28 Kasım 2012 Çarşamba

DİNLEME ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİP MİSİNİZ?


Ben kimim? Ben bir değerim. Ben bu evrene gelmiş en eşsiz hediyeyim tıpkı bu yazıyı okuyan sizler gibi… Peki bu hediyeyi nasıl sunacağım dilimi kullanarak. Peki neden iki kulağım, bir dilim var? Öz konuşayım, iyi dinleyeyim diye olsa gerek, ne dersiniz?

            21. yy inanılmaz bir aydınlanma ve bilinçlenme çağı oldu ve olmaya devam ediyor. Evren, varoluş, bilinç  kavramlarına ilişkin farkında lığımız arttı artmasına ancak halen birbirimizi anlayamıyoruz, anlaşamıyoruz diye yakınanlar, haykıranlar var. Sen beni anlamıyorsun!!! Beni kimse anlamıyor zaten!!! Off seninle de konuşulmuyor…

SEN BENİ ANLAMIYORSUN= O KADAR FAZLA ENERJI YÜKLÜ İHİTYACIM VAR Kİ TEMAS EDEMİYORUM

            İletişimin ana kaynağı kendi özümüzdür. Öncelikle kendi duygu-düşünce-davranış ve tinsel boyutlarımız arasında bir ahenk yakalamalıyız ki sonrasında kendimizi anlayalım sonra bir başkasında anlatmaya çalışalım. Zaten karşımızdaki kişi de bizim bir aynamız. Bizler karşımızdakinin bizleri anlayabileceği kadarız yani kendimizi ne kadar iyi tanıyorsak o kadar iyi anlaşabileceğimiz kişiler, tezahürlerimiz çıkar karşımıza…

 

İLETİŞİM GELİŞTİREBİLİR BİR BECERİDİR

            Her saniye kendi özümüz hakkında bilgi elde edebiliriz ve kendi farkındalığımız arttıkça, kendimizi daha iyi, doğru, güzel bir biçimde ifade ettiğimizi fark ederiz.

 

·        Aşağıdaki iki cümleyi okuyunuz ve hangisi size göre daha doğru geliyor ifade ediniz.

 

1) ARKADAŞIM/EŞİM/ PATRONUM/ ÇALIŞANLARIM

BENİ ÇOK ÖFKELENDİRDİ !

 

2) ARKADAŞIMIN/EŞİMİN/ PATRONUMUN/    ÇALIŞANLARIMIN YAPMIŞ OLDUKLARI DAVRANIŞ KARŞISINDA KENDİMİ ÖFKELENDİRDİM.

 

KENDİMİ ÖFKELENDİRDİM, evet yanlış algılamıyorsunuz olaylar karşısında vereceğimiz duygusal ve düşünsel zemindeki tepkileri bizler seçiyoruz.

 

NEYE GÖRE SEÇİM YAPIYORUZ?

 

         Kendi inançlarımıza göre daha doğrusu kendimize, dünyaya, diğer insanlara yönelik, beşikten mezara kadar inançlar geliştiriyoruz ve bu inançlar doğrultusunda çevredeki uyaranları kendi inançlarımızı destekleyenler ve desteklemeyenler olarak filtreliyoruz.

 

·        Örneğin kendinizi güzel buluyorsanız, çevrenizdeki insanlar size ne kadar güzel olduğunuzu söyleyeceklerdir.  En korktuğunuz şey hep sizin karşınıza çıkacaktır. Çekingen insanlardan hoşlanmıyorsanız ve bu tür insanlar ile diyaloga girmekten kaçınıyorsanız iş yaşamınızda, özel yaşamınızda genellikle bu tür insanlar karşınıza çıkacaktır. Ne zamana kadar? Siz bu insanları oldukları gibi kabul ederek, kendi duygularınızı denetim altına alana kadar… Bir başka deyiş ile bu dersi tamamlayana kadar.

 

GERÇEK İLETİŞİM RUHLARIN ARASINDAKİ ÖZ BAĞDADIR !

 

            Genellikle insanlar kendi doğrularına inanırlar ve kendi doğrularını her şeyin üzerinde, üstünde görürler. Bundan dolayı, çevresindekileri kendi doğruları yönünde değiştirmeye çalışırlar. Bu bağlamda iletişimin en önemli öğesi ‘’dinleme’’ dir. Örneğin bir doktora gittiğinizde doktor hemen sizin şikayetinizi dinledikten sonra hemen reçete mi yazar? Yoksa muayene mi eder sizi?  Peki siz karşınızdaki kişiyi dinlerken gerçekten onu mu dinliyorsunuz yoksa kendi içinizden söz size geldiğinde söyleyeceklerinizi mi planlıyorsunuz? Gerçeği söyleyin J

'EVİM SENSİN' ve 'AFFETMEK'


                Bir Güney Kore yapımı olan ‘ A Moment to Remember ‘  filminin Türk versiyonu ‘Evim Sensin’ gişe rekorlarını kırmaya devam ederken. Filmi izlerken idrak ettiğim güzel bir farkındalık temasını sizlerle paylaşmak istedim.

 

SADECE BİR ‘AŞK’ filmi mi?

            Köşe yazarları ve film eleştirmenlerine göre Güney Kore versiyonundan daha az başarılı sımsıcak  bir aşk öyküsü. Filmi izlediniz mi bilemiyorum, izlemeyenler için kendi gözlük penceremden birazcık özetlemeye çalışayım. Zengin bir müteahhidin kızı henüz sona ermiş bir ilişkinin ardından baba ocağına geri döner ve ilişkisine razı olmamış babasının gönlünü kazanmaya çalışırken, babasının inşaat projesinde görevli bir işçi ile unutkanlığının sonucu tesadüfen karşılaşır ve aşık olur. Sonrasında filmin ilk yarısında güzel sıcak samimi paylaşımların olduğu sahneler izliyoruz. İnşaat işçisinin güven problemini sevgiye teslim olarak nasıl yendiğini görüyoruz… Filmin ikinci yarısında ise kızın ölümcül hastalığı ve ardından gelişen güven, sadakat, sevgi duygularının perçinleştiği sahneler ile biten mutsuz son ?? Bana göre, çok anlamlı bir sondu, çünkü kız yaşam amacını gerçekleştirdi ve enerjisi dönüştü. İkili ilişkilerinde sürekli ayrılık olacak kaygısı yaşayan bir adama tekrar güven duygusunu aşıladı ve gitti…
AFFETMEK

Yaşam doğrusal bir paralel yerine birbiri içene geçmiş çemberler şeklinde hareket eder. Yuvarlak gibi düşünün başlangıç hem son hem de başlanan yerdir. Yaşam amacımız başlangıç ile buluşmaktır, başlangıca doğru ilerlerken birçok sınav veririz, bir şeyi bitirirken aynı anda başa dönmek kolay değildir neyse gelelim filme inşaat işçisini küçükken annesi terk etmiş, ve o günden sonra inşaat işçisinin bilincinde şu yer ediyor= kimse ile yakınlık kurma eğer yakın olursan bir gün seni bırakıp gidecektir. Bunun farkında olmadan birçok kadınla birlikte olmuş ve son hep aynı TERK EDİLME. Çünkü bir döngü tamamlanmamış, AFFETMEK. Annesini affedemeyen adam aynı zamanda Terk edilme anksiyetesi ile yaşamaya mahkum ediyor kendi kendisini. Taa ki zengin kız ile karşılaşıncaya kadar, kız adamın annesi ile yeniden temas etmesine vesile olan bir araç sadece, ona şu mesajı veriyor, affetmediğin sürece kaybedeceksin. Nitekim sonunda çok sevdiği kızı da kaybediyor ve sonunda annesini affederek aslında kendisini affederek tek edilme anksiyetisini çözümlüyor. Farkında mı bilinmez? Tabi sadece bir film…

            Yaşamımızda var olan her canlı olması gerektiği için var siz onlara kötü-çirkin-doğru-yanlış gibi etiketleri kendi algılama filtreleriniz sonucunda oluşturmaktasınız. Oysa hepsi tek bir amaç için hizmet ediyor sizi kendiniz ile buluşturmak için. Birisinin sizin canınızı çok yaktığını mı düşünüyorsunuz, yada çok üzdüğünü. Hemen tepki vermek yerine biraz bilinçli düşünün bu kişi bana ne anlatmaya çalışıyor? Bana ne gibi mesajlar veriyor?

            Yaşamda hiçbir şey tesadüf değildir. Her enerjinin bir nedeni bir de sonucu vardır…

Coca-Cola'nın Akıllı Yeni 'Mutluluk' Kampanyası



Mutlu olmak için, daha iyi bir dünyaya inanmak için bir milyon neden varmış :)) Sizin nedeniniz ne imiş, yazıp ya da sosyal medyanın diğer araçlarını kullanarak paylaşacakmışsınız falan filan...

Bu reklamı seyrettiğimde iki amacı açıkça fark ediyorsunuz =

 1) mutlu olman için bir NEDENE ihtiyacın var bunun için birşey yapmalısın, YAP YAP hadi neler yapınca MUTLU oluyorsun Düşün aklını kullan BİLİNCİNİ sakın ha kullanma !!!

2) Kar oranlarımız o kadar düştü ki, mutlu olamak istiyorsan aç bir Coca-cola :)) Zaten mutlu anlarını paylaşmak için web sitemizi ziyaret ettiğinde yeterince mesajı bizler senin bilinç dışına yükleyeceğiz:))

Evrende bu kadar akıllı insan varken valla güzel strateji ne diyeyim alkış. Çok öncelerine gitmeyeceğim sadece 20. yy.'nın başlarına bakın. Coca-Cola nın mesajı: susuzluğunu gidermek için iç bir Coca-Cola. Bilinç dışımıza yıllarca caddelerdeki bilboardlardaki reklam görselleri ile, sinemalardaki, televizyonlardaki reklamlar ile işlediler bu öğrenme modelini. Farkında olmadan ben kendi ailemden hatırlıyorum, akşam yemeklerinde mutlaka sofrada C0ca-cola olurdu. Ve amaçlarına ulaşmışlardı, suyun yerini almış ve karlarını % 70 oranında arttırmışlardı. Amma velakin, zeki insanlar biz ne içiyoruz bu içeceğin içndeki maddelerin bedenime ne faydası var diye biraz araştırıp bunu sosyal medya aracılığı ile gözler önüne serdiğinde takke düştü kel göründü misali.... Uzatmayacağım şimdi yine 21. yy ın insanın en hassas noktasından yakalıyorlar MUTLULUK. Depresyon hastalığının oranın giderek tırmanışa geçtiği şu günlerde, mutlu olmak istiyorsan Coca-cola iç demiyor tabı paylaş diyor mutlu anlarını ve asıl mesajı bilinç dışına yüklüyor, mutlu hissedebilmen için birşeyler yapman gerekiyor....

Mutluluk dünde ve gelecekte deneyimlenebilecek bir duygu değildir. Sadece şu anda mevcuttur, varoluşununda mevcuttur o hep oradaır zaten. Mutlu hissedebilmek için birşey yapmana gerek yoktur. Yaparak mutlu hissedemezsin, yapmak bir aktivitedir, robot musun sen? Sadece ol, canlılığını hisset, canlı olduğunu idrak etmek mutlu olmaktır.

Kendin olduğunda mutluluğu idrak edebilisin, kendini yapamazsın, kendin olabilirsin sadece !!!

8 Kasım 2012 Perşembe

BİREY KENDİ GELİŞİM SÜRECİNDE NE KADAR ETKİN BİR ROL OYNAR ?


Bir bireyin kendi gelişim sürecinde aktif bir role sahip olabilmesi için öncelikle psikolojik doğumunu meydana getirmesi gerekmektedir. Psikolojik doğum tamamı ile hür iradeye dayalı bir süreçtir. Fizyolojik doğumumuzun bizim seçimimiz doğrultusunda meydana gelmediğini düşünecek olursak, kendi gelişim sürecimizin ilk yıllarında en yakın çevremizde bulunan uyaranlar neticesinde dünyayı anlamdırabiliriz. Fakat büyüdükçe, olgunlaştıkça çevremize ve kendi benliğimie ilişkin farkındalıklarımız arttıkça gelişim sürecimizde benliğimize kattığımız olgulara ilişkin farkındalıklarımız da artmaktadır. Böylece kendi gelişim sürecimizde olumsuz etkilendiğimizi düşündüğümüz ilişki tarzlarımızı yeniden çerçeveleyebiliriz. Şüphesiz ki; gelişim sürecimizde birtakım farkındalıklar diğerlerinden daha fazla gelişmeltedir, öğrenilmektedir, desteklenilmektedir ve hatta ödüllendirilmektedir. Büyümek, gelişmek sınırların genişlemesi anlamına gelmektedir. Büyümek sınırları yeniden belirlemeyi gerektirir, sınırlarımızı yeniden yapılandırdıkça gelişiriz. Gelişme sürecimizde ancak beş duyumuz ile topladığımız veriler bugün, bu zeminde, şu anda anlam kazanır.

Denizin kıyısından denizin içerisinde meydana gelen dalgaları seyrederken denizin içerisnde olan olaylara karşın kendimizi şahit konumunda bırakmış oluruz bu bağlamda daha iyi gözlem yapabiliriz fakat kendimizi denizin içerisindeki o dalgaların yerine koyabilirsek dalgaların oluşumu hakkında beş duyumuz ile veri toplayabiliriz. Gelişimi anlayabilmek adına hem dalga olabilmek hem de dalgaları seyir eden konumunda olabilmek gelişimin ta kendisi değil midir?


Psikolog Özge GENLİK

PAMUK ŞEKERİ MİSALİ...

Hayat çocukluğun tekrarından ibarettir. En derinlerde yatan ihtiyacımız 'güven' duygusu ile temas ederek kendi benliğimiz ile bütünleşmek ve kendimizi gerçekleştirmek. Bu bağlamda güven zeminimizi oluşturduktan sonraki aşamada çevremizdeki uyaranları kendi benliğimize ilişkin yeni anlamlar atfedebilmek adına keşif yolculuğumuzda çalışırız, çalışırız, hiç durmaksızın...

Mutlu hissedebilmek adına kendimize yatırım yaparak eğitimler alıyoruz, aldığmız eğitimleri 'iş' olarak adlandırdığımız toplumsal-sosyal düzenekte kullanarak 'para' adını verdiğimiz maddeye sahip oluyoruz ya da sahip olduğumuzu zannediyoruz. Daha sonra bu maddecikleri daha güzel görünmek, daha iyi bir iş sahibi olabilmek, kısacası maddeciklerimize madde katmak için çalışıp duruyoruz, ordan oraya can havliyle koşuşturuyoruz.

Bir gün bir bakıyoruz, zaman ne çabuk geçmiş !! Soruyoruz kendi iç sesimize: ' Ne elde ettim bugüne kadar?' Birçoğumuz söylüyoruz farkına varmadan: '--- semtinde bir ev, falanca yerde bir yazlık, -- lira param bankada ee bir de 2 çocuğum var vb.' Halbuki bunların hiçbirinin sahibi değiliz, sadece sorumluları olabiliriz. Bu olgular, nesneler ve kişiler benliğimizdeki en temel ihtiyaç olan 'güven' duygusu ile temas etmemizi sağlayan ve sağlayacak olan ara değişkenlerdir. Ara değişkenler vasıtası ile hayat ile bir ayrışır bir buluşuruz. Her saniye biz ve biz olmayanlar ile ayrışıp buluşuyoruz, pamuk şekeri misali...

Pamuk şekeri gibi, yumuşak temaslara ihtiyacımız var, dışardan bakıldığında birbiri içerisinde kenetlenmiş üfleseniz uçacak kadar hassas görünen katmanlar gibi benliğimiz fakat aynı zamanda yabancı uyaranlara karşı kolay kolay kopmayacak kadar da kendi içerisinde bir bütün. Pamuk şekerinden bir tutam kopararak ağzınıza attığınızda enfes bir tat,, artan bir çoşku , bittiğinde ise garip bir hüzün ama yüzümüzde tatlı bir tebessüm.

Şimdi takkeyi önümüze koyarak bir düşünelim, hayatımızdaki herhangi bir olgu, nesne, benliğimizin en derinlerinden gelen içten/ samimi bir tebessümden değerli olabilir mi?

Şimdi kim bana pamuk şeker alacak? :))

AMAÇ: SEVMEYENE SEVDİRTMEK- BEĞENMEYENE BEĞENDİRTMEK

İlişki denilince akla 2 ana temeli olan bir sistem düşünülmelidir. Sistemin birincil bölümü stratejik süreci; ikincil bölümü ise paylaşılan süreci içerir.

Çift ilişkilerindeki tıkanmış lavoboları açmak için, kadın ve erkeğin öncelikle kendilerine öz sistemlerini gözden geçirmeleri gerekmektedir. Bunu yapabilmek için ise çocukluğumuzda bize temel bakımımızı sağlayan kişi ile olan ilişki sürecimizi gözden geçirmemiz gerekir. Çünkü hayat çocukluğun tekrarından ibarettir. Bebekliğimiz süresince annemizle oluşturduğumuz 'BAĞ' ileriki yetişkinlik döneminde de kendisini tekrar etmektedir.

*Anne - Çocuk bağı 'GÜVENLİ' oluşan bir kişi partneri ile 'ÖZERK' ve 'GÜVENLİ' bir ilişki zemini oluşturur,

*Annne-Çocuk bağı 'KAÇINGAN' oluşan bir kişi partneri ile 'KAYITSIZ' bir ilişki zemini oluşturur,

*Anne-Çocuk bağı 'İKİRCİKLİ' oluşan bir kişi partneri ile 'ENDİŞELİ' bir ilişki zemini oluşturur,

* Anne-Çocuk bağı 'DÜZENSİZ' oluşan bir kişi partneri ile 'ÇÖZÜMSÜZ' bir ilişki zemini oluşturur.

Ülkemiz genelinde KAÇINGAN erkekler ile İKİRCİKLİ (KAYGILI) kadınlar birbirlerini partner olarak seçme eğilimi göstermektedirler.

Ve sürekli olarak çatışma yaşanır. Çünkü İKİRCİKLİ (KAYGILI) eş daima İLGİ bekler, bu bağlamda eşi ile temas etmek ister; fakat KAÇINGAN eş ise eşine DÜZENSİZ bağlanır, kendisine yönelik en ufak temaslar bile fazla gelir, bu nedenle eşine duvarlar örer.

KAÇINGAN eşin verdiği mesaj: 'AMAN BANA DOKUNMA, BEN İSTEDİĞİM ZAMAN SENİN YANINDA OLURUM.'

İKİRCİKLİ (KAYGILI) eşin verdiği mesaj: 'AMA BEN SENİN BANA KARŞI OLAN DUYGULAIRNDAN EMİN OLAMIYORUM, BANA İLGİ GÖSTER.'

Bu bağlamda çocukluğunda ihtiyaçları karşılanmamış ve kendisini yetersiz hisseden İKİRCİKLİ (KAYGILI) eş, tıpkı bir zamanlar çocukluğunda kendisini umursamayan, kendisini görmezden gelen ebeveynleri gibi bir partnerin peşinden gider çünkü bu kendisine ilişkin benlik algısını doğrulamaktadır: 'BEN İŞE YARAMAZ BİRİSİYİM.' Eşi de kendisinin bu benlik algısını doğruluyordur bir anlamda kendi kendini doğrulayan kehanet gibi. Amaç ise beğenmeyene kendimizi beğenditmektir, karşımızdaki bizi beğendikten ve takdir ettikten sonra kişi kendisini rahatlamış hisseder çünkü adeta bir zafer kazanmıştır !

Erkekler == SONUÇ ODAKLI

Kadınlar== İLİŞKİ ODAKLI

İlişkide her ne oluyorsa ( olumlu ya da olumsuz) iki partnerşn dansı sonucu oluşmaktadır. Kadının ve erkeğin eşit ölçüde payı vardır bu nedenle çözüm:: BİRBİRLERİNİN NASIL TESKİN OLDUKLARINI ÖĞRENEBİLDİKLERİ takdirde stres ile başa çıkma mekanizmaları da güçlenecektir.

Kadınlar genellikle DUYGU PAYLAŞMAK VE ANLAŞILDIKLARINI HİSSETMEK İSTERLER--- Erkekler bu durumda çözüm üretmek yerine sadece partnerinizi dinlemelisiniz, yorum yapmaksızın !


Erkekler ise genellikle HEDEFE ULAŞMAK İÇİN KOŞULSUZ KABUL BEKLERLER-- Kadınlar bu durumda partnerinizin yeterli ve güçlü olduğunu beden diliniz ile ve sözlü iletişiminiz ile partnerinize aktarmalısınız.

DUYGULARIMIZDAN İÇSELLİĞİMİZE YOLCULUK

E. Roosvelt in vurguladığı gibi; ' kendimizi yönetmek için kafamızı, başkalarını yönetmek için ise kalbimizi kullanmalıyız.'
Kalbin yörüngesinde yolculuğa çıkmak için ise öncelikle duygularımızla tanışmamız gerekiyor.

California Üniversitesi' nden psikolog Paul Ekman'ın yaptığı araştırma sonuçlarına göre, değişik kültürlerden gelen çok farklı sosyo-ekonomik statülere sahip insanların belirli yüz ifadelerine ilişkin duyguları hemen tanıdığını kanıtlamıştır. Bu çalışma insanlık tarihi boyunca süregelen ortak bir lisan olduğunu ortaya koymuştur.

Ekman'ın evrenselliğini kanıtladığı duygular arasında;

1. KIZGINLIK/ ÖFKE (anger)

2. ŞAŞIRMAK (surprize)

3. AŞAĞILAMAK (contempt)

4. MUTLULUK (happiness)

5. ÜZÜNTÜ / KEDER (sadness)

6. KORKU (fear)

7. TİKSİNMEK (disgust)

Diğer tüm duygular; güven, sevgi, heyecan vb. tanımlanan yedi duygunun ortak paydasından meydana gelmektedir.

Kendimiz ile ve sonrasında çevremizdeki kişiler ile ilişkilerimizi güçlendirmek için öncelikle duygularımızı ifade ediş biçimlerimiz ile tanışmamız sonrasında kabullenmemiz en sonunda ise başka insanların ihtiyaç ve duygularını anlayarak empati yeteğimiz ile ilişkili olan duygusal zekamızı geliştirmek bizim elimizdedir.

KRAL İLE GÖLGE



'Neden peşimden geliyorsun?'' diye sordu kral, gçölgesine.

'Aptalca fikirlere kapılma diye, '' dedi gölge.

'Ve madolyonun iki yüzü olduğunu unutma diye.''

''Nasıl unutabilirim ki,'' dedi kral ve

küçük tacının güneşte yaptığı büyük gölgeye şaşırdı.

Janisch, H.

SIZ HANGISISINIZ?

Bir zamanlar her şeyden sürekli şikayet eden, hayatın ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız varmış. Hayat ona göre çok karmaşık ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.

Kızının bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.

Bir gün onu mutfağa götürdü üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna ise kahve çekirdekleri koydu.
Daha sonra kızına tek kelime etmeden beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadı, bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsıdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceğini sormaya başladı.
Babası onun ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı.

Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu.

İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu.

Daha sonra son cezveden kahveyi bir fincana boşalttı.

Kızına dönerek sordu:
Ne görüyorsun?
Patates- yumurta ve kahve diye cevap verdi kızı.

Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun.
Kız denileni yaptı; ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
Kız sonunda kahveden bir yudum aldı ve kahvenin tadı ile yüzüne nefis bir gülümseme yayıldı.

Ama yinede bütün bunlardan birşey anlamamıştı: Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?

Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını anlattı. Ama hepsi bu sıkıntıya farklı tepkiler vermişlerdi.

Patates: ince, sert, tavizsiz görünürken, kaynar suyun içerisinde yumuşamış ve güçten düşmüştü.
Yumurta: ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğu içindeki sıvıyı koruyordu ama kaynar suda yumurtanın içi sertleşmiş ve katılaşmıştı.
Kahve çekirdekleri: kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

Sen hangisisin? diye sordu kızına.
Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi kalbini mi katılaştıracaksın?
Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?

KAHVE TADINDA BİR YASAM DILEGIYLE...

ZAMAN KAVRAMI OLMASAYDI??






'Zaman' kavramı olmasaydı insanoğlu var olabilir miydi?

Biraz kavram karmaşaları yaşarayak da olsa evet var olabilirdi ancak günlük yaşamı düzenlemek ve kendimizi bilme yolunda ilerlerken "zaman" kavramını kullanmaya ihtiyacımız var.

Yaklaşık dokuz ay on günlük bir mücadeleden sonra dünyaya gelen insanoğlunun ortalama yaşam serüveni 80-90 yıl arasında değişmektedir. 'Zaman' kavramını insanın yaşam döngüsü içerisinde kalbinin ilk attığı , ilk soluktan, kalbinin durduğu son güne son soluğa  kadar anlamdıran insanoğludur.

Zaman görecelidir. Sadece şu "an" vardır. İnsan zihninin "gelecek", "geçmiş" "şimdi" biçiminde "zaman" kavramına yönelik atıflarının hepsi mevcut illüzyon dünyada varoluşu sürdürebilmek için oluşturulmuştur. Sizin "geçmiş" dediğiniz de ; "gelecek" dediğiniz de "şu an" da tezahür etmektedir. Bu nedenle düşüncelere çok özen gösterilmelidir. Düşünceler canlıdır ve yaydıkları frekans ile oluşum gerçekleştirirler. Dolayısı ile zihnimizin ürünü olan "düşüncelerimize" çok dikkat etmeliyiz. bunun için de zihnimizi sakinleştirmeyi ve "sus"turabilmeyi öğrenmeliyiz ki; odaklanabilelim ve "an" da yaşayalım. Zihnini ve nefesini kontrol edemeyen hiçbir canlı "an" ı yaşayamaz. Çünkü ya "geçmiş" ile meşguldur ya da "gelecek" ile.

İnsan gelişir mi?

Gelişen tek bir şey vardır o da 'FARKINDALIK' . İnsanoğlunun gelişim döngüsünü açıklayabilmek için, sonuç odaklı bir yaklaşım yerine süreç odaklı bir yaklaşım sergilemeliyiz. Doğrular- yanlışlar kişilerin dünyaya bakış açılarının birer yanılsamasıdır. Bu bağlamda tek bir gerçeklik yoktur. Bunun paralelinde gelişimi anlayabilirz fakat açıklayamayız. Çünkü her birey yaşadığı her güne kendisi anlam atfetmekle sorumludur.

'Farkındalık' gelişimi için temel olarak 'varoluş' ve 'gerçeklik' kavramlarına yaptığımız sorgulama sürecinde 'BEN KİMİM' sorusuna cevaplar üretmek işlevseldir. "BEN" derken neyi kast ettiğimiz de çok önem arz etmektedir. "BEN" hangi "BEN"? Her birimiz sınırsız, sonsuz sevgi olan "BEN" in okyanusunda birer su damlacığıyız.

Bu bağlamda kendi benliğimizi, gerçeklikte kim olduğumuza ilişkin meraklarımızı gidermek için aşağıdaki yaşamsal zeminlerin araştırılması faydalı olabilmektedir.

1. Biyolojik kökenimizden getirdiklerimiz (genetik kodlarımız), --özellikle biyolojik anne ve babalarımız bizim tamamlamamız gereken dünyevi kavramları vurgularlar.--

2. Kuşaklar boyu atalarımızdan miras aldığımız karmik yükler,

2. Diğer insanlar ile ayrışıp-buluştuğumuz zeminler,

3. Kişinin kendi fiziksel--duygusal ve tinsel (ruhani) bedenleri ile kurduğu iletişim düzeyi;

sizi, size götürecek yolda birer ayna vazifesi görecektir...

Sevgiyle,

Uzman Psikolog/ Yoga Eğitmeni Özge Genlik








AÇ ZİHİNLER & AÇ MİDELER ??



'HER İNSANIN METABOLİZMASININ HIZI VE DENGESİ BİRBİRİNDEN FARKLIDIR''
 
Yemek yemek çok basit bir davranışsal eylem olarak değerlendirilse de; yemek yemeği başlatan
ve yemek yemeği sonlandıran etkenler düşünüldüğünde: 'Beslenme' sürecinde duygularımızın,
düşüncelerimizin ve fizyolojimizin birbirini destekleyen en önemli yapı taşları olduğu birçok
bilimsel araştırma tarafından ortaya konulmaktadır.
     
Günümüzde ise 'beslenme' kavramı 'kilo verme' kavramı ile birbirine karışmış durumda. Güzel
görünmek, istediğimiz vücut hatlarına sahip  olmak için mi düzgün ve doğru zamanlarda yemek
yemeliyiz? Yoksa sağlıklı çalışan bir kalp, düzenli çalışan bağırsaklar, sindirimini etkin bir
şekilde yerine getirebilen bir mide için mi beslenme sistemimize doğru ve bilinçli yemek
yeme davranışını öğrenmeliyiz???
 
Yemek yemeği annemizin rahminde öğreniriz. Bu nedenle yemek yeme ihtiyacı öğrenilmiş bir davranıştır ancak yemek yemeği sonlandırmayı vücudumuzda doygunluk hissini sağlayan beynimizin açlık-tokluk merkezinde aktif görev alan hormonlardır. Ancak son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalara göre kilo alma süreci sadece genlerle ya da hormonal etkilerle oluşmamaktadır. Yaşamdaki kültürel, sosyal olumsuz durumlara karşı oluşan kalıp yargılar, duygu durum bozukluklarına; duygu ve düşüncelerdeki yanlış yapılandırma ise kişilerin yanlış beslenme biçimlerine yönelmelerine ve bununla birlikte kilo aldıkları gözlemlenmektedir.
 
Organizmalar yaşayabilmek için enerjiye gereksinim duyarlar. İnsanlar hayatta kalabilmek adına enerjilerini tükettikleri gıdalardan sağlamaktadırlar. Bu bağlamda; beslenme bir insanın yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için yeterli ve dengeli ölçütlerde besin öğeleri tüketme sürecidir.
 
Beynimizin açlık-tokluk merkezini yöneten bölge 'arkuat nukleus' adı verilen bölgedir. Ve bu bölge beynimizin hipotalamus bölgesinde bulunmaktadır. Hipotalamus bölgesinde oluşabilecek düzensizlikler sonucunda yeme bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu bölgeye kan dolaşımı yolu ile gelen 'leptin' ve 'insülün' gibi hormonlar iştahımızın düzenlenmesine yardımcı olurlar.
 
Beslenmemizde hormonların etkisi kadar neden yemek yediğimizde çok önemlidir. Çoğunlukla,
DUYGULARIMIZ YA BİZİ DAHA ÇOK YEMEK YEMEĞE YA DA DAHA AZ YEMEK YEMEĞE TEŞVİK EDERLER.
 
Çocukluk yıllarımızda besinlerin , ebeveynlerimiz tarafından ödül-ceza olarak bizlere öğretilmiş olması günümüzdeki en yaygın yeme bozukluğu hastalıklarının; obezite-anoreksia-bulimia vb. temelini oluşturmaktadır.
 
Açlık duygusunu hissettiğimizde duygularımızı mı besliyoruz yoksa midemizi mi?
 
Bu konuda yürütülen bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre*; insanların normal bir porsiyondan daha çok yemesinin nedeni % 75 oranında değişen ruh hali ile orantılı olarak ortaya çıkmaktadır.
Korktuğumuzda, endişelendiğimizde ya da kaygı hissettiğimizde sürekli birşeyler atıştırma ihtiyacı içerisinde oluruz. Yemek yiyerek bu olumsuz ve bizi rahatsız eden duyguları görmezden gelmek isteriz. Örneğin öfke duygusunu hissettiğimizde bu duygumuzun bedelini midemize ödetebiliriz, farkında olmadan!!  Canımızı sıkkın hissettiğimizde kendi kendimize güzel bol kalorili bir yemek ısmarlama ihtiyacı hissedebiliriz. Belki de kendimizi yalnız hissettiğimizde en yakın dostlarımız birbirinden leziz yemekler olacaktır kim bilir? :))
 
Özetle, gün içerisinde tükettiğimiz besin öğelerinin gruplarını bilmek, her öğünde bu besin gruplarından ne kadar tüketeceğimiz, aldığımız besin maddelerinin vücudumuzdaki yolculuğu hakkında biyolojik ve fizyolojik anlamda bilgilenmenin yanı sıra neden bazı besin öğelerini diğerlerine göre daha fazla tercih ettiğimiz, bazı öğünleri neden ısrarla atladığımız, hangi durumlarda daha fazla yemek yemeği tercih ettiğimiz ise ancak kişisel farkındalık düzeyimini arttırmakla mümkün olacaktır.

Düşünelim: Sizler kimi besliyorsunuz? Bedeninizi-duygularınızı-düşüncelerinizi-midenizi?

*Koçak, D. (2009). Afiyetle Diyet. İstanbul: Doğan Yayıncılık.

 
 

NASIL BİR BÜTÜNÜN PARÇALARI OLDUĞUMUZU FARK EDEBİLİRİZ?

Toplum olarak travmatik bir sürecin içerisinde bulunmaktayız. İnanç sistemimizde, değer yargılarımıza, fizyolojik ve psikolojik bütünselliğimize karşı tehditler ile karşı karşıyayız. Fakat her birimizin bilin dışı bizlere bir oyun oynamakta ismi: 'BANA HİÇBİRŞEY OLMAZ'.
'Gerçeklik' pencerisinden bakıldığında 'bana hiçbir şey olmaz' cümlesini söyleyerek başımıza bir şey gelme olasılığı yüksek olduğu halde, sağlıklı bir inkar mekanizması ile kendimizi stres duygusunu tetikleyecek yaşantılara karşı korumaktayız.
İçerisinde bulunduğumuz günlerde; 3 temel/ ana duygu üzerinde yoğunlaşmaktayız;
ÖFKE --- sorumlulara yönlendirilmiş
ÜZÜNTÜ---kayıplarımıza yönelik
KORKU --- tekrar olursa endişesi ve kaygısı ,le yüzleşmekten kaçınma
Bu duygularla başa çıkmak için neler yapabiliriz?

  • Kendimize zaman tanımak
  • Duygularımızı paylaşmak
  • Yapıcı faaliyetlerle edilgen konumdan etken konuma geçebilmek
  • Kendimize değer vermeli ve her gün için önceliklerimizi belirlemek
  • Kendimizi 'BEN' konumundan 'BİZ' konumunda özümseyebilmek
  • NE-NEDEN-NİÇİN soru kalıpları yerine 'NASIL' soru kalıbına yanıt aramak
  • NASIL BİR BÜTÜNÜN PARÇALARI OLDUĞUMUZU FARK EDEBİLİRİZ? Bu soruya vereceğimiz cevap bizleri eyleme geçirecek içsel gücü bulmamıza rehberlik edecektir !
Sevgiyle,
Özge GENLİK
Uzman Psikolog