18 Mart 2015 Çarşamba

ANNE==HAYAT

17.03.2015 tarihinde, Akbatı Alışveriş ve Yaşam Merkezi'nde "Yaşam Akademisi" kapsamında düzenlenen  Psikoterapist Esra Gökçe nin; “Geçmişten gelen yüklerimizi nasıl dönüştürüp özgürleşiriz?” başlıklı seminerine katıldım. Önemli bulduğum birkaç hususu sizler ile de paylaşmak istedim.

Uzun bir zaman sürecinden sonra aynı zeminde bulaşabildiğim bir meslektaşımı dinlemek oldukça iyi ve güvende hissettirdi. Esra Hanım Jung ve ezoterik yaklaşımları harmanlayarak tamamen duygusal ve sürüngen beyin ile çalışan bir psikoterapist. Kendisi hakkında detaylı bilgi için :  http://esragokce.com          göz atabilirsiniz.

Yaklaşık 3 yıldır; psikoterapi süreçlerinde sadece analitik zihin boyutunda yapılan terapi çalışmalarının işlevsel olmadığı kanaatindeyim. Uyguladığım, uyguladığımız; bilişsel-davranışçı terapiler, EMDR, kognitif zeminli terapiler, ve sadece zihin boyutunda çalışıldığında gestalt terapi, analitik kökenli terapiler, analizler vb. Artık şundan oldukça eminim ki hiçbiri bir işe yaramıyorlar, danışanın dönüşümünü gerçekleştirmesinde sadece "kapı aralayıcı" bir rol üstleniyorlar. Artık bu gerçek ile yüzleşmenin zamanı gelmedi mi? 

Bu gerçeklikle öncelikle kendim yüzleştim ve önce yaşantıma "reiki", daha sonra da "yoga" disiplini dahil oldu. Önce kabul etmek gerekiyor ki yaşamın size her an sunduğu "gerçekliği" görebilin... 

Meslektaşım Esra Hanım da, bilişsel kökenli hiçbir terapi sisteminin, değişim/ dönüşüm getirmediği kanaatinde. 

**Neden sadece zihin düzeyinde fonksiyonları mevcut terapi sistematikleri işe yaramıyor?

Çünkü, günümüzde uygulanan psiko-terapi tekniklerinin birçoğu neo-korteks bir başka deyim ile üst beyin ile çalışıyor. Üst beyin (neo-korteks), alt beyinin (limbik sistem ve sürüngen beyin) bir hikayesidir. Üs
t beyinde "duygular" yoktur sadece "mantık/ rasyonalite" vardır ve süreki ispat, kanıt ister. Sürüngen beyin ve limbik sistem ile çalışmadığınız sürece hiçbir dönüşüm mümkün olamaz, çünkü hikaye aynı kalacaktır. En kolay yöntemi ile; sürüngen beyini dönüştümek için: Hareket etmek; limbik sistemi dönüştürmek için ise; duyguları ifade etmek gerekiyor. Böylelikle hikayenizi dönüştürebilirsiniz.









Esra Hanım'ın değindiği en can alıcı nokta "anne" arketipi idi. Jung; arketipler ile çalışan bir psiko-analisttir. Ve Jung a göre anne hayat demektir. Hayat= doğa ana.

Siz annenize nasıl davranıyorsanız, hayat da size öyle davranacaktır. Annenize öfkeli iseniz; hayat da size öfkeli davranacaktır. Annenizi değersizleştiriyorsanız, hayat da size değersiz davranacaktır. annenizi küçümser iseniz, hayat da sizi küçümseyecektir...

Her birimizin hayat ile yapılmış kontratlarımız var. Anne ve babamızı seçerek bu dünyaya geliyoruz. Ve hayat kapısını bizlere anne ve babamız açıyor. Bu nedenle yaşamda gerçek kendimiz ile buluşabilmemiz için öncelikle ebeveynlerimiz ile uzlaşmalı ve onları oldukları gibi kabul ederek, şükran ve minnettarlıklarımızı sunmalıyız ki; "gerçek" kendimiz ile buluşabilelim. Yoksa;
                                                hayat bizi yaşar, biz hayatı yaşayamayız...
Her an karşılaştığımız olaylar, kurgular bizlere çözmemiz gerekenleri aynalamaktalar. Herşeyi olduğu gibi kucaklamayı öğrenerek, yapmamız gereken eylemleri gerçekleştirebilirsek özgürleşiriz...


10 Mart 2015 Salı

KÜÇÜK ADAM

Yaşam, sınavlar sürecinden ibaret. Herşey tek bir sorudan başlıyor:" Ben Kimim?" Sonrası tefarruat her birimiz bu soruyu sorarak, cevabını bulmak için bir bulmaca üretiyoruz, sonra mı?? Kimimiz bu ürettiğimiz bulmacanın içinde kaybolarak, cevabın dışarıda olduğu zannına kapılarak dış dünyada kendini avutmayı seçiyor; bazılarımız ise cevabı iç dünyasında aramak için yol alıyor, işte gerçek "başarı" bu adımı öz'e doğru atabilmekte gizli..

Geçen ay, eski bir dostu görmeye, dinlemeye bir seminerine katıldım. Ne kadar tuhaf ki, yıllar sonra karşımda kendine son derece güvenen, ne dediğini bilen ve herşeyi "neden" leri ile açıklamaya başlamış kendisini yetiştirmede oldukça ivme kazanmış bir adam gördüm karşımda ve gurur duydum.

Bu duyumsama şunu hatırıma getirdi: " başarının %99'u çalışmak hem de azimle ve sebatla çalışmaktır ve sadece % 1'i şansa bağlıdır. Ve bizler kendi kaderimizin efendileriyiz !!!

2005 yılında ilk NNLP programlarından birisine katılmıştım. Oldukça heyecanlı, hırslı ve herşeyin çabuk çabuk olmasını isteyen sabırsız ve hırslı bir öğretmen vardı karşımda. 10 yıl belki de daha fazla süre ile sürekli aynı istikrarda devam etti hiç yılmadı. Ona; güldüler, dikkate almadılar belki acımasızca eleştirdiler. Ancak hiç vazgeçmeyen, kendine inanan, kendine güvenen bir kişiyi kim, hangi güç yıkabilir ki?
İnancı her zaman tamdı, merhametli bir kalbi vardı. Ama bana göre; kendisine olan inancı her daim tamdı belki de onun yolunu aydınlatan da kendisinin değerini çok iyi bilmeseydi. İnancıyla pek çoğumuza örnek olabileceği kanaatindeyim. ..

Sıfırdan zirveye uzanan bir yolculuk gerçekleştirdi ve inandığı gerçekliği yaratmayı başardı. Bizlere de onu yürekten alkışlamak düşer...

Kağıt üzerindeki sınavlarda elde ettiğimiz başarılar sadece yolumuzun küçük parçacıklarıdır. Asıl büyük adamlar küçük bedenlerimizin özünde var olan ilahi gücü ortaya koyabilmektir. Bu nedenle yolculukta yer alan her şey sizi siz ile buluşturmaya birer araç bunu her daim hatırlayın...

Kim olduğumu "bil"diğimden beri, elimin değdiği herkesin kendini gerçekleştirme aşamalarında kat ettikleri yola şahit olmak her daim güzel ve gurur verici :) Bir sürü "küçük adam"lar, yüreklerinin sonsuzluğunda ilerliyorlar...

Yukarıda bahsettiğim kişiyi merak mı ettiniz? Kimliklerin ne önemi var? Her birimiz "bir"iz. Kimlikler geçici "öz" birdir. Bu nedenle isimler, kimlikler, sahip olunanlar önem arz etmezler. Asıl önemli olan "öz" ün birliğe yolculuğundaki kat ettiği aşamalardır.

1 Mart 2015 Pazar

TANRI'NIN ZİHNİNDEN GEÇENLERİ BİLMEK İSTER MİSİNİZ?


“Evrenin tam bir teorisini ortaya koyabiliriz. O durumda aslında ‘Evrenin Efendileri’ oluruz.” S.H.
     
                                                                                                                                       

Şu anki yaşamınızın en güzel, en verimli, en çoşkulu günlerini deneyimlemekte iken; zihninizde çözülmeyi ve cevaplanmayı bekleyen bir çok konu var iken karşısında oturduğunuz doktor diyor ki: “sadece 2 yıl ömrünüz kaldı, ve yavaş yavaş reflekslerinizi kaybedeceksiniz; yürüyemeyecek, tutamayacak, yutkunamayacak ve sonunda da konuşamayacaksınız.”. Kendinize bir kaç
 saniye zaman ayırmayı tercih edin ve bu durumu kendiniz deneyimlediğinizi hayal edin.

** Hangi duyguları hissedersiniz?
** Zihninizden hangi düşünceler geçer?
** Ilk hangi eylem/ eylemleri gerçekleştirmek istersiniz?
 **Doktora ilk soracağınız soru ne olur?

Hawking’in doktoruna ilk sorduğu soru: “Peki ya beynim , beynim fonksiyonlarını sürdürmeye devam edecek mi?” oluyor, peki ya sizin sorunuz? 

Doktora ilk soracağınız sorunun temelinde yaşam serüveninizin o anında en çok değer vererek, ihtiyacınız olan şeyi sorgulamak olacaktır. Sizin sorunuz neydi, bir kez daha gözden geçirin… J

“Ölüm” yeni bir yaşama doğabilmek için bir geçiş kapısıdır.

Ancak erken ve beklenmedik bir ölüm olasılığı ile karşı karşıya kalmak yaşamın gerçekten başınıza her ne geliyorsa, gelmekteyse yaşamaya değer olduğunu ve yapmak istediğiniz ve yapabileceğinize inandığınız pek çok şey olduğu gerçeği ile yüzleşme sağlayacaktır.


Stephen Hawking’in yaşam öyküsünün aktarıldığı “Herşeyin Teorisi” (The Theory of Everything) sinemaseverler ile buluştu. Filmde Özge yi en çok etkileyen duygu geçişlerinin son derece naifçe ve şeffaf bir biçimde kurgulanmasıydı. Ayrıca bu film vesilesi ile “en iyi erkek oyuncu oscar’ını” hak eden Eddie Redmayne; gerçekten olağanüstü bir performans sergiliyor.

Hawking, Cambridge Üniversitesi’nde doktora öğrencisi iken ALS (amyolrophic lateral sclerosis) ya da diğer bir deyiş ile motor nöron hastalığı olduğunu öğrenir. Filmin tamamında Hawking in ALS ile birlikte yaşamayı nasıl öğrendiğini, hiçbir zaman umudunu kaybetmediğini, zihnini üretken olarak kullanarak her “olumsuz” durumu nasıl da bir fırsata dönüştürdüğünü görebiliyoruz. ALS hastalığı; Hawking’in mutlu bir aileye sahip olmasına, ve mesleğinde başarılı olmasına herhangi bi
r engel teşkil etmedi; bu da bizlere tek engelin zihnimizin bir ürünü olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır.

Filmde temel olarak :
her an büyük bir dönüşüm içerisinde olduğumuz;
koşulsuz sevgi,
umut,
inanç,
acı,
yaşamda var olma nedenlerimiz;   temaları açıkça ve duyguların hareketli dansı ile seyirciye aktarılıyor.

Hawking, daima şunu ifade etmektedir; “ eğer evrenin nasıl çalıştığını anlayabilirsek bu çalışma prensipleri dahilinde onu kontrol edebiliriz.” Ve herşeyi açıklayacak tek bir denklem oluşturabileceğine daima inamış halen de inanmaktadır.

Doktora yıllarında, evrenin değişmeyen ve sonsuza kadar süren bir evren olduğu na inanıyor ve bu inancını destekleyecek denklemler üretiyordu. Nitekim doktora dan sonraki yıllarda doktora araştırmasının büyük bir yanılgı olduğunu ifade etmiş ve “tamamen yanıldım” diyebilecek  kadar cesurca yenilgiyi kabul etmiş ve evrenin sürekli genişlemekte olduğunu ifade etmiştir ve halen evrenin sürekli genişlediğine ilişkin çalışmalarını sürdürmektedir. Buradaki en önemli  olgu; dönüşümün sürekliliğidir, sizlerin de takdir edeceği gibi bilinç geliştikçe herşeyi farklı açılardan değerlendirmeye başlıyoruz. Daha önce göremediklerimizi görebiliyoruz.

Sabit kalan tek şey; “dünüşüm” ve “değişim” dir, geri kalan herşey denklemin değişken parçalarıdır.

Ve umut; nefes alıp verebildiğimizi hissedebildiğimiz sürece “umut” da daima vardır.

Nefes; beden ve zihin arasındaki köprüdür. Nefesi yönetmek bedeni ve zihni koordine bir şekilde yönetmenize olanak tanır.

Acı nerede ise bu hayatta yapmanız gereken şey de “o” dur. Size en çok “acı” duygusunu hisettiren her ne ise o konuda birşeyler üretmek için bu yaşamınızı deneyimlediğinize inanın.

Hawking, başarılı bir bilim adamı olmayı hedefliyordu. Tüm evrenin yaradılışını tek bir denklem ile formüle etmek gibi bir hedefi vardı ancak nereden başlayacağını bilemiyordu. Ve bir gün, bir doktor karşısında “bu yaşamınızda var olabilmeniz için sadece 2 yılınız var” dedi ve işte o an Hawking artık nereden başlayacağını biliyordu:: “ZAMAN” . Acılar nasıl da yaşamımızın yönüJ
nü belli edip, yapacaklarımızı parlatıyor değil mi?

Ve koşulsuz sevgi; Hawking’in sevgili eşi Jane’in sevginin bedenden bedene değil; sadece yürekten yüreğe daha da doğrusu öz’den öz’e olabileceğinin en güzel örneği. Engelli bir birey ve yaşamı kısa bir sure içerisinde sonlanacak; böyle birisi ile evlenmeyi tercih eder myidiniz?

Koşulsuz sevgi Öz’den Öz’e olan sevgidir…

Yaşamımızda, karşımıza çıkan her bir varlık, bize bir mesaj verir. Hawking’ de Jane’nin yaşamında var olma nedenini biliyordu, : “onun yaşamda yol almasını sağlayacak motivasyon gücü, var olmasını destekleyecek “neden”leri üretecek ve daima inanarak yürüyecek güç’tü.

Filmed en çok etkilendiğim sahne; artık tutma refleksi iyice güçleçmiş olan Hawking’in alev alev yanan şömine karşısında kazağını eşi Jane in yardımı ile giyerken Jane in, bebeklerinin ağlaması sonucunda odadan ayrılması ve tam da o sırada kazağın içerisinde kalan başı ile mücadele veren Hawking kara delikler ile ilgili farklı bir bakış açısı deneyimliyordu. Bu sahne filmdeki en etkileyici sahnelerden biri idi Özge’ce J

Mücadele ettiğimiz ve görmeye açık olduğumuz her an yeni bir şey fark edebiliriz…

Hawking, bir gün “Tanrı”ya inanır mı bilinmez, aynı zamanda “HERŞEYİN TEORİSİ” ni ortaya koymayı ona göre başarır mı bilemem.
Gerçek şudur ki; şu anki yaşamının 73 yaş deneyimini sürmekte olan Stephen Hawking aslında çoktan “herşeyin teorisini” bulmuş ve gözler önüne sermiştir. Ancak bu dışarıda değil; içeride
= “ben’den içeride” olan birşeydir. Bir gün fark ediyor olduğunda deneyimlediklerini çok daha farklı bir boyutta cömertçe paylaşacağından eminim.

SEVGİ HERŞEYDİR, HERŞEY SEVGİ ‘DİR…