17.03.2015 tarihinde, Akbatı Alışveriş ve Yaşam Merkezi'nde "Yaşam Akademisi" kapsamında düzenlenen Psikoterapist Esra Gökçe nin; “Geçmişten gelen yüklerimizi nasıl dönüştürüp özgürleşiriz?” başlıklı seminerine katıldım. Önemli bulduğum birkaç hususu sizler ile de paylaşmak istedim.
Uzun bir zaman sürecinden sonra aynı zeminde bulaşabildiğim bir meslektaşımı dinlemek oldukça iyi ve güvende hissettirdi. Esra Hanım Jung ve ezoterik yaklaşımları harmanlayarak tamamen duygusal ve sürüngen beyin ile çalışan bir psikoterapist. Kendisi hakkında detaylı bilgi için : http://esragokce.com göz atabilirsiniz.
Yaklaşık 3 yıldır; psikoterapi süreçlerinde sadece analitik zihin boyutunda yapılan terapi çalışmalarının işlevsel olmadığı kanaatindeyim. Uyguladığım, uyguladığımız; bilişsel-davranışçı terapiler, EMDR, kognitif zeminli terapiler, ve sadece zihin boyutunda çalışıldığında gestalt terapi, analitik kökenli terapiler, analizler vb. Artık şundan oldukça eminim ki hiçbiri bir işe yaramıyorlar, danışanın dönüşümünü gerçekleştirmesinde sadece "kapı aralayıcı" bir rol üstleniyorlar. Artık bu gerçek ile yüzleşmenin zamanı gelmedi mi?
Bu gerçeklikle öncelikle kendim yüzleştim ve önce yaşantıma "reiki", daha sonra da "yoga" disiplini dahil oldu. Önce kabul etmek gerekiyor ki yaşamın size her an sunduğu "gerçekliği" görebilin...
Meslektaşım Esra Hanım da, bilişsel kökenli hiçbir terapi sisteminin, değişim/ dönüşüm getirmediği kanaatinde.
**Neden sadece zihin düzeyinde fonksiyonları mevcut terapi sistematikleri işe yaramıyor?
Çünkü, günümüzde uygulanan psiko-terapi tekniklerinin birçoğu neo-korteks bir başka deyim ile üst beyin ile çalışıyor. Üst beyin (neo-korteks), alt beyinin (limbik sistem ve sürüngen beyin) bir hikayesidir. Üs
t beyinde "duygular" yoktur sadece "mantık/ rasyonalite" vardır ve süreki ispat, kanıt ister. Sürüngen beyin ve limbik sistem ile çalışmadığınız sürece hiçbir dönüşüm mümkün olamaz, çünkü hikaye aynı kalacaktır. En kolay yöntemi ile; sürüngen beyini dönüştümek için: Hareket etmek; limbik sistemi dönüştürmek için ise; duyguları ifade etmek gerekiyor. Böylelikle hikayenizi dönüştürebilirsiniz.
Esra Hanım'ın değindiği en can alıcı nokta "anne" arketipi idi. Jung; arketipler ile çalışan bir psiko-analisttir. Ve Jung a göre anne hayat demektir. Hayat= doğa ana.
Siz annenize nasıl davranıyorsanız, hayat da size öyle davranacaktır. Annenize öfkeli iseniz; hayat da size öfkeli davranacaktır. Annenizi değersizleştiriyorsanız, hayat da size değersiz davranacaktır. annenizi küçümser iseniz, hayat da sizi küçümseyecektir...
Her birimizin hayat ile yapılmış kontratlarımız var. Anne ve babamızı seçerek bu dünyaya geliyoruz. Ve hayat kapısını bizlere anne ve babamız açıyor. Bu nedenle yaşamda gerçek kendimiz ile buluşabilmemiz için öncelikle ebeveynlerimiz ile uzlaşmalı ve onları oldukları gibi kabul ederek, şükran ve minnettarlıklarımızı sunmalıyız ki; "gerçek" kendimiz ile buluşabilelim. Yoksa;
hayat bizi yaşar, biz hayatı yaşayamayız...
Her an karşılaştığımız olaylar, kurgular bizlere çözmemiz gerekenleri aynalamaktalar. Herşeyi olduğu gibi kucaklamayı öğrenerek, yapmamız gereken eylemleri gerçekleştirebilirsek özgürleşiriz...
18 Mart 2015 Çarşamba
ANNE==HAYAT
Etiketler:
anne,
beyin,
bilişsel-davranşçı terapiler,
doğa ana,
EMDR,
hayat,
limbik sistem,
Özge Genlik,
psikoterapi,
sürüngen beyin,
uzman psikolog özge genlik,
yaşam
10 Mart 2015 Salı
KÜÇÜK ADAM
Yaşam, sınavlar sürecinden ibaret. Herşey tek bir sorudan başlıyor:" Ben Kimim?" Sonrası tefarruat her birimiz bu soruyu sorarak, cevabını bulmak için bir bulmaca üretiyoruz, sonra mı?? Kimimiz bu ürettiğimiz bulmacanın içinde kaybolarak, cevabın dışarıda olduğu zannına kapılarak dış dünyada kendini avutmayı seçiyor; bazılarımız ise cevabı iç dünyasında aramak için yol alıyor, işte gerçek "başarı" bu adımı öz'e doğru atabilmekte gizli..
Geçen ay, eski bir dostu görmeye, dinlemeye bir seminerine katıldım. Ne kadar tuhaf ki, yıllar sonra karşımda kendine son derece güvenen, ne dediğini bilen ve herşeyi "neden" leri ile açıklamaya başlamış kendisini yetiştirmede oldukça ivme kazanmış bir adam gördüm karşımda ve gurur duydum.
Bu duyumsama şunu hatırıma getirdi: " başarının %99'u çalışmak hem de azimle ve sebatla çalışmaktır ve sadece % 1'i şansa bağlıdır. Ve bizler kendi kaderimizin efendileriyiz !!!
2005 yılında ilk NNLP programlarından birisine katılmıştım. Oldukça heyecanlı, hırslı ve herşeyin çabuk çabuk olmasını isteyen sabırsız ve hırslı bir öğretmen vardı karşımda. 10 yıl belki de daha fazla süre ile sürekli aynı istikrarda devam etti hiç yılmadı. Ona; güldüler, dikkate almadılar belki acımasızca eleştirdiler. Ancak hiç vazgeçmeyen, kendine inanan, kendine güvenen bir kişiyi kim, hangi güç yıkabilir ki?
İnancı her zaman tamdı, merhametli bir kalbi vardı. Ama bana göre; kendisine olan inancı her daim tamdı belki de onun yolunu aydınlatan da kendisinin değerini çok iyi bilmeseydi. İnancıyla pek çoğumuza örnek olabileceği kanaatindeyim. ..
Sıfırdan zirveye uzanan bir yolculuk gerçekleştirdi ve inandığı gerçekliği yaratmayı başardı. Bizlere de onu yürekten alkışlamak düşer...
Kağıt üzerindeki sınavlarda elde ettiğimiz başarılar sadece yolumuzun küçük parçacıklarıdır. Asıl büyük adamlar küçük bedenlerimizin özünde var olan ilahi gücü ortaya koyabilmektir. Bu nedenle yolculukta yer alan her şey sizi siz ile buluşturmaya birer araç bunu her daim hatırlayın...
Kim olduğumu "bil"diğimden beri, elimin değdiği herkesin kendini gerçekleştirme aşamalarında kat ettikleri yola şahit olmak her daim güzel ve gurur verici :) Bir sürü "küçük adam"lar, yüreklerinin sonsuzluğunda ilerliyorlar...
Yukarıda bahsettiğim kişiyi merak mı ettiniz? Kimliklerin ne önemi var? Her birimiz "bir"iz. Kimlikler geçici "öz" birdir. Bu nedenle isimler, kimlikler, sahip olunanlar önem arz etmezler. Asıl önemli olan "öz" ün birliğe yolculuğundaki kat ettiği aşamalardır.
Geçen ay, eski bir dostu görmeye, dinlemeye bir seminerine katıldım. Ne kadar tuhaf ki, yıllar sonra karşımda kendine son derece güvenen, ne dediğini bilen ve herşeyi "neden" leri ile açıklamaya başlamış kendisini yetiştirmede oldukça ivme kazanmış bir adam gördüm karşımda ve gurur duydum.
Bu duyumsama şunu hatırıma getirdi: " başarının %99'u çalışmak hem de azimle ve sebatla çalışmaktır ve sadece % 1'i şansa bağlıdır. Ve bizler kendi kaderimizin efendileriyiz !!!
2005 yılında ilk NNLP programlarından birisine katılmıştım. Oldukça heyecanlı, hırslı ve herşeyin çabuk çabuk olmasını isteyen sabırsız ve hırslı bir öğretmen vardı karşımda. 10 yıl belki de daha fazla süre ile sürekli aynı istikrarda devam etti hiç yılmadı. Ona; güldüler, dikkate almadılar belki acımasızca eleştirdiler. Ancak hiç vazgeçmeyen, kendine inanan, kendine güvenen bir kişiyi kim, hangi güç yıkabilir ki?
İnancı her zaman tamdı, merhametli bir kalbi vardı. Ama bana göre; kendisine olan inancı her daim tamdı belki de onun yolunu aydınlatan da kendisinin değerini çok iyi bilmeseydi. İnancıyla pek çoğumuza örnek olabileceği kanaatindeyim. ..
Sıfırdan zirveye uzanan bir yolculuk gerçekleştirdi ve inandığı gerçekliği yaratmayı başardı. Bizlere de onu yürekten alkışlamak düşer...
Kağıt üzerindeki sınavlarda elde ettiğimiz başarılar sadece yolumuzun küçük parçacıklarıdır. Asıl büyük adamlar küçük bedenlerimizin özünde var olan ilahi gücü ortaya koyabilmektir. Bu nedenle yolculukta yer alan her şey sizi siz ile buluşturmaya birer araç bunu her daim hatırlayın...
Kim olduğumu "bil"diğimden beri, elimin değdiği herkesin kendini gerçekleştirme aşamalarında kat ettikleri yola şahit olmak her daim güzel ve gurur verici :) Bir sürü "küçük adam"lar, yüreklerinin sonsuzluğunda ilerliyorlar...
Yukarıda bahsettiğim kişiyi merak mı ettiniz? Kimliklerin ne önemi var? Her birimiz "bir"iz. Kimlikler geçici "öz" birdir. Bu nedenle isimler, kimlikler, sahip olunanlar önem arz etmezler. Asıl önemli olan "öz" ün birliğe yolculuğundaki kat ettiği aşamalardır.
Etiketler:
başarı,
küçük adam,
NNLP,
öz,
Özge Genlik,
uzman psikolog özge genlik,
yaşam
1 Mart 2015 Pazar
TANRI'NIN ZİHNİNDEN GEÇENLERİ BİLMEK İSTER MİSİNİZ?
“Evrenin tam bir
teorisini ortaya koyabiliriz. O durumda aslında ‘Evrenin Efendileri’ oluruz.” S.H.
Şu
anki yaşamınızın en güzel, en verimli, en çoşkulu günlerini deneyimlemekte
iken; zihninizde çözülmeyi ve cevaplanmayı bekleyen bir çok konu var iken
karşısında oturduğunuz doktor diyor ki: “sadece 2 yıl ömrünüz kaldı, ve yavaş
yavaş reflekslerinizi kaybedeceksiniz; yürüyemeyecek, tutamayacak,
yutkunamayacak ve sonunda da konuşamayacaksınız.”. Kendinize bir kaç
saniye
zaman ayırmayı tercih edin ve bu durumu kendiniz deneyimlediğinizi hayal edin.** Hangi duyguları hissedersiniz?
** Zihninizden
hangi düşünceler geçer?
** Ilk
hangi eylem/ eylemleri gerçekleştirmek istersiniz?
Hawking’in
doktoruna ilk sorduğu soru: “Peki ya beynim , beynim fonksiyonlarını sürdürmeye
devam edecek mi?” oluyor, peki ya sizin sorunuz?
Doktora
ilk soracağınız sorunun temelinde yaşam serüveninizin o anında en çok değer
vererek, ihtiyacınız olan şeyi sorgulamak olacaktır. Sizin sorunuz neydi, bir
kez daha gözden geçirin… J
“Ölüm” yeni bir yaşama doğabilmek için bir geçiş kapısıdır.
Ancak
erken ve beklenmedik bir ölüm olasılığı ile karşı karşıya kalmak yaşamın
gerçekten başınıza her ne geliyorsa, gelmekteyse yaşamaya değer olduğunu ve
yapmak istediğiniz ve yapabileceğinize inandığınız pek çok şey olduğu gerçeği
ile yüzleşme sağlayacaktır.
Stephen
Hawking’in yaşam öyküsünün aktarıldığı “Herşeyin Teorisi” (The Theory of
Everything) sinemaseverler ile buluştu. Filmde Özge yi en çok etkileyen duygu
geçişlerinin son derece naifçe ve şeffaf bir biçimde kurgulanmasıydı. Ayrıca bu
film vesilesi ile “en iyi erkek oyuncu oscar’ını” hak eden Eddie Redmayne;
gerçekten olağanüstü bir performans sergiliyor.
Hawking,
Cambridge Üniversitesi’nde doktora öğrencisi iken ALS (amyolrophic lateral
sclerosis) ya da diğer bir deyiş ile motor nöron hastalığı olduğunu öğrenir.
Filmin tamamında Hawking in ALS ile birlikte yaşamayı nasıl öğrendiğini, hiçbir
zaman umudunu kaybetmediğini, zihnini üretken olarak kullanarak her “olumsuz”
durumu nasıl da bir fırsata dönüştürdüğünü görebiliyoruz. ALS hastalığı;
Hawking’in mutlu bir aileye sahip olmasına, ve mesleğinde başarılı olmasına
herhangi bi
r engel teşkil etmedi; bu da bizlere tek engelin zihnimizin bir
ürünü olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır.
Filmde
temel olarak :
her
an büyük bir dönüşüm içerisinde olduğumuz;
koşulsuz
sevgi,
umut,
inanç,
acı,
yaşamda
var olma nedenlerimiz; temaları açıkça
ve duyguların hareketli dansı ile seyirciye aktarılıyor.
Hawking, daima şunu ifade etmektedir; “ eğer evrenin nasıl
çalıştığını anlayabilirsek bu çalışma prensipleri dahilinde onu kontrol
edebiliriz.” Ve herşeyi açıklayacak tek bir denklem oluşturabileceğine daima
inamış halen de inanmaktadır.
Doktora yıllarında, evrenin değişmeyen ve sonsuza kadar
süren bir evren olduğu na inanıyor ve bu inancını destekleyecek denklemler
üretiyordu. Nitekim doktora dan sonraki yıllarda doktora araştırmasının büyük
bir yanılgı olduğunu ifade etmiş ve “tamamen yanıldım” diyebilecek kadar cesurca yenilgiyi kabul etmiş ve
evrenin sürekli genişlemekte olduğunu ifade etmiştir ve halen evrenin sürekli
genişlediğine ilişkin çalışmalarını sürdürmektedir. Buradaki en önemli olgu; dönüşümün sürekliliğidir, sizlerin de
takdir edeceği gibi bilinç geliştikçe herşeyi farklı açılardan değerlendirmeye
başlıyoruz. Daha önce göremediklerimizi görebiliyoruz.
Sabit kalan tek şey; “dünüşüm” ve “değişim” dir, geri kalan
herşey denklemin değişken parçalarıdır.
Ve umut; nefes alıp verebildiğimizi hissedebildiğimiz sürece
“umut” da daima vardır.
Nefes; beden ve zihin arasındaki köprüdür. Nefesi yönetmek
bedeni ve zihni koordine bir şekilde yönetmenize olanak tanır.
Acı nerede ise bu hayatta yapmanız gereken şey de “o” dur.
Size en çok “acı” duygusunu hisettiren her ne ise o konuda birşeyler üretmek
için bu yaşamınızı deneyimlediğinize inanın.
Hawking, başarılı bir bilim adamı olmayı hedefliyordu. Tüm
evrenin yaradılışını tek bir denklem ile formüle etmek gibi bir hedefi vardı
ancak nereden başlayacağını bilemiyordu. Ve bir gün, bir doktor karşısında “bu
yaşamınızda var olabilmeniz için sadece 2 yılınız var” dedi ve işte o an
Hawking artık nereden başlayacağını biliyordu:: “ZAMAN” . Acılar nasıl da
yaşamımızın yönüJ
nü belli edip, yapacaklarımızı parlatıyor değil mi?
Ve koşulsuz sevgi; Hawking’in sevgili eşi Jane’in sevginin
bedenden bedene değil; sadece yürekten yüreğe daha da doğrusu öz’den öz’e olabileceğinin
en güzel örneği. Engelli bir birey ve yaşamı kısa bir sure içerisinde
sonlanacak; böyle birisi ile evlenmeyi tercih eder myidiniz?
Koşulsuz sevgi Öz’den Öz’e olan sevgidir…
Yaşamımızda, karşımıza çıkan her bir varlık, bize bir mesaj
verir. Hawking’ de Jane’nin yaşamında var olma nedenini biliyordu, : “onun
yaşamda yol almasını sağlayacak motivasyon gücü, var olmasını destekleyecek
“neden”leri üretecek ve daima inanarak yürüyecek güç’tü.
Filmed en çok etkilendiğim sahne; artık tutma refleksi iyice
güçleçmiş olan Hawking’in alev alev yanan şömine karşısında kazağını eşi Jane
in yardımı ile giyerken Jane in, bebeklerinin ağlaması sonucunda odadan
ayrılması ve tam da o sırada kazağın içerisinde kalan başı ile mücadele veren
Hawking kara delikler ile ilgili farklı bir bakış açısı deneyimliyordu. Bu
sahne filmdeki en etkileyici sahnelerden biri idi Özge’ce J
Mücadele ettiğimiz ve görmeye açık olduğumuz her an yeni bir
şey fark edebiliriz…
Hawking, bir gün “Tanrı”ya inanır mı bilinmez, aynı zamanda
“HERŞEYİN TEORİSİ” ni ortaya koymayı ona göre başarır mı bilemem.
Gerçek şudur ki; şu anki yaşamının 73 yaş deneyimini
sürmekte olan Stephen Hawking aslında çoktan “herşeyin teorisini” bulmuş ve
gözler önüne sermiştir. Ancak bu dışarıda değil; içeride
= “ben’den içeride”
olan birşeydir. Bir gün fark ediyor olduğunda deneyimlediklerini çok daha
farklı bir boyutta cömertçe paylaşacağından eminim.
SEVGİ HERŞEYDİR,
HERŞEY SEVGİ ‘DİR…
Etiketler:
ALS,
dönüşüm,
herşeyin teorisi,
inanç,
Özge Genlik,
sevgi,
stephen hawking,
the theory of everything,
umut,
uzman psikolog özge genlik
24 Şubat 2015 Salı
AFFETMEK ÜZERİNE...
Her birimiz yüce Yaradan'ın, Allah'ın, Tanrı'nın birer parçalarıyız. Her birimizin özünde 'yaratıcı' bir parçamız var. Dolayısı ile insan varlığı diğer varlıklardan farklı olarak 'yaratma' potansiyeline sahip bir varlıktır. Ki bu yönü ile tezahür etmiş her bir varlıktan daha kudretli ve güçlüdür ( melek varlıklarından bile ;) ) Her birimiz 'Dünya' ismini verdiğimiz bu gezegende birbirimizin 'yaratıcı' parçasını keşfetmeye yönelik bir yolculuğa çıkıyoruz bu yolculuktaki en değerli yardımcılarımız ise diğer insan varlıkları olmaktadır. Bu nedenle yaşam sürecinizdeki insan varlıklarına bir de bu bakış açısı ile yaklaşmaya çalışın. Her bir varlık özünde Tanrı' nın yaratıcı potansiyelini taşıdığına göre bir kez daha kalben düşünün: " kırıldım, üzüldüm, neşelendim, sevindim'vb... Gibi duygu durumları atfettiğiniz insanları bir kez daha değerlendirirken; hislerinizin ardındaki duyguyu görmeye çalışın.
Perdenin arkasında ne var??
Belki bir gün öyle bir insan varlığı çıkacak ki karşınıza; siz onun davranışları karşısında " hayatım mahvoldu, çok kırıldım, çok üzdü beni, iyi insan--kötü insan, değerli-değersiz, samimi, güzel" insan gibi değer yargılarınızın arkasına mı sığınacaksınız? Yoksa bu insan daha doğrusu ilahi Yaratıcı bana nasıl bir ders vermek istiyor, bana ne anlatmaya çalışıyor ? Biçiminde mi analiz etmeyi tercih edeceksiniz?
Şeçim sizin ve her seçim bir vazgeçiştir...
Ancak şunu daima hatırlayın:: öğrenilmemiş dersler daima tekrar edecektir. Tekrarlayan temaları yakalarsanız yaşamınızdaki " düğüm" olmuş temayı da çözebilir ve dönüşümünüzü gerçekleştirebilirsiniz. . Kişiler, olaylar, durumlar değişecek ancak tema hep aynı kalacak ta ki siz idrak edinceye dek...
Kendi dönüşümüzü gerçekleştirebilmek için "affedebilme" eylemini gerçekleştirebilmek oldukça önemli
. Seni affediyorum diyebilmek aslında::: davranışların, düşüncelerin ve duyguların yolu ile benim öz benliğimi keşif yolculuğumda içselliğimdeki farkındalık zeminimi genişlettiğin için sana bir diğer deyiş ile Yaradan a teşekkür ediyor, şükrediyorum diyebilmektir. İlginç mi geliyor? Belki ilk başta evet, haklısınız ancak gözlerinizdeki perde kalktığında, yüreğinizdeki düğümler çözüldüğünde iki satır ötede yazdığım cümleler oldukça gerçekçi gelecek ve 'bilme' makamında olacaksınız. Tek bir nabız olduğumuzu dinleyebildiğinizde" şu an" ı hatırlayarak kendinize gülüyor olacaksınız.
Özetle; bir varlığı "affetme"yi tercih ettiğinizde; affettiğiniz aslında kendinizsiniz!
Örneğin;
Koşulsuz sevgiyi öğretme görevi olan bir varlık, çalıştığı varlık üzerinde sürekli onu incitecek ve şaşırtacak eylemlerde bulunur sonra da onun " kibir ve gurur" örüntüsünden sıyrılmasını bekler. Eğer varlık inatla görmemeyi tercih ediyorsa, öğretmen bir süre mesafe alır ve belirli aralıklarla öğrencisini yoklar ta ki öğrenci gurur ve kibir kıyafetini terk edip koşulsuz sevginin okyanusunda özgür dansını yapıncaya dek....
Perdenin arkasında ne var??
Belki bir gün öyle bir insan varlığı çıkacak ki karşınıza; siz onun davranışları karşısında " hayatım mahvoldu, çok kırıldım, çok üzdü beni, iyi insan--kötü insan, değerli-değersiz, samimi, güzel" insan gibi değer yargılarınızın arkasına mı sığınacaksınız? Yoksa bu insan daha doğrusu ilahi Yaratıcı bana nasıl bir ders vermek istiyor, bana ne anlatmaya çalışıyor ? Biçiminde mi analiz etmeyi tercih edeceksiniz?
Şeçim sizin ve her seçim bir vazgeçiştir...
Ancak şunu daima hatırlayın:: öğrenilmemiş dersler daima tekrar edecektir. Tekrarlayan temaları yakalarsanız yaşamınızdaki " düğüm" olmuş temayı da çözebilir ve dönüşümünüzü gerçekleştirebilirsiniz. . Kişiler, olaylar, durumlar değişecek ancak tema hep aynı kalacak ta ki siz idrak edinceye dek...
Kendi dönüşümüzü gerçekleştirebilmek için "affedebilme" eylemini gerçekleştirebilmek oldukça önemli
. Seni affediyorum diyebilmek aslında::: davranışların, düşüncelerin ve duyguların yolu ile benim öz benliğimi keşif yolculuğumda içselliğimdeki farkındalık zeminimi genişlettiğin için sana bir diğer deyiş ile Yaradan a teşekkür ediyor, şükrediyorum diyebilmektir. İlginç mi geliyor? Belki ilk başta evet, haklısınız ancak gözlerinizdeki perde kalktığında, yüreğinizdeki düğümler çözüldüğünde iki satır ötede yazdığım cümleler oldukça gerçekçi gelecek ve 'bilme' makamında olacaksınız. Tek bir nabız olduğumuzu dinleyebildiğinizde" şu an" ı hatırlayarak kendinize gülüyor olacaksınız.
Özetle; bir varlığı "affetme"yi tercih ettiğinizde; affettiğiniz aslında kendinizsiniz!
Örneğin;
Koşulsuz sevgiyi öğretme görevi olan bir varlık, çalıştığı varlık üzerinde sürekli onu incitecek ve şaşırtacak eylemlerde bulunur sonra da onun " kibir ve gurur" örüntüsünden sıyrılmasını bekler. Eğer varlık inatla görmemeyi tercih ediyorsa, öğretmen bir süre mesafe alır ve belirli aralıklarla öğrencisini yoklar ta ki öğrenci gurur ve kibir kıyafetini terk edip koşulsuz sevginin okyanusunda özgür dansını yapıncaya dek....
Etiketler:
affetmek,
dönüşüm,
Özge Genlik,
uzman psikolog özge genlik,
yaşam
23 Ocak 2015 Cuma
BUGÜNKÜ KARNENİZİ ALDINIZ MI?
Bugün karnenizi aldınız mı? Hangi derslerden geçtiniz?
Hangilerinden sınıfta kaldınız? Yaşam adını atfettiğimiz sonsuz varoluş döngüsü
zaten her gün bizlere bir karne sunmuyor mu?
Bugün nasıl bir karne var yüreğinizde bir bakın bakalım:
Merhamette, sevgide, işbirliğinde, paylaşmada, özveride ki
notlarınız nasıl?
Hayat sonsuz bir döngüde her gün kendisini doğuran ve öldüren
bir sevgi yumağı olduğuna göre; her an
bir karnemiz yok mu, değerli varıklar? Her aldığınız nefes ve verdiğiniz nefes
arasındaki boşlukta bir karneniz var, bu karnedeki notunuz kaç, biliyor
musunuz?
Bugün “ Türkiye de milyonlarca birbirinden eşsiz öğrenci
“karne” adı verilmiş sadece sol beynin sistematiğine göre dizayn edilmiş bir
sistemde deneyimden, yaşantılamaktan uzak bir eğitim-öğretim sonucunda ortaya
çeşitli sayı ifadeleri ile ortaya konan bir sistemin sonucunda bir kağıt
parçası alıyorlar.
Bu kağıt parçasında Matemetik, Türkçe, Tarih, Fizik, Kimya
gibi derslerde, öğrencinin sözde “başarı” notu ifade ediliyor. Ya sonra şimdi bu
yazıyı okuyan ebeveynler bir düşünün şu ana dek hangi Fizik, Kimya, Matematik
bilgisini günlük yaşamınızda kullanıyorsunuz? Tabi ki belirli bir bölümünü
kullanıyorsunuz ancak trigonometri, osmanlı tarihinin derinlerindeki bilgiler,
kütle çekim kanunu, biyoloji dersinde anlatılan vücut sistemleriniz vb.
hangisini gündelik yaşamınıza katabiliyorusunuz? Bir düşünün sokağa çıkıp
sorsak “pankreas” organınız nerede yer alıyor diye? Kaç kişi cevap verebiliyor?
Halbuki bizler bunları öğrendik mi? Demek ki öğrenmemişiz, çünkü öğrenmek demek
yaşamın her anında o bilgiyi deneyimlemek demektir.
“Yaşlanma önce nerede başlar?”
(yaşlanma öncelikle fiziksel bedenimizde bağırsaklarımızda
başlar) sorusuna dahi çoğu kişinin yanıt veremediği bir toplumda varoluşumuzu
sürdürürken, şu an mevcut sistemi ile insan ırkının evrimselleşmesi ve bir
adımı bırakın yarım adım dahi kendisini keşfetmek üzere destek vermediği apaçık
bir gerçekliktir.
Hal durum böyle iken değerli ruhani varlıklar bugün sadece
çocuğunuza “koşulsuz sevgi” nizi sunun, ve onun mevcut eğitim sisteminin ortaya
çıkarmadığı niteliklerini ortaya koyabilmesi, somutlaştırabilmesi için destek verin.
Bir çocuğun ebeveynlerinin “koşulsuz sevgi”sinden başka
hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
**“koşulsuz sevgi” Dünya gezegenindeki en besleyici
öğretmendir…
Bugünkü karnede Matemetik dersi hanesinde “zayıf, orta,
başarılı” ibarelerinin hiçbir anlamı olmadığını biliyorsunuz. Sadece bu süreçte
“matematik” dersini hangi strateji ile çalıştığınızı gözden geçirmeniz dahi
çocuğunuzun bu dünyayı algılama sürecinde kullandığı filtreleri gözler önüne
serecektir.
Çocuklarınıza ve kendinize “bakmak”yı değil, “görmeyi”
öğreteceğiniz biricik an deneyimleriniz olması dileğimle…
Sevgiyle
ÖZ
Etiketler:
dünya,
eğitim sistemi,
gezegen,
karne,
öğrenci,
Özge Genlik,
sevgi,
uzman psikolog özge genlik,
varoluş
4 Ocak 2015 Pazar
"ÖZ'Ü BİL" ME MACERASI: DEPRESYON
Yaşamın sonsuz
enginliğinde bir an gelir içsel bir alarm sesi sizi uyanmaya , daha doğrusu
“Sizi siz olmaya davet eder.” “Kalk, uyan ve kendin ol, kendini bil” biçiminde
konuşurken sizlere biraz “acı” verebilir. Çünkü “acı” Dünya gezegenindeki en
bilge öğretmendir. “Acı” nın olduğu yerde “dönüşüm” başlamaktadır.
“ACI”LARINIZA SAHİP ÇIKIN, SEVİN VE
İZLERİNİ TAKİP EDİN BÖYLELİKLE IŞIĞA ULAŞABİLİRSİNİZ…
Depresyon sizi
sonsuz varoluş okyanusundaki gerçekte
olan kendiniz bir başka deyim ile “öz” ünüz ile buluşmaya götürecek bir
sandaldır. Koskoca okyanusta kendinizi buluncaya kadar küçük bir sandal ile
seyahat etmek ne kadar keyifli ve heyecanlı bir yolculuk olur değil mi?
Ancak
çoğu insan bu keyifli ve adrenalini yüksek yolculuktan ürker. Bu ürperişin
belki de korku ve kaygı duygulanımlarının ana kaynağı “zihin”dir. Korku ve
kaygı ismi verilen duygular Dünya Gezegenin nabzında yer almamaktadır sadece
zihnin bir illüzyonundan ibarettirler.
“Dünya Gezegeni nin nabzı sadece ve sadece
“sevgi” duygusu ile çarpar.”
Sevgi frekansı
ile uyumlu ahenkli bir şekilde var olduğunuz sürece “depresyon” ismi verilen
ruhsal bozukluğu deneyimleme riskiniz asla gerçekleşmez.
BATI BİLİMİNE
GÖRE “DEPRESYON” BOZUKLUĞU
Günümüz Batı
bilimi, “depresyon” bozukluğunu çeşitli kriterlere ayırarak incelemektedir. Bu
kriterleri değerlendirirken doğru tanı koyabilmek adına danışan kişinin yaşam
öyküsü, metabolik dengesi/sağlığı, yaşam kalitesi (uyku-beslenme-hareket
yaşantısı) ve yaşamın sunduğu olgular ile başa çıkabilme stratejileri bir bütün
olarak değerlendirilir.
Yaşamın bizlere
sunduğu durumlar, olaylar ve olgulara her birimiz kendi biricikliğimiz zeminde
yanıtlar sunarız. Örneğin bir “boşanma” olgusu ile karşılaştığımızda üzüntü, hayal kırıklığı, endişe, öfke, gibi
duyguları kısa ya da uzun bir süre deneyimleyebiliriz. Uyku, iştah düzenimiz
olağanın dışında seyredebilir. Bir süre tek başına kalma ihtiyacımız ortaya
konabilir ve “intihar” düşünceleri zihinde yerleşiyor olabilir. Kendimizi
yorgun, isteksiz, hüzünlü hissedebiliriz. Buraya kadar yazdığım ve belirtmiş
olduğum her bir kelime bir “semptom”dur. Bu semptomların her biri bir araya
gelerek “sendrom” oluşturur ve “2 haftadan” daha uzun bir sure bu “sendrom”
tablosu günlük rutini oldukça aksatacak şekilde yaşamınızda var oluyor ise buna
“depresyon bozukluğu” ismi verilir.
Ruhsal
rahatsızlıkların açıklamalarının ve tanı kriterlerinin yer aldığı “DSM-5”
isimli Amerikan psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan yayına göre; depresyon
türleri:
1
1) Yıkıcı
Duygudurumu Düzenleyememe Bozukluğu
2 2)Yeğin
(Majör) Depresyon Bozukluğu
3 3)Süregiden
Depresyon Bozukluğu (Distimi)
4)Aybaşı
Öncesi (Premenstrüel) Disfori Bozukluğu
5 5)Maddenin/İlacın
Yol Açtığı Depresyon Bozukluğu
Bunların
her birini tek tek açıklamayacağım çünkü varoluşsal bir varlığın kutu kutu
maddesel bir cansız varlık gibi incelenmesini doğru bulmuyorum. Ayrıca
arkasında yaklaşık 100 milyar dolarlık bir yatırımın bulunduğu bir ilaç
sektörünün bulunduğu bir gezegende yaşadığımızıda vurgulamak isterim.
DEPRESYON
BOZUKLUĞUNUN SAĞALTIM SÜRECİNDE
“BATI”
&”DOĞU” YAKLAŞIMLARI
Bu
bağlamda;
Batı bilimi=== depresyon bozukluğunu tedavi etmeye yönelik farmokoterapi (ilaç
tedavisi) ve psikoterapi (zihnin yeniden yapılandırılma, farkındalık zeminin
genişletme süreci) gibi yöntem bilimleri tercih ederek zehirli meyva veren bir
ağacın yalnızca dallarını budamayı tercih eder.
Doğu bilimi=== depresyon bozukluğunu bir araç olarak kullanarak
kişinin özündeki cevheri parlatma yolunu seçer ve kökten bir iyileşme sürecini
destekleyici yöntemleri kullanır.
Depresyon bozukluğunun, Batı bilimi ile
Doğu Bilimini biraz birbirine yaklaştıran tek husus: Nörotransmiterler
düzeyindeki artış veya azalış oranlarının depresyon bozukluğunda önemli rol
oynadığıdır. Ancak son yapılan araştırmalar da göstermektedir ki; depresif
bozukluğun oluşumunda yeri olan “serotonin” in yalnızca %5 lik bir bölümü beyinde
salgılanıyor geri kalan %95 lik bölüm mide ve bağırsaklarda sentezleniyor. Bağırsaklar
bizim 2. beynimizdir hatta beyinden daha karmaşık bir nöron ağı ile
donatılmıştır.
“New York’taki
Columbia Üniversitesi’nde görevli nörobilimci, anatomi ve hücre biyolojisi
uzmanı Prof. Dr. Michael Gershon, 1998 yılında “The Second Brain” adlı kitabı
yayımladı. Yazarın çığır açan bu kitabına göre; karnımızda, ikinci bir beyin
bulunuyor. İkinci beyin, asıl beynin bir kopyası. Hücre tipleri, etken maddeler
ve reseptörleri aynı. Karın bölgesinde, bu kadar çok sinir hücresinin
bulunması, bilim adamlarını, bu organı araştırmaya yönlendirdi.
Karnımızdaki beyin,
serotonin gibi, ruh halimizi belirleyen nörotransmitterleri üretiyor ve
psiko-aktif maddelere tepki veriyor. Karın, özerk çalışmaktadır. Karınbeyninin,
beyne gönderdiği sinyaller, beyinden alınandan daha fazladır. Karın,
hastalanıp, kendine özgü nevrozlar geliştirebiliyor. Karın, hissediyor,
düşünüyor ve hatırlıyor. Sezgisel kararlarımızı, bu içsesi dinleyerek
alıyoruz…”
Depresyon
Bozukluğunun (Bütüncül yaklaşım düzeyinde /Doğu +Batı) ana nedenlerini
özetleyecek olursak:
ð ÖZ’E DUYULAN GÜVEN EKSİKLİĞİ
ð AŞIRI BİRİKTİRME
ð GERÇEKLİKTE KİM OLDUĞUMUZU UNUTMUŞ
OLMAMIZ
ð AŞIRI HIZLI OLMA HALİ
ð HAREKETSİZ YAŞAM
ð DENGELİ BESLENME SİSTEMİNİN YETERSİZLİĞİ
ð YAŞAMA ANLAM KATMADAKİ İSTEKSİZLİK
ð ZİHİNSEL SÜREÇLERİ ANLAMDIRAMAMAK
ð NEFES İLE BULUŞAMAMAK
o
Dengeli
ve sağlıklı bir yaşam “an” da var olabilme sanatıdır.
Bu sanatı icra edebilmek
için;
Zihinsel ve maddi
düzeydeki fazlalıklarımızdan kurtulalım. Kullanmadığımız eşyalarımızı ara sıra
gözden geçirdiğimiz gibi duygu ve düşünce gardıroplarımızı da temiz ve düzenli
tutmaya özen gösterelim.
Önce kendimizi
bağışlayalım her birimiz zaman zaman değer ve inançlarımıza uygun olmayan
davranış örüntüleri sergileyebiliriz bunu her daim hatırlayalım ancak bu
uygunsuzlukları düzeltmek için de her daim ikincil bir şans sunulur. İkincil
şansları fark etmek için gönül gözünüzü açık tutun.
Dokunun, önce kendinize sarılın öpün kendinizi. Sonra bir ağaca,
kediye, köpeğe, bebeğe, arkadaşınıza,, dostlarınıza, ebeveynlerinize sarılın,
kucaklayın.
Paylaşın,
iç dünyanızı sıklıkla size dinlemeye vakit ayırmaya tercih eden kişiler ile
konuşun. Kendiniz ile yüzleşmeler yapın, kendinize randevu verin geçin aynanın
karşısına yaşadıklarınızı değerlendirme toplantısı yapın. Bunları eyleme
koymayı tercih etmiyorsanız; kağıda dökün
tüm içsel yüzleşmelerinizi bembeyaz veya rengarenk kağıtlar üzerine
kelimelerin veyahut renkli boyaların dilinden aktarın.
Yavaşlayın, yaşam sonsuz
bir serüven. Sizler beden kıyafeti giymiş ölümsüz ruhani varlıklarsınız, bunu
şu an hatırlamıyor ve göremiyor olmanız bu gerçekliği değiştirmez !!! Bu
sebeple yaşamın her anında birşeyler öğrenmeye çabalayın, her bir insanın sizi
size yansıtan bir ayna olduğunu hatırlayın.
Anlam katın; her gününüze
bir anlam verin. Bunun için tablolar yapın o güne bir isim verin örneğin bugün
günlerden “süpriz” günü olsun. Hem kendinizi hem de çevrenizdeki diğer
insanları şaşırtacak eylemleri hayata geçirin, cesaretli olun.
Alma-Verme Dengesini iyi
kurun. Yaşam düzeneği denge zemininde biçim/form alıyor. Her daim dengeli
olmaya özen gösterin. Beslenme biçiminiz, uyku biçiminiz, düşünceleriniz,
eylemleriniz, ağzınızdan dökülen kelimeler yerinde zamanında ve ölçülü olsun.
Yaşama ne sunarsanız ancak o kadar alabileceğinizi hatırlayın. Portakal ağacı
tohumu ektiyseniz, ağacınız size portakal meyvesini sunar, elma meyvesini
değil. J
Kabul edin; yaşamın
sunduklarını ve kendinizi olduğunuz gibi kabul edin ve şükredin. Herşey her
zaman tam da olması gibi olması gerektiği zamanda meydana geliyordur. Boşvermek
yada üzerinde zihinsel oyunlar türetmek yerine olayların ardındaki bütün
görmeye çalışın. Bu deneyimlediğim olay/durum bana ne anlatıyor, beni “ne” ile
yüzleşmeye davet ediyor? Biçiminde yaşamınıza ve size anlam katıcı “merak”
duygusu içeren anlam arayışlarında olun.
Hayat
bir oyun bu oyun sürecinde birden fazla rolünüz oluyor. Roller geçici ancak
özünüz mutlak ebediyete kadar sizlerle oluyor bu nedenle bir an önce kim
olduğunuzu bilin. Ve harekete geçin, biricikliğinizi ışıl ışıl yansıtın öyle
bir yansıtın ki bir görenin yaşamına anlam katsın onun da yüreğinde bir ışık
yaksın.
2015 yılı,
kendimizi bilmek ve kendimiz ile buluşmak için ışık dolu bir yıl hadi şimdi şu
an eyleme/ harekete davet ediyorum sizleri hareket edin, evren daima hareketi
alkışlar. Hareket omurganızı esnetir ve esnek bir omurga sağlık demektir.
Omurganız ne kadar esnek olursa, zihniniz de o ölçüde esnek olur ve yaşam
kalitenizi kendiniz belirlersiniz.
Depresyon bozukluğu ile ilgili görüşlerimi bildirdiğim yayını aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
http://olaytv.web.tv/video/kulisten-sahneye-04012015__jgcit48p5sy
Depresyon bozukluğu ile ilgili görüşlerimi bildirdiğim yayını aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
http://olaytv.web.tv/video/kulisten-sahneye-04012015__jgcit48p5sy
ÖZ
Etiketler:
2. beynimiz,
2015,
depresyon bozukluğu,
Özge Genlik,
serotonin,
uzman psikolog özge genlik,
varoluş,
yoga
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)