11 Aralık 2012 Salı

DÜŞÜNCELERDE HAPSOLMUŞ VEYA DÜŞÜNCELERDE ÖZGÜRLEŞMİŞ 'BENLİK TANIMI'

 
 
Yaşantımda bugüne kadar ebeveynlerim tarafından aydınlatılan zeminimi önce idrak etmeme sonrasında projektörü elime alarak aydınlatılmayan niteliklerimi keşif sürecini başlatan çok değerli hocam Hanna Nita Scherler le beni benliğimin gizli yönleri ile buluşmama vesile olduğu için sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Aşağıda okuyacağınız yazı yaklaşık 20 yıllır Türkiye de Gestalt felsefesi ile ışık tutan bir üstadın kalemindendir. Değerli hocam 2010 yılında Bahçeşehirlilere özel olarak hazırlayıp ücretsiz olarak dağıtımı yapılan ÖZGE'CE isimli dergim için beni kırmayıp bir yazısını bizlerle paylaşmıştı, keyifle okumanız dileğiyle...
 
 
 
Parkta, fırından aldığım taze somunu ufalayıp etrafımı sarmış olan güvercinleri besliyordum. Bir kadının, elinden tutmuş olduğu çocuğa eğilerek ''şu taraftan gidelim, orada ekmek var'' dediğini duydum. ''Ekmek kutsaldır, yere atılmaz, üstüne basılmaz'' gibi değer yargılarından habersiz, anne ve babasının ortasında, çekiştirildiği yöne doğru ilerlerken, kafası arkasına dönük çocuğun, gözlerini güvercinlerden ayıramadığını fark ettim.


Çok küçük yaşlardan başlamak üzere, karşılaştığımız uyaranlardan hangilerine odaklanacağımız ve onlara ne isim vereceğimiz, hangi sıfatları atfedeceğimizi öğrenmeye başlarız. Nelerin ''kaka'' nelerin ''cici'' olduğunun ayırdına varırız.

Evde çoğunlukla ne tür müzik dinlersiniz? Daha çok hangi tür dergi, mecmua, kitaplar evinize girer? Dışarı yemeğe gittiğinizde üç-beş lokanta ile kısıtlı mıdır seçimleriniz yoksa farklı lokantaları dener misiniz? Tatile çıktığınızda heğ aynı bölgeyi ve aynı oteli mi tercih edersiniz? Sabah kalktığınızda o günü nasıl geçireceğinizin ayrıntılı bir planı var mıdır kafanızda yoksa hayatı geldiği şekilde mi yaşarsınız? Bunların ne önemi var diyeceksiniz. Çok önemi var. Çocuk, anne-babanın algılamaları doğrultusunda kendi benlik tanımını yapılandırmaktadır.

Bebeğe bir oyuncak gösterdiğiniz zaman dokunup ağzına götürür. Tadına bakar, koklar, sallar. Gördüğü her şeye ilgi gösterir. Ayırt etmez, reddetmez. Çevresi ile etkileşimde bulundukça 'ben kimim' sorusuna yavaş yavaş yanıt oluşturabilecek verileri toplamaya başlar. Önceleri oyuncaklarının ve annesinin kendisinin uzantıları olduğunu sanarken, edindiği tecrübelerle, fiziksel varlığının içindeki herşeyin kendisi, dışında kalanlarında diğeri olduğu kanısına varır. Kendisi ve çevresi arasına sınır koyar.

İki yaşından itibaren fiziksel varlığının içinde de bölünmeler başlar. Tuvaletini, annenin istediği yer ve zamanda yapmadığı için azarlanır, cezalandırılır. Kendisi için zevk kaynağı olan bedeni, anlayamadığı bir şekilde anne-babası ile çatışmasına neden olur. 'Ben vücudumum' algılamasından, ''benim bir vücudum var'' algılamasına geçiş artık tek kurtuluştur. Ben kimim sorusunun yanıtı ''ben düşüncelerim'' şeklinde gelişerek, zihinle beden arasına sınır koyar.

Çocuk okul çağına yaklaştığında, zihin-beden bölünmüşlüğü şeklindeki benlik tanımı ek bölünmelere gebedir. Doğrular/ yanlışlar, ayıplar, meliler/malılar girer hayatına. Erken yatmalı, ders çalışmalı, en az komşunun oğlu/kızı kadar başarılı olmalı, giysilerini katlamalı, odasını toplamalıdır. Anne babasının sevgisini, kabulünü kaybetmeyi göze alamaz. Dolayısı ile onların istediği şekilde davranmaya başlar. Kabul gören taraflaırnı ''ben'', görmeyen taraflarını da ''benim dışımda'' şeklinde algılamaya başlar.
 
Özetle, ben kimim sorusuna cevap vermek sınır koymaktır. Bu sınırlar gelişim çağında, kişinin içinde büyüdüğü aile ile etkileşim sonucunda oluşur. Her çocuk kabul görmek, sevilmek, değer verilmek ister. Dolayısı ile, ebeveynleri tarafından kabul göreceğini öğrendiği duygu, düşünce ve davranışları benlik tanımının içinde tutar, bunun dışında kalan her şeyi ben değilim şeklinde tanımlar.

Sınır koymak bir yaşam biçimidir ve kaçınılmazdır. Aldığımız her karar, her davranışımız, her sözümüz bilinçli veya bilinçsiz sınır koymakla ilgilidir. Birbirimizi anlamak, aynı olguya ilişkin tutarlı anlam üretebilmek, tanı koyabilmek için sınır koymak zorundayız. Sınır koymanın hayatı kolaylaştıran bir yanı olduğu kadar sorun üreten bir yanı da vardır. Sorun sınır koymakla değil, koyulan sınırlara işlevlerini aşan anlamlar yüklendiğinde ortaya çıkar. Örneğin; parkta çocuğun güvercinleri izlemesine engel olan yerdeki ekmek kırıntıları değil, anne babanın onlara ilişkin geliştirdiği katı değer yargısıdır.

SINIRLARIN NASIL ÇİZİLDİĞİ, NASIL BİR HAYAT YAŞANACAĞININ      BELİRLEYİCİSİDİR

Sınırlar ne kadar geçirgen ve esnek ise yaşam o kadar doğal akışında, doyurucu ve gelişimi destekleyici olacaktır. Sınırlar ne kadar katı ise, zorlanma da o kadar fazla olacaktır.

Örneğin başarının peşinden ne kadar çok koşulursa başarısızlıktan o kadar çok korkulur. Bir şeye ne kadar çok değer verilirse, onun kaybı halinde o kadar çok etkilenir. Sorunlarımızın çoğu katı, geçirgen olmayan sınırlar edinmiş olmamızdan kaynaklanır. Kendimizi, düşüncelerimizin hapsinde tutar, hapsi tanımlayanın ise kendimiz olduğunun farkına varmayız.
 
Kabul ettiklerimiz ile etmediklerimiz arasında bir sınır oluştururuz. Sınırları sorgulamak pek aklımıza gelmez. Onları mutlakmışlarcasına yaşarız. Sorgulamaya, ancak mevcut sınırlar yaşamımızı desteklemediğinde başlarız. O zaman, benlik tanımımızın dışında tuttuklarımızın, tekrar bizim parçalarımız olarak keşfedilebileceklerini anlarız. Olumluluğun sadece olumsuzlukla birlikte anlam kazandığını algılamaya başlarız.

'Ekmek kırıntılarına basılmaz' değer yargısı, bir yandan çocuğun belirli bir inanç sistemi çerçevesinde yetişmesini sağlarken, diğer yandan çocuğu öğretici bir deneyimden de mahrum etmekte, varoluş alanını kısıtlamaktadır.
 
Yıllar sonra aynı çocuğu, bir yetişkin olarak, elindeki ekmeği ufalayıp etrafına saçarak güvercinleri beslerken hayal ettim. Benlik tanımının dışında kalması öğretilen bu davranışı tekrar benlik tanımına katması için aradan çok yıl geçmesi gerekiyordu.

             Bulmak için önce kaybetmek veya bütünleşmek için önce ayrışmak gerekiyor!...
 
Doç. Dr. Hanna Nita Scherler
 
Hanna Nita Scherler kimdir? (kendi kaleminden- iletişim ve Gestalt hakkında bilgi için: http://www.hannascherler.com )
 
Birey ve çiftlerle danışmanlık, meslekdaşlarıma eğitim ve süpervizyon ve farklı zeminlerden kişilerin oluşturduğu gruplara kişisel gelişim eğitimi sunan, serbest çalışan bir klinik psikoloğum. Aynı zamanda, Bilgi Üniversitesinde sözleşmeli olarak ders veriyorum ve Gestalt Training in Israel programının (önceki Gestalt Institute of Cleveland’ın İsrail’de yılda iki kez düzenlediği eğitim programı) eğitmen kadrosundayım. İstanbul’da da bir Gestalt topluluğu oluşturdum, ve Gestalt temel kavramları ve metodolojisini bir yaşam biçimi olarak öğretmeye devam ediyorum.
1999 yılından beri çok uluslu şirketlere danışmanlık hizmetleri veriyorum. Bu alandaki çalışmalarım performans, geçiş ve dönüşüm alanlarında koçluk ve süreç müdahalesi faaliyetlerini içermektedir.
Boğaziçi Üniversitesinden İş İdaresi-Pazarlama dalında BS derecem, aynı üniversitenin Sosyal ve Klinik Psikoloji dallarından da MA derecelerim var. Bir çocuk ve aile danışmanlık merkezinde yarı-zamanlı çalıştıktan ve iki yıl bir devlet hastanesinde gönüllü hizmet verdikten sonra ABD Santa Barbara’daki Fielding Graduate Üniversitesinde Klinik Psikoloji dalında doktora derecesini aldım. ABD’deki çalışmalarım esnasında Gestalt Institute of Cleveland’da temel Gestalt eğitimimi tamamladım. Aynı zamanda profesyonel gelişimim için psikoterapi ve organizasyon ve sistem geliştirme alanlarında çeşitli mesleki eğitim programlarına katıldım. Lisansüstü çalışmalarımı tamamladıktan sonra 1994-1998 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesinde yardımcı öğretim görevlisi olarak çalıştım. 1994 yılından beri meslekdaşlarıma ve ilgi duyan meslek dışı gruplara çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşlarda alanımla ilgili konferanslar veriyorum.
Uzmanlık alanımı süreç müdahalesi olarak tanımlıyor, klinik psikolog, koç ve fasilitatör olarak işlevimi “değişim katalizörü” olarak açıklıyorum. Süreçlere, mevcut verilerin tümünü değerlendirerek, farkındalık arttırmak ve tekrarlanan kalıpları kırmak amacı ile, yaşantısal boyutta müdahale ediyorum.
Çeşitlilik içeren bir sosyo-kültürel ortamda yetişmenin yanı sıra, kariyerim boyunca farklı kültürlerle, farklı etnik ve dini gruplara mensup bireylerle temas etmem sayesinde esnek bir gerçeklik yaklaşımı ve çok kültürlülük yetkinliğini geliştirme fırsatı buldum. Akademik çalışmalarımın iş idaresi, sosyal psikoloji ve klinik psikoloji gibi farklı alanlardan oluşan özel bileşimi sayesinde, algıladıklarımı yaratıcı ve yapıcı bir biçimde yorumlayıp uygulama becerisi de geliştirdim.
Son yıllarda, Gestalt bakış açısının temelini oluşturan evrensel bilinç kavramına ilgim arttı. Konuya ilişkin çalışmalar sürdürüyorum.
Avrupa Gestalt Terapi Derneği üyesiyim, aynı zamanda, Avrupa Psikologlar Dernekleri Federasyonu (EFPA) tarafından verilen “Psikoterapi Uzmanlığı olan Avrupa Psikologu” unvanını taşımaktayım ve Türkiye’de bu unvanın edinilmesi sürecini yönetmek üzere kurulmuş olan Ulusal Değerlendirme Komitesi üyesiyim.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder