder